Geçtiğimiz haziran ayında faizlerin yükseltilmeye başlanmasından önceki 27 ay ekonomide “nas var nas” dönemi olarak da tanımlanabilir. Erdoğan, o dönemde kendisini iktisatçı zannediyordu. İşler sarpa sarınca da eski söylediklerini unuttu
Merkez Bankası faizi bir kez daha artırdı.
Merkez Bankası faiz arttırmaya haziran aylında başladığında, yani sadece altı ay önce faiz yüzde 8,5 idi. Bu son artışla birlikte Merkez Bankası faizi yüzde 40’a yükseltmiş oluyor.
Geçtiğimiz haziran ayında faizlerin yükseltilmeye başlanmasından önceki 27 ay ekonomide “nas var nas” dönemi olarak da tanımlanabilir.
Erdoğan, o dönemde kendisini iktisatçı zannediyordu. İşler sarpa sarınca da eski söylediklerini unuttu.
Bu süre zarfında Türkler, dolar bazında servetlerinin yarısından çoğunu kaybettiler.
Recep Tayyip Erdoğan
Erdoğan, söz dinlemiyor diye Naci Ağbal’ı görevden aldığında 1 ABD Doları almak için 7 lira 48 kuruş yetiyordu.
“Nas var nas” dediğinin ertesi günü Dolar, 17 lira 62 kuruşa fırlamıştı. Dünkü kur ise 28 lira 76 kuruştu.
Naci Ağbal’ı göreve getirmesinin nedeni de Damat Bakan’ın “çokomelli” ekonomi politikasıyla Doları 8 lira 52 kuruşa çıkarmış olmasıydı. Damat Bey kardeşimizin göreve geldiği gün (10 Temmuz 2018) Dolar kuru 4 lira 53 kuruştu.
İnsan hafızası unutkanlıkla malul.
Onun için bu rakamları tekrar hatırlatayım dedim.
Bu nasıl bir “muhafazakârlık”?
Rumelihisarı’ndaki Hacı Kemalettin Camii
Bu fotoğrafı dün sabah Rumelihisarı sahilinde çektim.
Gördüğünüz bina bir cami: Hacı Kemalettin Camii.
Önce mescit olarak yapılmış, 1743 yılında da Padişah 1. Mahmut tarafından cami olarak ihya edilmiş. Banisi Hacı Kemalettin Bey hakkında bir bilgi bulunmuyor. Caminin hemen arkasındaki küçük hazirede ailesiyle birlikte yatıyor, Allah rahmet eylesin.
Caminin önündeki çeşme ise Benlizade Reşit Efendi tarafından 1777’de yaptırılmış.
Caminin altında bulunan tonozlu bölüm, aslında yedi kemerli bir kayıkhane. O tarihte cami Boğaz’daki yalı camilerden biriymiş, denizden de ulaşılıyormuş.
Caminin ana binası dönemin mimarisini yansıtıyor. Taş ve tuğla ana bina, minaresi taş, çatısı ahşap.
1940 yılındaki restorasyonda bu minare de yenilenmiş.
Camide yapılan son restorasyon yeni bitti. İşin önemli bölümü pandemi şartlarında yapıldı. Restorasyon sürecini de yakından takip ettim. Böylece caminin altındaki pis görünümlü ticarethanelerden kurtulabileceğini zannettim.
Yanıldım. Tamam eski pis işletmeler kaldırıldı ama bu kez pırıl pırıl da olsa yine bir cafe var.
Caminin kayıkhanesinin kiraya verilmesi neden gerekti, bunu anlamak zor.
Demek ki koca T.C. bu kiraya bile muhtaçmış, “ecdat yadigarı”, neredeyse 300 yıllık bir cami bile ticaret konusu olabiliyormuş.
Sonucunu görüyorsunuz: Caminin üzerinde neonlar yanıp sönüyor!
Diyanet İşleri’nin başındaki zat da Türkiye’nin başındaki zat da sıkça muhafazakâr değerlerden, ecdadımıza saygıdan filan dem vuruyorlar.
Görüyorum ki ecdat sevgileri, belli bir miktar parayı görünce geçebilen bir sevgi.
Bu neon tabela herhangi bir tarihi binanın üzerinde bile çirkin dururdu, bir tarihi caminin üzerinde olabilmesi ise hiç anlaşılabilir bir durum değil.
Hayattaki konumlarını Müslümanlık üzerinden tarif edenlere bunu hatırlatmak da kaderin bir başka cilvesi sanırım.
Onlar gazeteci değil, süs objesi!
Erdoğan, Cezayir dönüşü uçakta (Fotoğraf: İletişim Başkanlığı)
Bazı gazeteci arkadaşlarımız, Cezayir’den dönerken Cumhurbaşkanı’na neden “yüzde 50 + 1 konusunda MHP liderinin açıklamaları hakkında ne düşündüğünün” sorulmadığına hayret etmişler.
İsmet Berkan, bu durumun “ülkemizde gazeteciliğin düştüğü dip seviye” olduğunu yazmış. Can Ataklı da “uçak gazetecileri şaşırtmadı” diyor. Aytunç Erkin de “uçakta sorulmayan soru” meselesini gündeme alan bir diğer gazeteci.
Bu konu hatırlarsınız, Erdoğan’ın Almanya gezisi dönüşü sırasında yine uçakta gündeme gelmişti.
Ben de 20 Kasım günü “bu soruların, uçak mürettebatının serbest iradesiyle sorulmadığını, yazılıp ellerine tutuşturulduğunu biliyoruz” diye yazmıştım.
Belli ki Erdoğan bu konuda bir yoklama çekmek istemiş, tepkileri görmek için kendisine bu soru sorulmuş gibi yapmıştı.
Nitekim istediği yanıtları aldı ve konuyu bir süre için daha uykuya yatırdı. Belli bir süre sonra bir yoklama daha çekecektir, yine benzer bir yöntemle.
“Uçaktaki gazeteci süsü verilmiş maiyet memurları” da bu nedenle Cezayir dönüşü bu konuyu gündeme getirmediler.
Çünkü zaten soruları onlar sormuyor, Fahrettin Bey kardeşimiz tarafından hazırlanıp, ellerine tutuşturuluyor.
Bu tiplerin uçaktaki görevi uçak mürettebatının bir parçası olarak, bir masanın etrafına sebilhane sürahisi gibi dizilip bir fotoğraf çektirmek.
Kendilerine “gazeteci süsü” verdikleri için bir tür “süs objesi” olduklarını söyleyebiliriz.
Ama hiçbir şekilde “gazeteci” diyemeyiz, bu mesleğin de uyulması olmaz ise olmaz asgari gerekleri var çünkü.