“Sınavdır bu dünya…Yok hepsi Allah’tandır…Tamam,onu da(işvereni)zenginlikle sınıyor işte.Onun sınavı o(zenginlik), benim sınavım da bu(fakirlik)”(Görüşmeci-işçi)
Yukarıdaki ifadeler Yasin Durak’ın Konya Organize Sanayi Bölgesinde işçi ve işveren görüşmeleri sonucu oluşmuş,iletişim yayınlarından çıkan ” Emeğin Tevekkülü/Konya’da İşçi-İşveren İlişkileri ve Dindarlık” kitabından.Durak,dindarlığın işçilerin ve patronların üretim sürecine bakışlarını ve karşılıklı konumlarını nasıl etkilediğini,dinsel sosyalleşmenin emek sürecinde tahakküm ilişkilerin ve politik hegemonyeya elverişli bir zemin oluşturup oluşturmadığını,kültürel hegemonye çerçevesinde tartışıyor.Dinsel muhafazakarlık ekseninde sağlanan “ütopik uzlaşmayı” ve enformel ilişki ağları sistemini gözler önüne seriyor.
Biz kitaptan bazı başlıkları ve örnek görüşmeleri aktaracağız. Kitap hakkında biraz fikir verecektir.
NEDEN KÜLTÜREL HEGEMONYA?
Kapitalizmin uluslararası ölçekte yeniden yapılanma sürecine bağlı olarak (70’lerdeki krizle birlikte,80 sonrası devam eden ileri teknoloji kullanımı,emek süreçlerinde esneklik,küçük işletmelerin yaygınlaşması sosyal devlet anlayışını terk edilmesi) Türkiye’deki çalışma ilişkilerinin de iyiden iyiye neo-liberal parametrelerle şekillenmekte olduğu artık şüphe götürmeyen bir olgudur.
Bir taraftan devletin istihdam sahalarını terk ederek özel teşebbüsleri desteklemeye başlamasıyla süre gelen aceleci bir özelleştirme süreci,diğer taraftan üretim ilişkilerinde esnekleşme,taşeronlaşma ve emek piyasasında diğer değişiklikler yoluyla çalışma ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi söz konusudur.
Sosyal devlet modelinden vaz geçilmesi ve çalışanların sosyal güvenliğini sağlayan verili resmi kuruluşların emek piyasası üzerindeki etkisinin azalmasıyla,1980 darbesi sonrasındaki hızlı dönüşümlerle emek piyasasında işiçi-işveren ilişkilerinde “dolaysız kaba sömürü” hakim olmuştur.İşsiz bırakmanın kudretini arttıran ve işçi sınıfının tüm eylemliliğini bir savunma biçimine hapseden bu dönemde,artı-değer üretiminin meşruiyetini ve sürdürülebilirliğini sağlayan mekanizmaların ağırlık merkezinin hukuki-siyasi üst yapıdan ideolojik-kültürel üst yapıya kaydığı söylenebilir.İdeolojik- kültürel hegemonyanın öne çıkması ekonomik tahakkümden öte bir iktidar bloğuun yanı sıra bağımlı sınıfların rızasını da içeren bir hegemonya projesini işaret etmektedir.
1990’ların siyasal konjonktürü,Türkiye’de sermaye sahibi sınıfın 12 Eylülün ardından rızaya dayalı ekonomik bir iktidar kurmakta başarısız olduğunu ortaya koymuştur.28 Şubat’ın ardından ortaya çıkan neo-liberal islamcı iktidar bloğu tam da bu ihtiyaca yanıt verecek “muhafazakar demokratlık” ekseninde uzlaşma aralığı bulmuştur.Bugün emekçi sınıfların “itaati ve rızası” bu iktidar bloğunun yarattığı tecrübe ve ilişki biçimlerinde yeniden üretilmektedir.
Bu çerçevede neo-liberal birikim rejimine uygun olarak,yerel bağlamda oluşan cemaat tipi ilişki ağlarının,emekçi sınıf üzerinde kurulan hegemonik kontrolün(baskının ve rızanın) araçlarını sunmakta olduğu görünmektedir.Öyle ki hemşeri cemaatleri,etnik cemaatler hatta akraba grupları belirli alanlarda ücretlilik normlarının ya da siyasal kararların gücünü kontrol edebilecek durumdadır.
Dindar Muhafazakar Ütopya
“Rahmetli Turgut Özal’ın birinci hedefi gökyüzünde uçan uçakların en azından bir tanesinde bir Türk müteşebbisinin, efendim bir Türk ihracatçının,Türk iş adamının olması gerektiğiydi.Biz o zamanlar yapacağımız işi de,tamam nihayet biz orda bir kazanç elde ediyoruz kendi geçimimizi temin ediyoruz ama burada ülke yararına istihdam yaratma ve ülkemizin istifade edeceği ürün yapıyoruz”(9.Görüşmeci-işveren)
Dindar-muhafazakar burjuvazi,kazanç peşinde koşmanın meşruluğunu dini ve mili olmak üzere iki temel üzerine oturtmaktadır.Buna göre bu meşruiyet sağlama sürecinde dindar tabana karşı daha dini, devlet elitlerine karşı da mili argümanlarını kullanmaktadır.(ikisi-dini ve mili olan-birleşmiştir aslında)Konya Organize Sanayi’nde faaliyetlerini sürdüren işletmecilerin çoğunluğunun ifadelerinde aynı şekilde dini ve mili vurguları bir arada bulmak mümkündür.Üstelik bu işlermeciler yaptıkları işin ülke ekonomisi açısından fevkalade önemini sürekli vurgulamakta ve “mili menfaatler” yahut dindarlığın getirdiği kamusal vicdan gereğince üstlenilen “mili sorumluluklar” gibi meşruiyet kalıpları çerçevesinde kendi öz çıkarlarını genel ortak çıkarlar olarak ifade etmektedir.
“Biz hep şunu düşündük:Türkiye’nin kalkınmasında lokomotif şeylerden birisi ihracattır.Bütün dünyada bu böyle olmuştur…Ben burda üretilen bir ürünü buradan yurt dışına gönderip oradan para girişi sağlıyorsam Türkiye’ye çok şey katıyorum demektir…”(6.Görüşmeci-işveren)
Araçsalcı Dindarlık
Araçsalcılık,girişimcilerin “islami iktisat ahlakından” paradigmatik bir “kopuş” gerçekleşmesine bağlanmaktadır.Cumhuriyet döneminde bu iktisadi ahlakın “son taşıyıcısı” olan esnaf ve küçük burjuvazi 1970’lerde bu kültürel etkinliğini yitirmiş ve yerini bir tür “mühendislik ideolojisinin” taşıyıcısı olarak yükselen orta sınıf temelli dini gruplara bırakmıştır.Söz konusu “mühendislik ideolojisi” gereği olaral geleneksel İslam yeniden yapılandırılmaya çalışılmış ve Batının tekniğiyle yerel İslami değerlerin kaynaşması imkanı aranmaya başlanmıştır.1980’ler ve 1990’larda yaşanan çözülmeler sonrasında ise dini grupların iktisadi faaliyetleri bir “verimlilik ve kazanç ideolojisinin”üzerine inşa edilmektedir.Bu doğrultuda yükselen İslami burjuvazinin iktisadi eğilmi ise dini araçsallaştırıcıdır.
“…Ben dindar olduğumu söylemekten utanmam.Allah’a inanmanın nesi kötü?…Sıkıntınızın ne olduğunu anlayamadım.Yani bunun bir getirisi bir karı oluyorsa da hayır demek mi lazım?Şimdi sizin söylediğiniz gibi bir şey varsa,insanlar bu yüzden bana güveniyorsa benim suçum ne?…”(8.Görüşmeci-işveren)
Araçsalcılık,bu güvenirlik sağlamanın yanısıra dikey ilişkiler bağlamındaki kazanımlarda kendini sunmaktadır.Bir işletmeci diğer işletmecilerle ilişkilerinde dindar(dolayısıyla güvenilir) olduğu gibi,kendi işletmesindeki çalışanlarla ilişkisinde de dindar(ve güvenilir) bir çizgiye sahip olmaktadır.Yani dinsel referanslarla sağlanan bu güvenirlik,işçi-işveren ilişkisinde de fazlasıyla önemli bir yere sahiptir.Bu durum işverene “manevi otorite” sağlamaktadır.
“…Abiye(patrondan bahsediyor)Allah yardım etmiş zamanında…Zaten namazını kaçırmaz,kul hakkı yemez…Hele o kadar kriz oldu,burada bir sürü yer kapandı,hepimiz gördük,millet battı,aç kaldı burada ama onun işi rast gitti…Neden?Çünkü harama el uzatmadı da ondan…”(13.Görüşmeci-işçi)
Görüldüğü üzere bu işçinin dindar girişimcinin haramdan uzak duracağına ve kul hakkı yemeyeceğine dair güveni aynı zamanda başarılı girişimcinin dindar olduğu kanaatiyle bütünlük halinde nüfuz etmektedir.
Enformel İlişki Ağları
“Daha işin başındaki safhada zaten onlar birbirlerini tanıdıkları için,ailenizden,akrabalarınızdan birilerinin sözüyle gidiyorsunuz.O kişi benim yegenim,benim kuzenim, kardeşim diyor.İşte gönderiliyorsunuz.Gittiğiniz yerde sizi zaten yabancı gibi algılamıyorlar o zaman.Yani o gözle bakıyorlar.Burada şimdi şöyle bir şey doğuyor..Evvela şunu düşünüyor sizi oraya alırken;’bu insan bana amcasının aracılığıyla geldi,amcasının bizim arkadaşımız olduğunu biliyor ve bunun bilincinde olduğu için yanlış hareketlerde bulunamaz’.Bu işin başında daha senin üstüne etiket gibi yapışıyor.Sonra onların yaşam tarzına uygun olmayan…(patronundan bahsediyor)işine gelmeyen şeyler yaptığınızda zaten dışlanıyorsunuz.Akrabanız,tanıdığınız neyse onunla da aranız bozuluyor…Bir de işten öyle direkt çıkartılma olayı nadir oluyor hatır gönül olduğu için arada.”(14.Görüşmeci-işçi)
Konya’daki çalışma ilişkilerinde,yüz yüze ilişkiler ile enformel ilişki ağlarının işverenlerin ve işçilerin üzerindeki bağlayıcılığı ampirik olarak gözlemlenebilir.İş bulma,işten çıkarma,iş yerindeki sorunları çözme,işçinin ağır çalışma koşullarına karşı rızasını yahut itaatini sağlama,işverenle uzlaşma,işverenlerden taleplerde bulunma gibi durumlar yani genel olarak çalışma hayatının normları büyük ölçüde bu ilişki ağlarının eşliğinde şekillenmektedir.
Bu enformel ilşki ağları patronun çıkarlarına göre düzenleniyor.Esnek çalışmayı meşrulaştırma ve bu çalışma düzenine rızayı sağlamak için de kullanılıyor.
“Şimdi şöyle…Kalifiye işçi yok derler ya,aslında kalifiye patron yok(Gülüyor).Ne iş yaptığımız belli değil.Şimdi adam beni tezgaha alıyor döküme yoluyor,sonra tekrar öte tarafa çağırıyor,yeri geliyor çay dağıttırdığı oluyor”(21.Görüşmeci-işçi)
“Evet,profesyonelce değil,şimdi ben sorumluluğumu bilmezsem nasıl çalışacağım ki…Yok,bizim buraya has bir durum değil bu.Konya sanayinde her yerde böyle…Kriz oldu mesela maaş alamadık,sonra bir ara kapatacağız dedileryattık,devam edeceğiz dediler döndük”(Görüşmeci-işçi)
Esnek çalışmanın çeşitli şekilleri Konya Sanayinde uygulanıyor.Bu kadar güvencesiz ve patronların karlarına göre belirlenen bir iş düzeninin meşrulaştırılması için din bir araç olarak kullanılıyor.Ayrıca buradaki işçiler sendikaya,kolektivizme uzaklar.Durak’ın kitabında Tekel eylemi ile ilgili işçilerin görüşleri kolektivizmin dışlanmasının net örnekleri.
Yasin Durak’ın Konya Organize Sanayindeki çalışmasından bazı bölümleri aktardık.Kitabın tüm başlıkları ve örnek görüşmeler çok önemli.Bu çalışmadan diyor Yasin Durak çıkarılacak yegane sonuş şudur:Konya Organize Sanayide örneklendiği üzere;küçük ve orta boy olarak örgütlenen üretim tesislerinde,esnekliğe bağlı çalışmna ilişkilerinin sosyal çerçevesinde enformelliğin hakimiyeti söz konusu olduğundan,emek kontrolü gündelik hayatı sarıp sarmalayan “kültürel hegemonya”ile sağlanmaktadır,fakat bu hegemonyayı kırabilecek temayüller de mevcuttur.
Konya Seni Ateşlere Atayım
Öğrenciliğim Konya’da geçti.Yoksulduk her öğrenci gibi.Devrimciydik.Parti odalarında filan işçi sınıfı iktidarı düşler,Hacıveyiszade Caminin iki minaresi arasına bayrak asmayı hayal ederdik.Ergenlik işte.Okulu da uzattık.Dershaneye de Konya’da gittim.Yani gençliğimin en güzel yılları Konya’da geçti.Bir tane bile işçiyle tanışmadım.Organize sanayiye uğramazdık yani.Sinizm hücrelerimize kadar işlemişti zaten.Küçük işlerle uğraşmıyorduk.İşçi sınıfı iktidarı için sanayiye gitsek,büyük ihtimalle dayağı da yerdik.
O zamanlar dilimde bir türkü vardı.Bir mapushane türküsü:”Yaylalar içinde Erzurum yayla aman aman/Şehirler içinde annem Konya’dır Konya/…Çıkar çıkar parmaklıktan bakarım aman aman/Konya seni ateşlere atarım…”
Organize sanayiye gitmedik ama,Konya’da ücretlerin hep düşük olduğunu,Konya’da işsiz kalmanın bir cehennem olduğunu,bir düşersen kimsenin kaldırmayacağını bilirdik.Ben mesela yazın formasyon alıyorum eğitim fakültesinde.Herkes tatilde,kalacak yer yok.Evi dağıtmışız.Alaaddin tepesinde yatıyorum gece.Bazen bekçi kovalıyor.Sabah aşağıdan eğitim fakültesine giden otobüse biniyorum.Akşam yine Alaaddin Tepesine.Ee tarih okuyoruz Alaaddin Keykubat,türkmenlere desteği,Mevlana –Ahiler mücadelesi filan ilgiliyiz.Alladdin tepesi hem tarihsel bir mekan hem de bana bir süre ev oldu.Yalnız biraz soğuksa otogara gidiyorum.Konya’nın delileri banklarda yatıyor.Arasıra polis topluyor.Abi ben tarih bölümü öğrencisiyim desem de dinletemiyorum.Karakolda bir sürü deli ve ben sorgu sual sonra bırakılıyoruz.Bir keresinde otogardaki caminin girişindeki halıya sardım kendimi,yattım.Sabah cemaat gelince,bir hacı amca halıyı yuvarlayınca içinden çıktım.İşte böyle,uzatmayalım,Konya polisinden yediğimiz dayakları hiç anlatmayayım.Zaten bunları da anlatmak gerekmiyordu ama,Konya deyince dökülüveriyor insan.
Konya’yı biliyoruz yani.Muhafazakarlığın o steril,her şey yerli yerinde dünyasını allak bullak edecek o kadar hikaye var ki Konya’da,”kardeşim biz Konya’yı böyle bilmezdik hayret doğrusu” diyeceksiniz.Halk bilir ama,dibine kadar gerçeklerin içindedir çünkü.Zaten şu emek meselesi olmasa muhafazakarlığa diyeceğim yok.Hani diyor ya şarkıda:”Çoktan unuturdum ben seni çoktan/Ah bu şarkıların gözü kör olsun.”
Neyse bu laf uzar.Konya organize sanayinde çalışan işçilere,akşama kadar oralarda dolaşan bahtsız-işsiz kardeşlerime,gençliğimin sokaklarına,yoksul öğrencilere selam edelim.Hacı amcalara da bir laf edelim-tabi patron olanlarına-İşçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz diyen peygamberimize uyunuz.Bak sadece zamanında demiyor,hakkını da diyor.
Not:Yazıyı hazırlarken Yasin Durak’ın Mesele dergisine kitabı sebebiyle verdiği röportajın başlığını gördüm. Dinci bir sosyalist siyaset bilinç yaratamaz diyordu. Hiç doğru değil .Olmamış. Bunu sonra konuşalım.