Rahman, Rahim Allah’ın adıyla “91- Öyle ise haykır! Bana yalnızca hürmetli kıldığı bu şehrin ve var olan her şeyin Rabbi için ibadet etmem emredildi. Ve bana Müslümanlardan olmam emredildi. 92- Ve Kur’an okumam (emredildi). Artık kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de doğru yoldan saparsa, de ki: “Ben ancak uyarıcılardanım.” 93- Ve de ki: “Hamd Allah’a mahsustur. O, ayetleri size gösterecek ve siz de onları yakından tanıyacaksınız. Ve senin Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir. (Neml, 27: 91-93)”
Yukarıdaki ayetler grubunun ilk bölümünde açıkça görüldüğü gibi, Resulullah(s)’a ve onun nezdinde bütün Müslümanlara emredilenler, ikinci bölümde ise açıklama, uyarı ve sonuçlar yer almaktadır. Emredilenleri özetle sıraladıktan sonra metin içinde geçen bazı kelimeler üzerinde durmak istiyorum. Ayetlerde emredilenlere baktığımızda şu konuları görüyoruz:
1-a)Rabbime ibadet etmek, b)Müslümanlardan olmak, c)Kur’an okumak, d)Kendin için hidayet istemek, e)Sapıklıkta inat ve ısrar edenlere rağmen uyarıcılardan olmayı sürdürmek, f)Allah’a hamd etmek, g)Allah’ın gösterdiği ayetleri tanımak, öğrenmek, anlayıp kavramak h)Rabbimizin bütün yaptıklarımızdan kesinlikle haberdar olduğunu bilmek…
2-Allah, Belde(Mekke)’yi hürmetli kılmıştır. Hürmetli kılınan Kâbe ve çevresi ile orda yerine getirilen hac ve diğer menasıkın gereği gibi yerine getirilmesi…
3- Resulullah’a(s) emredilenler, yani ona yapacağı işler olarak söylenenler, onun ümmetinin de yapacağı işlerdir. Diğer bir ifade ile Resulullah(s), hem uyarıcı hem Müslümanlara örnektir.
4-Resulullah’a(s) emredilenlerin hepsi çok önemli ve değerlidir.
Metinde önemli yer tutan “Emir/emr” ve “ibadet/abd” kelimelerinin Türkçedeki anlamları hakkında itirazlar bulunmaktadır. Bu anlamda merhum Salih Akdemir Hoca, ‘emir’ ve ‘vasiyet’ kelimeleri ile ilgili şöyle demektedir: “ ‘emr’ kökünün kök anlamı ‘emretmek’ değil, ‘söylemek, anlatmak’ tır.” Aynı şekilde vasiyet kelimesinin “ ‘vsy’ kökünün kök anlamı ‘tavsiye etmek, önermek’ değil ‘emretmek’ tir”(1). Bu noktada ‘emir’, kelimesi ile ‘vasiyet’ kelimesi arasında bir anlam karışıklığı olduğu apaçık ortada. Bu bağlamda “emir” kelimesi; “buyurmak” anlamında değil, ‘söylemek, anlatmak’, yani muhataba teklif etmek, ona önermek, kendisine işi sözle anlatmak, demek oluyor. Sanki böylesi Kur’an’ın ruhuna daha uygun gibi görünüyor. Buyurganlık, iş üzerine odaklanmayı ve ona yoğunlaşma kat sayısını azaltır. Bunu gündelik hayatın her sahnesinde gözlemleyebiliriz. İman etmek, buyurganlık sınırları dışında, özgürlük ve irade alanı içinde bir yerde duruyor. Emir ve vasiyeti ister öyle isterse böyle anlayalım, unutmamamız gereken esas nokta aklımıza, irademize ve sorumluluklarımıza açtığımız özgürlük iklimi ve alanıdır. Bu da akıl, irade ve gönül işidir…
İbadet kelimesine gelince Salih Hoca’nın burada da itirazı var. O, “ ‘abd’ kökünün kök anlamı için ‘kul olmak’ değil, ‘yapmak, yaratmak, gerçekleştirmek, üretmek, çalışmak’ tır” diyor(2). Aynı şekilde müfessir ve düşünür R. İhsan Eliaçık da 91’nci ayette geçen “en a’bude Rabbe” ifadesini “Rabbi için çalışmak” olarak çevirmiş(3). Eliaçık, aynı eserinin Kâfirun suresi tefsirinde “abd” kavramı ile ilgili geniş bir şekilde bilgi vermiş. O bölümden özetleyerek biraz ödünç almak istiyorum. “ ‘İbadet’ kelimesinin ‘abd’ kökünün sözlükteki anlamları şunlardır: ‘yapmak, meydana getirmek, ortaya çıkarmak, çalışmak, üretmek’; ve “bedae” türevi de az önceki anlamlara ek olarak ‘ bir şeyi başlatmak, bir şeyi ilk olarak ortaya çıkarmak, icat etmek” anlamlarına gelmektedir. Şu halde Allah ile insanın aktüel ve dinamik ilişkisinde birlikte yaptığı, ortaya çıkardığı, meydana getirdiği, ürettiği her tür iş ve değer bu kapsama giriyor. Yapılan,/üretilen iş ve değerin faili Allah ise buna bedaet, ibda, mubdi; faili insan ise buna da ibadet, ubudiyet, taabbud deniyor. Her ikisinde de ortak anlam yapmak, ortaya çıkarma, üretmektir… Unutulmamalı ki abd kelimesi, Kur’an’ın nazil olduğu dünyada yaygın olarak ve özellikle bir takım putlara, krallara ve imparatorlara yönelik olarak “arz-ı ubudiyet etmek” veya “kul köle olmak” anlamında kullanılıyordu.”(4)
“İbadet” kelimesi üzerinde daha konuşulacak çok şey var. Bunlardan birisi de üretim-tüketim ve israf konusudur. Bu meseleler söz konusu olunca ilk akla gelen kavramlardan birisi elbette ki kapitalizmdir. Kapitalizm deyince de gereksiz yere dayatılan üretim ve tüketim faciası gündeme gelir. Tüketimdeki rezaleti gören insanoğlu, israf kavramını hatırlar ve bunu yerli yersiz kullanır. Bu konudaki Allah’ın emirlerini genellikle görmezlikten gelir. O, bu anlamda ne emri dinler ne de vasiyeti! İşin üretim yanına fazla dokunmadan hep tüketim boyutuna yüklenir. Burada da başka bir garabet var; bulduğu her şeyi hovardaca kullanıp harcar, sonra da döner “israf etmeyelim, israf haramdır” der. Hiç “gereksiz yere üretmeyelim, bu da bir israf ve haramdır” sözünü duyduk mu? İhtiyaç fazlası üretimler, daha baştan israf değil midir? Üretim ve tüketim, insan ahlakı ile çok yakından ilgili iki kavramdır. Güncel hayattaki insanların ahlaksızlıkları en çok da bu iki kavram kapsamındaki ilişki ve etkileşimlerinden kaynaklanmaktadır. Ya da şöyle de diyebiliriz; kişinin ahlaklı kalabilmesi ya da ahlaksızlaşmasında onun yaşamındaki üretim ve tüketim boyutlarının büyük etkisi vardır. Bu noktada şunu söylemekle yetinelim: ibadet üretmek ise, insanın yapacağı; hayır ve hayırlıyı üretmek olmalıdır. Hayırlı üretim, onu başlatmak ve bu yönde icatlar yapmak; günahsız ve huzurlu bir yaşamı da beraberinde getirir.
Yukarıda şu ifade ile de değindiğim gibi, Resulullah’a(s) emredilenlerin hepsi çok önemli ve değerlidir. Fakat “en etluve el-Kur’an / Kur’an’ı tilavet etmek” emri diğerlerinin hepsini etkileyen, kuşatan bir ifade özelliği taşımaktadır. Kur’an’ı tilavet etmek, tilavet secdesi, sesli ya da sessiz tilavet gibi sözler, aslında gündelik hayatta Mushaf’la ilişkisi olan herkes tarafından bilinip kullanılan bir söylemdir. Mushaf ve onun tilaveti, mevcut din algısında hiç de yabancı bir ifade değil. Aksine çok tanıdık bir uygulama. Bu anlamda belki de dünyada en çok tilaveti yapılan kitap Mushaf’tır. Milyonlarca insan defalarca hatim yapıyor. Neyse, bunlar herkesçe bilinen şeyler… Ben “tilavet” kelimesinden hareketle bu emrin önemi ve değerine değinmek istiyorum. Önce toplumdaki yerleşik bir yargıyı ya da bir hükmü dile getirmem gerek, o da şu: “Kur’an’ı okumak sünnet, dinlemek farzdır” Aslında bu ifadede kast edilen anlamla birlikte, bizzat kendisi sorunlu. Tilavet kelimesinin sözlük anlamları şunlardır: Takip etmek. İzlemek. Ardından gitmektir. Bedensel izleme. Hükme uyma. Taklit etme. Okuma. Sesli okuma. Ezbere okuma. Okuma ve anlamını tedebbür etme, düşünme. Kitaba uymak; kitaba ilim ve amel ile tabi olma, ona uymaktır. Bir şeyin ardına düşüp onu tekrarlayarak araştırmaktır. (5) Buradaki anlamlardan doğrudan konumuzla ilgili olanlardan bir kaçını öne çıkaralım: okuma ve anlamını tedebbür etme, düşünme. Kitaba uymak; kitaba ilim ve amel ile tabi olma, ona uymak anlamındadır. Bir şeyin ardına düşüp onu tekrarlayarak araştırma. Öne çıkardığımız bu ifadelere dikkat edilirse, burada tam da Müslüman-Kur’an ilişkisine vurgu yapıldığı rahatlıkla görülebilir. Şimdi şu noktaya gelmiş bulunuyoruz: Kur’an’ı anlamını bilerek ve hayata uygulamak için okumak onu tilavet etmektir ve bu her Müslüman’a farzdır…
Konumuz olan ayetler grubunda Müslüman olmak ve sadece Allah’a hamd etmek ifadeleri geçmektedir. Bu ifadeler sıkı sıkıya bir birleri ile ilişkilidir. “Elhamdülillah” olarak geçen ve Türkçeye “Hamd etmek, Allah’a hamd olsun, hamd sadece Allah’a mahsustur” olarak tercüme edilen bu ifade Kur’an’da birçok yerde geçmektedir. Bilindiği gibi aynı ifade ilk sure olan Fatiha suresinde de geçiyor. “Elhamdülillah” ifadesi için verilen Türkçe anlamları az önce belirtmiştim. Ancak ben o ifadelerin elhamdülillah mesajındaki kastı tam olarak karşılamadıklarını düşünüyorum, özellikle de Fatiha suresinde. Oradaki hamd kelimesinden Allah’a karşı sorumluluk alma, O’na söz verme, teoride iman edilerek kabul edilen Müslümanlığı gerektiği gibi yaşayıp bireysel ve toplumsal hayata uygulayarak verilen sözü yerine getirmeyi anlıyorum. Bu bağlamda bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Az önce ilk sure Fatiha’daki elhamdülillah ifadesinden söz etmiştim. İşin başında orada söz veriliyor ve son sure olan Nasr suresinde de “fe sebbih bi Hamdi ke” ifadesi ile “işte Kur’an’ı baştan sona okudun, şimdi onu ömür boyu hayatına uygulamalısın” denmekte ve Fatiha’da verilen sözle alınan emir, Nasr’da tekrar edilerek hatırlatılıyor…
“””””””””””””””””””””””””””””””””””””
(1)Prof. Dr. Salih Akdemir, Son Çağrı Kur’an, s. xvıı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara-2009
(2) Akdemir, (age).
(3)R. İhsan Eliaçık, Nüzul Sırasına Göre Yaşayan Kur’an, Türkçe/Meal-Tefsir, s: 532, İnşa Yayınları, İstanbul- 2008
(4)Eliaçık,( age), s:84, 85
(5) Ragıp el- İsfahani, Müfredat, Kur’an Kavramaları Sözlüğü, Çeviren ve notlandıran: Yusuf Türker, Pınar yayınları, İstanbul- 200 7