ÇETİN UYGUR
Yeni Çeltek Kömür İşletmesi’nin olduğu bölge oldukça zengin bir kömür yatağıdır. Kömür damarının kalınlığının 8 ile 10 metre arasında olduğunu tahmin ediyorum. Diğer yandan bölge, ağırlıklı olarak pancar üretiminin yapıldığı büyük bir tarım alanına sahiptir. Bu yüzden bölge halkı geçimini tarımsal alandan sağlıyor. Daha sonra bu pancarın varlığı da nedeniyle bir şeker fabrikası kuruluyor ve şeker üretimine geçiliyor. Bu da Havza, Merzifon, Suluova ve Amasya bölgelerindeki ekonomik üretimin ve yapılanmanın doğuşunu sağlıyor. Köylüler pancarı üretip şeker fabrikasına gönderiliyordu. Fakat pancarın şekere dönüşmesinde ihtiyaç duyulan enerji açısından da bölgedeki Çeltek kömürü önemli bir kaynaktı. Dolayısıyla madencilikte de köylü işsiz, yoksul insanlar işçi olarak çalışıyorlardı. Onlar kömür üretirlerdi ve üretilen kömür bir yandan hızla şeker fabrikasına gönderilirken diğer yandan da halkın ısınmasını sağlayan yakıtı olurdu. Bölge halkı hem fabrikada hem de madende sömürülen konumundaydı.
Dini kimlik değil sınıf bilinci öndeydi
Bu sömürü zaman içerisinde 1975 yılında Yeraltı Maden İş’in kurulmasına neden oldu. Sendikal anlamda yeni sayılabilecek bir anlayış Yeni Çeltek’te başlatıldı. Bu yeni anlayışla işçiler sadece çalıştıkları 8 saatlik sürede örgütlü olmuyor; bu örgütlülüğü gelmiş oldukları köylere, evlerine ve arkadaşlarına kadar yayıyorlardı. İşçiler belki yasa gereği sendikanın üyesidirler ama işçilerin ürettiği değerlerin ne anlama geldiğini (işyerindeki haklar gibi, çalışma koşulları ) anlatarak diğer yandan da özel yaşamlarındaki düzene bakışlarını öğrenerek bölgeyle birlikte örgütlenme gerçekleşmiş oluyordu. Bu örgütlenme sisteminde vardiyalara ve çalışma gruplarına göre ayrılan 10-15 kişilik komiteler oluşturuldu. Komitelerin sözcüleri de sendikanın genel merkeziyle iletişime geçerek aradaki bağı kuruyordu ve yılın belirli aylarında toplantılar gerçekleştiriyorlardı. Böylece tüm işçilerin talepleri, sorunları, düşünceleri konuşulup tartışılabiliyordu. Bu da işçilere ciddi bir canlılık ve sınıf bilinci yaratmaya başladı ve bu bilinçle tartışma ve mücadelenin içinde temsil yetkilerini kullanır olmuşlardı. İşçiler arasında kesinlikle din ve bölge gibi ayrımlar yapılmazdı. Sınıf bilinciyle donanarak çok hızlı bir şekilde bölgedeki devrimci düşünceye uyum sağlayan hale geldiler.
Sol düşünce yaygınlaştı
Türkiye’de yaşanan sürecin sıcak ve hareketliliğinin içinde çok hızlı gelişiyordu. 1976’da bir toplu sözleşme süreci geldi. Daha sonra 1978’de onların iradelerinin de yansıdığı bir toplu sözleşme durumu oldu. Ve aynı anda da hafiften bir çalkantı söz konusu oldu. Çalkantı Yeni Çeltik Şirketi’nde kömür zenginliğini artırmak için kömürün azaldığı dedikodularının yayılmasıyla oldu. Güya sondaj yapmışlar ve sondajların sonrasında kömürün artık bitme ihtimali olduğu gibi söylemler oldu. Oysa bu bir yalandı. Sondajları fay hattı diye de denilebilecek yerlere yapıyorlar ve kırılma noktalarına yaptıkları için kötü sonuçlar çıkıyordu. Bunu sendika olarak biz açıklayınca şirket sus pus olup hiçbir şey söyleyemedi. Bu bölgedeki hareketlenmeyle birlikte şeker fabrikasında çalışan “pancar yabacıları” diye tanımlanan işçiler de sendika isteklerini dile getirdiler. Sonra da madencilerin de desteğiyle YABA-DER kuruldu. YABA-DER’i kurmakla kalmayıp bölgedeki sol düşüncelerin de yaygınlaşmasıyla birlikte işçi-köylü-gençlik derneklerini de kurdular. Bu dernekler işe ihtiyacı olan kişileri, onların ihtiyaçları ve sorunlarıyla da ilgilenme gibi sorumluluk yüklendiler. Bölgedeki bu örgütlülük ülkücü anlayışın sağ düşüncenin toplum üzerindeki baskısı ve şiddetini kırdı.
Yeni Çeltek’te üretilen kömürün bir büyük kısmı da ancak karaborsayla topluma gidiyor ve çok daha pahalıya satılıyordu. Bunun üzerine bu işçi-köylü-gençlik derneklerinin öncülüğünde mahalle komiteleri de kuruldu.
İşçiler: Üreten biziz yöneten de biz olacağız
12 Eylül’de bu komiteler, yargılama aşamasında “Devrimci Yol davasında kurulmuş komiteler” diye tanımlanarak iddianamede geçti. Daha sonra şirketi yabancı sermayeye, Polonyalılara ihaleyle vermeye kalkıyorlar. Bu duyulur duyulmaz işçiler içerisinde büyük bir tepkiye neden oldu. Kapatmak mevzusundan sonra bir de bu duyulunca işçiler işletmeye el koydular. Üretmiyoruz gibi bir el koyma değil. Artık bundan sonra burada “Üreten de biziz yöneten de biz olacağız” dediler. Öyle bir yönetme ki; daha önce işletme zarar ediyor diyen işverenleri yalancı çıkarıp işletmenin karının 4 milyon lira olduğu ilan edildi. Muhasebe de işçilerin kontrolündeydi ve her gün gelirlerle giderler panoya asılırdı. Bu kadar kârı bir arada görmek büyük şaşkınlık yarattı. İşverenlerin yalanı kısa süre içerisinde su yüzüne çıktı ve artık işçiler bu yalanı biliyorlardı. Üreten biziz yöneten de biz olacağız sloganının bu denli hayata geçmesi o evrede oldu.
80 darbesinden bugüne
Bugün 300 maden işçisinin ölümünden sorumlu olan katil şirkete işletme hakkı verildi. Çok ciddi bir şekilde 12 Eylül’ün getirdiği bir sonuç olarak Ülkü Ocakları aracılığıyla bölgede AKP ve MHP gibi siyasi iktidarların örgütlenmesi ciddi bir ayrım oluşturuyor.
Son dönemde oraya gittiğimde güzel bir örnekle karşılaştım. Eski Maden-İş sendikası üyelerinin çocukları ya da genç kuşağı bu son eylemdeki işçilerin yanına onlara başarı dilemeye gitmişler. Bu eylem gerçek anlamda işçi eylemi değildi. İşçilerin onlara sınıf bilincini anlatacak bir sendikaları yok. Sınıf bilinci kazanmıyorlar. Eski sendikacıların yeni kuşağı oraya gittiklerinde onlara Yeni Çeltek belgeselini seyrettiriyor ve böyle yapın diyorlar. Ve bundan sonra işçiler ailelerini eyleme getiriyor. Ayrıca sendikanın, şu andaki oradaki sendika Türk-İş’e bağlı ve TMİŞ sendikası yöneticisi de AKP’nin seçtirdiği kişidir. Devlet sendikayı bile kendi kontrolüne alıyor. Dolayısıyla eylemi gerçek anlamda bir işçi eyleminden çıkarıp açlık grevi tarzı işlevsiz bir eyleme dönüştürüyorlar. Ama bu bile o bölgede o derece önemli bir etki yaratıyor ki siyası iktidar ciddi anlamda sarsılıyor. Çünkü işletmenin ciddi anlamda bölgeye etkisi var (ekonomik açıdan). Dolayısıyla AKP acele bir şekilde herkesi seferber ederek işçileri ikna edip çıkartıyorlar. Eğer gerçek anlamda bir sınıf sendikası örgütlenmesi olsaydı şunu görürlerdi: Şu anda oradaki işveren (Soma’daki) 301 madencinin ölümüne neden olan işverenin AKP tarafından özel olarak kendisine verilmiş olan imtiyazlarla güçlenmiş zengin olmuş bir sermayedir. Gene AKP aracılığıyla orada santral kuracaktı ama Merzifon, Havza, Suluova halkı karşı çıktı.
Esas amaçları işçilerin bilinç düzeyinin milliyetçiliği aşmamasıydı. Geldikleri noktada işveren bundan kurtuluşunu yine kendisini yaratmış olan bu siyasi iktidardan istiyor. İsteği de bölgedeki bir sermaye yapılanması yaratmak. O sermaye yapılanması da belediyeler ve şeker fabrikası aracılığıyla yapılacak. Çünkü şeker fabrikası üretimi azalmış olsa bile ihtiyaç duyduğu kömür enerjisini karşılayabilmek için onu da devreye sokarak yeni bir sermaye grubu oluşturacaklar. Ve buradaki yönetim bu işletmenin eline verilecek. Dolayısıyla buradaki rödovanslı üretim yetkinliği bu yeni bölgenin şirketine verecekler. Fakat bölgenin şirketi siyasi iktidarın kontrolündeki bir yapıya geçecek. Bu işleyiş bir çıkış değil. Bunun tek çıkışı gerçek bir sınıf önderliğinin orada kendini göstermesi gerekiyor. Bir politik önderliğin onlara yol göstermesi gerekiyor. Ancak bu şekilde oradaki işletme, işçileri hem de bu işletmenin bölgeye yapacağı ekonomik katkısı hem de bölge insanlarının iş gereksinimini ve aynı zamanda da bilinç düzeylerini artırıp kendi kendilerini yönetebilmelerini sağlayacaktır.
Birlikte hareket edilmeli
Bölgedeki sosyalist düşüncelerin birlikte hareket ederek bir geleceği belirlemesi gerekmektedir. Hem bölgesel anlamda hem de genel olarak Türkiye’deki geleceklerini belirleme açısından önlerini açacaktır. Böyle bir olayda mesleki örgütlenmeler kamu örgütlenmeleri de bu olayın içerisinde yer alabilmelidir. Çünkü bir doktor da bir mühendisle beyniyle değer üretiyorlar. Onların beyinleriyle ürettiklerini işgücüyle hayata geçirenler de işçi diye tabir ettiklerimizdir. Bu yüzden bir araya gelmelidirler. Böyle bir birleşme daha aydınlık ve daha güzel bir geleceğe geçişin kapılarını açacaktır. Talep sadece o bölgenin TKY’ye devredilmesi olmamalı çünkü TKY devredilirse bu devletin başında bulunan yönetici kadrosu ve siyasal güçlerin politikası orayı işletme derdinde değildir. Onların tek amacı sermayeyi güçlendirmektir. Onların sorunu işçilerin sorununu çözmek değildir.