- 5. Başörtüsü
Başörtüsü İslam’dan önce Hint, İran, Arap ve Bizans toplumları tarafından bilinen yaygın bir giysi türüydü. Başörtüsü Kur’an’da Nur suresinde geçer.[1] Bu sûre, zihnin aydınlatılmasını amaçlayan ve âile mahremiyetine[2] ciddi vurgularda bulunan bir içeriğe sahiptir. Nûr suresi, tâciz, tecâvüz ve aldatmanın yasaklanmasıyla başlar; evliliğin toplumda kolaylaştırılması gereğine dair tavsiyeleriyle devam eder. Ayrıca bu sûre tâciz, tecâvüz ve aldatmayı suç kabul ettiği gibi tâciz, tecâvüz ve aldatmaya uygulanacak tarihsel ceza türlerini de sunar ve iffetli[3] kadınların onurunu korumaya dönük tavsiye ve emirlerde bulunur.
İslâm’ın geldiği yıllarda başörtüsünün Arap toplumunda nasıl anlamlandırıldığına dair ilginç bir anekdot[4] aktarmak istiyorum: Kureyza oğulları seferinde esir alındığı için câriye yapılan ve Peygamber’e pay olarak verilen Reyhâne adlı bir kadın, Peygamber’e “Beni nikahlama, câriyen olarak tut; özgür kadınlar gibi başıma örtü ve yüzüme peçe takmak istemiyorum.” demiştir. Ancak vicdân elçisi Muhammed, Reyhâne’yi azat eder; o da Müslüman olup Müslüman bir erkekle evlenir. Şunu hemen belirtelim ki Reyhâne’nin bekâr kalması özgürlüğünü tehdit eder bir durumdu; evlenerek özgür kadın konumuna geldi. Evliliğin kadınları koruma zırhı olması ve özgür kadın statüsü kazandırması dönemin Arap geleneğiyle ilgili bir durumdu. Ancak bu gelenek Müslümanlar arasında İslâm’ın bir değeriymiş gibi yaşatılmaktadır.
Nûr-30. âyet, önce erkekleri uyararak konuya giriş yapar, çünkü erkek egemen bir toplumda öncelikli seslenme erkeklere ayrılmalı ki erkekler saldırganlıklarından arındırılsınlar. Kadınları câriye durumuna getirenler, kadınların sırtından para kazananlar erkeklerdir. Bu sebeple ilk kirlenen grup erkek zümresidir. “Ey Muhammed! Güven toplumunu oluşturan erkeklere kadın bedenini sömürme amaçlı bakışlardan uzak durmalarını söyle. İlkesel duruşlarını korusunlar, aralarında cinsel sersestlik olanlarla cinsel ilişkiye girsinler. Temiz olan davranış ve erdemli olmak işte budur. Yaptığınız hiçbir şey toplumdan gizli kalmaz.”[5] diyen Kur’ân, erkekleri erdemli olmaya çağırır ve ardından kadınları da uyararak toplumsal gerekçeleri dikkate alan gerekli açıklamalarda bulunur.
Kur’an, kadınları uyarırken “Ey Muhammed! Güven toplumunu oluşturan kadınlara erkek bedenini sömürme amaçlı bakışlardan uzak durmalarını söyle. İlkesel duruşlarını korusunlar, aralarında cinsel sersestlik olanlarla cinsel ilişkiye girsinler. Görünmesi kaçınılmaz olan yerlerin dışındaki bölgelerini örtsünler, cinsel çekiciliklerini sergilemesinler. Başlarındaki örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine salsınlar. Dışarıda örtülmesi gereken yerlerini kocası, babası, kayınbabası, oğlu, üvey oğlu, kardeşi, kardeşinin oğlu, kız kardeşinin oğlu, diğer kadınlar, erkekliği kalmamış hizmetçi ve henüz kadınların şehvet uyandıran yönlerini fark edemeyen çocuğa gösterebilirler. Yürürken cinsel çekicilikleri, kadınsılıkları ve dişiliklerini fark ettirme amacına uygun biçimlerde yürümesinler. Kendilerini dişilikleriyle değil kişilikleriyle kabul ettirmeye çalışsınlar. Ey evrensel insânî değerlere güvenenler! Hepiniz vicdân, akıl, sağduyu ve doğal olana uyun ki mutluluğu yakalayabilesiniz.”[6] âyetini ortaya koyar. Bu âyetin gündem oluşturduğu dönemde sırt ve göğüs dekoltesi[7] özgür kadınlar arasında yaygın bir modaydı. Bazı özgür kadınlar, omuzlarını açarak, elbiselerini göğüslerine kadar indirerek gezerler veya başlarındaki örtülerini de kafalarının arkasına bağlayarak boyunlarını açarlardı.
Âyette geçen hımar kelimesinin açıklamasında “Hamr kelimesinin aslı bir şeyi örtmektir. Kendisiyle örtünülen şeye hımar denir. Ancak bu kelime, örfte kadınların başlarını örttükleri başörtüsüne özel isim olmuştur.”[8] denir. Nûr-31. âyet dikkatle incelendiğinde özgür kadınlara başörtüsü telkini yapılırken başörtüsü Hintliler gibi kadının veya erkeğin benliğindeki arzuları öldürme, Yahûdîlerdeki gibi erkeğin kadın üzerindeki egemenliğinin sembolü, Hristiyanlıkta olduğu gibi kadını aşağı varlık olarak kabul etme ve gelenekte olduğu gibi erkeğin kıskançlık saplantısının gereği olarak kadını görünmez kılma araçları değildir.
Bu âyetteki başörtüsü kadının başında örtü olmadığında bunu bir cinsellik çağrısı, kadının sahipsizliği veya câriyeliği sanan bir toplumda kadın için koruma kalkanıdır. Ayrıca bu âyet toplumsal bir örf olan baş örtmeyi “görünmesi zorunlu olan yerlerin dışında kalan” diye bir ibâre kullanarak kadın açısından uygulanabilir bir düzeye getirmiştir. “Zorunlu yerlerin dışında kalan yerler neresidir?” sorusuna Keffâl, “kültürün onayladığı açılabilecek kısımlar” diyerek örfî bir uygulamayı yine örfî pencereden açıklamıştır. Bu yaklaşım oldukça doğrudur. Çünkü her toplumun, her bölgenin, her kültürün tolerans, anlayış ve uygulamaları birbirinden farklıdır.
Nûr-31. âyet, başa örtü örtmeyi “İman açısından mı yoksa etik ve hukûk yönünden mi ele alıyor?” diye sorduğumuzda konunun inanıp inanmama ile ilgisi olmayıp toplumsal gerekçelere dayandırıldığı ve örfî anlamda ele alındığı apaçık görülüyor. İmam Şafî’ye göre Kur’an’daki bir emir için yapılmadığı veya uygulanmadığı durumlarda bir ceza, azap ve tehdit belirtiliyorsa bu emir farz olur, vücup[9] anlatır; ancak emrin yerine getirilmemesi durumunda ceza, azap ve tehdit belirtilmiyorsa bu emir edep[10] ve olgunlaşmaya ait bir davranış telkinidir.[11] İmam Gazâlî, bir emrin birden çok tekrar edilmesi durumunda vücup anlatacağını, eğer üzerinde “farziyet mi, edep mi” türünden bir tartışma olan emir varsa hüküm vermekten uzak durulması gerektiğini tavsiye eder. Kur’an’daki tüm emirlerin vücup anlattığını iddiâ etmek Sünnî fıkıh geleneğinde bile kabul görmez.
Özgür kadınların başındaki örtünün göğüslere doğru sarkıtılmasıyla ilgili emir cümlesini tarihsel ve toplumsal bağlamından koparmadan araç-amaç yönünden ele alırsak, bu emrin birden çok tekrar edilmediğini ve başa örtü örtülmediğinde cehennem azabı gibi bir tehdidin olmadığını açıkça görürüz. Yani emir inanıp inanmama yönünden değil Arap toplumuna özgü bir durum olan özgür kadının hukûkunu koruma, saldırganlaşan cinsel açgözlülüğü engelleme, kadının şerefini gözetme gibi etik ve hukûkî gerekçelerle dile getirilir. Bu sebepledir ki göğsün örtülmesi mutlak olarak vurgulanır. Çünkü Arap toplumunda bu tip bir açıklığı ancak câriyeler yapabilir, özgür kadınların göğüs dekoltesi yapması onların da câriye gibi algılanmasına ve saldırıya açık hale gelmelerine neden olur. Yani emrin verilme gerekçesi ve şekli tamamen yerel, tarihsel ve kültüreldir.
Toplumsal uygulamayı daha önce belirttiğim için başörtüsü özgür kadının özgürlük sembolüdür, alınıp satılamayacağının garantisidir. İşte bu ortamda “örfen açılabilen kısımlar dışında kalan bölge”nin örtülmesi emri ile cilbâb emri birlikte düşünüldüğünde kadını korumaya dönük bir tarihsel ve yerel bir emir ortaya çıkar. Yani “Kadının süslenip cinselliğini sergilemek için en çekici vücut bölgelerini ortaya koymasının yasaklanması başın örtülmesi olan bir örften daha önemlidir.” mesajını Kur’ân’dan gayet rahatlıkla alabiliyoruz. Çünkü vücudun teşhiri cinselliğe aç, kadını sadece cinsel doyum aracı gören ve kadının erkekleri mutlu etmek için erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına inanan pek çok erkek, başı açık veya göğüs dekoltesi olan kadınlara saldırmayı bir hak olarak görür. Âyet, kadın onurunu toplumsal koşullara göre koruma yönteminisöylüyor. Örneğin bir kadın kendine yakıştırdığı mini eteğiyle gezdiğinde veya bikinisiyle denize girdiğinde toplum tarafından normal bir davranış biçimi içinde kabul ediliyor; kendisine cinsel veya bedensel bir saldırı olmuyor, korunmak için bir araca ihtiyaç duymuyor ve özgürce giyinip denize giriyorsa bu toplumda kadını örterek koruma yöntemi uygulamanın gereği de olmaz. Ancak kadının çıplak topuğunu görünce kadına tecavüze yeltenen Arap toplumunda kadını korumak için başörtüsü ve cilbâb şart olur.
Arap toplumundaki aşırılık gibi Batı’da da Hristiyanlığın kadın bedenini aşağılamasına tepki olarak çıplak kadın vücudunun öne çıkarılması kadın özgürlüğü adına bir tepki ortaya koymakla birlikte sorumluluk almayan bir cinsel yaşam da doğurmuştur. Hâlbuki kadın ve erkek, doğalarını en doğal biçimde, etik kurallar içinde ve karşılıklı saygıyla gerçekleştirmelidir.
- 6. Usûl ve Fürû
Şah Veliyullah Dehlevi, “Hz. Peygamber, örtünmeyle ilgili emri kendi dönemindeki örfe göre uygulamıştır.” diyerek konuyu can damarından yakalar. Başörtüsü Ehl-i Sünnet fıkhında bile usûlden[12] değil fürûdan[13] kabul edilir. Fürû, kişinin davranışını ilgilendiren pratik alandır ve fıkıh bu alanın bilim dalıdır. Fürû, önemsizdir diye bir hüküm verilemez elbette. Ritüeller de fürûnun konusudur, bireysel doyum açısından ve toplumsal birliktelik ortamı sağlaması yönünden de önemlidir. Ancak ritüelleri yapmayanların kâfir olacakları, cehenneme gidecekleri gibi usûlü ilgilendiren herhangi bir âyet tehdidiyle karşılaşmıyoruz. Tanrı’ya inanma ve güvenmeyi doğrudan ilgilendiren alan usûl alanıdır, kelâm[14] ve akâid[15] bu alanın bilim dallarıdır. Başörtüsü, İslâm bilimleri geleneğinde hiçbir zaman kelâm ve akâid alanı içinde değerlendirilmemiştir. Çünkü başörtüsü Tanrı’ya inanıp inanmama göstergesi ve İslâm emri olmayıp câhiliye Araplarının yaşadığı ortamda kadınları korumaya dönük yerel bir emirdir.
Yunus Vehbi Yavuz, Peygamber’in eşleri başörtüsü taktığı için kadınların başörtüsü takmasını sünnet kabul eder. Ancak bu bakış isâbetli değildir. Peygamber’in eşleri Arap toplumunda özgür kadınlar kategorisinde olduklarından hem sokakta cilbâblarını giydiler hem de başlarını örttüler. Bundan da dînî kanıt değil, örfî delil çıkarılabilir. Örtünme, İslâm ile gelmiş bir uygulamaymış gibi hüküm vermek, tarihten kopmak ve bir anakronizmdir.[16] Kur’ân, tarihsel gerçeklik, gelenek ve uygulamalardan koparak ilk kez örtünme emri vermiyor; Nûr suresindeki ilgili âyetlerin sibâk[17] ve siyâkı[18] düşünüldüğünde yerel ve tarihsel bir kültürden hareketle İslâm’dan önce de var olan köklü bir uygulamayı hatırlatıyor; böylece kadının korunması meselesinde olması gereken ile pratikte olan arasında nerede durulması gerektiğine dair bir ölçü getiriyor.
- 7. Avret, Şeriat ve Din
Nur-31. âyette “örtünmesi gereken yerler” diye çevrilen avret[19] kelimesi üzerinde ciddi tartışmalar yapılmıştır. Başkalarının yanında örtülmesi gereken vücut bölgelerine avret yeleri denir. Peki, görünmesi zorunlu olan vücut bölgeleri ile nereler kastediliyor, diye tekrar sorduğumuzda Kur’an açıkça cevap vermiyor. Bu açık olmayan ifadeden avrette asıl ve ayrıntı üzerinde bir ayrıma gitmemiz gerektiği ortaya çıkmaktadır. Mezhepler arasında bile avret konusunda çok ilginç yaklaşımlar sergilenmiştir:
Mâlikî ve Hanefî fıkıhçıların geneli cinsel organ ve popoyu asıl avret, toplum tarafından gösterilmesi hoş görülmeyen yerleri hafif avret diye tanımlamışlar; Şah Veliyullah Dehlevî de cinsel organ ve popoyu mutlak avret sayarken vücudun diğer bölgelerinin örtünmesini mendup[20] kabul etmiştir. Yani popo ve cinsel organ dışındaki alana âyetin açık beyanı olan göğüsleri de dâhil ettiğimizde bunların dışındaki bölgelerin avret sayılması tamamen kültürel, yerel ve örfîdir. Bu durumda kadın bedeninin mahrem alanları poposu, cinsel organı ve göğüsleridir. Bu alanlar mutlaka kapatılmalıdır. Bu alanların dışındaki vücut bölgelerinin örtülmesi örf, gelenek ve âdettendir.
İmam Azam’ın hocası İbrâhim en-Nehâî, İmam Serahsî ve İmam Ebu Yusuf kolların parmak ile dirsek arasında kalan bölümünü avret kabul etmezler. İbn-i Kudâme de Şah Veliyullah Dehlevî gibi cinsel organ ve popoyu mutlak avret sayarken vücudun diğer bölgelerinin örtünmesini örfî bir tercih olarak görür. Hanefîlerin tamamı erkeğin avreti olarak göbek ile diz kapağı arasını kabul ederken bir kısım Mâlikî fıkıhçılar erkeğin baldırının avret olmadığı yönünde görüş belirtir. Mâlikî fıkıhçı Kadı Iyaz, kadının el ve yüzünü örtmesini gerekli görmez. Şâfiî fıkıhçılarının geneline göre kadının mutlak avret bölgesi göbek ile diz kapağı arasıdır. Bu içtihada göğsü de eklediğimizde İbn-i Kudâme ve Şah Veliyullah Dehlevî ile Şâfiîlerin benzer kanaat taşıdıkları ortaya çıkar. Bazı Hanefîler, kulaktan aşağı sarkan saçı avret saymazlar. İbnu’l-Cevzî’ye göre avret “açılması dinen yasaklanan bölge ile açık tutulması toplum tarafından hoş karşılanmayan bölge”dir. Burada alıntıladığım mezhep görüşlerinin tamamı kendi gerçekliklerine göre ortaya koydukları içtihatlarıdır.[21] Bu farklı yaklaşımlar da gösteriyor ki örtünmenin gerekçesi ve biçimleri yerel, tarihsel bölgesel ve kültürel farklılıklara dayanmaktadır. Bu bağlamda kadının örtünmesi şeriat alanını oluştururken kadının korunması ve kollanması dînin alanına girer. Şeriat, dînin ilkelerinin toplumsal koşullara ve zamanın ihtiyaçlarına göre yorumlanarak uygulanmasıdır. Bu yönüyle şeriatlar oldukça farklı ve çeşitliyken din tek ve değişmezdir. Şeriatlar zaman içinde yok olabilir, ama din hep yaşar. Şeriatlar, bir topluma ilaçken başka topluma zehir olabilir; fakat din her topluma şifa olur. Çünkü din; vicdân, sağduyu, akıl, paylaşım, direniş, güven, barış, eşitlik, kıst, dayanışma, kollama ve direniştir. Şeriat ise bu ilkelerin ortama göre hukûk, etik, siyâset ve ordu gücüyle hayata geçirilmesidir. İlkeleri uygulama yerine yöneticilerin kaiyer ve konforuna hizmet aracına dönüşen; değişen zamana ayak uyduramayan şeriatlar devrilir ve yerine yenileri getirilir. Çünkü amaç dîni yaşatmaktır. Kadının korunması ve kollanması din iken bunun Araplarda başörtüsü ve cilbâbla sağlanması Arap toplumuna özel şeriattır. Arap toplumuna has şeriatın her Müslüman toplumda aynen uygulanmasına gerek yoktur. Her toplum, kadının korunmasında farklı yöntem ve hukûk geliştirebilir.
Türkiye’nin Medenî Kânûn’u, kadının korunması bakımından başörtüsü ve cilbab giyme hükmü taşıyan Kur’ân şeriatından daha etkilidir. Çünkü Medenî Kânun, kadın mülkiyet hakkından evlenme ve yaşam hakkına kadar geniş bir alanda kadını koruma altına almaktadır. Medenî Kânun, İslâm dîniyle hiçbir biçimde çelişmezken Kur’ân’da özgür Arap kadınlarının korunması için emredilen başörtüsü ve cilbâb şeriatından ileride bir içeriktedir. O nedenle Medenî Kânun’u uygulamak dindârlık, başörtüsü ve cilbâb’ın emredilme gerekçesini görmezden gelerek onları vazgeçilmez kabul etmek şeriatçılıktır. Dîni öteleyip şeriatı vazgeçilmez saymak, 1444 yıl öncesinin koşullarındaki bir ilacı 2024 yılında ve Arap gelenekleriyle uyuşmayan bir toplumda şifa kaynağı görme hastalığıdır.
Devam edecek…
___________________________________________________________
[1] Nur, 31.
[2] Mahremiyet: Mahrem olma durumu, bir kimsenin gizli dünyası, kişinin özelli, nikâh düşmeme durumu.
[3] İffet: Kendine ait olmayan veya yasak olan şeylere el uzatmamak, cinsel doyumu etik kurallara uygun biçimde karşılamak, dürüst yaşamak.
[4] Anekdot: Büyük bir olayın başlı başına bir bütünlük gösteren, ayrı ve küçük bir hikâye olabilecek nitelikteki parçası: Kısa hikâye, küçürek öykü.
[5] Nur, 30.
[6] Nur, 31.
[7] Dekolte: Çıplak, açık, örtüsüz; bacak, omuz, göğüs ve sırtın açılması.
[8] Râğıp el-İsfehânî, el-Müfredât, H-M-R mad., çev. ve not. Yusuf Türker, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
[9] Farziyet: Farzlık, bir işin/şeyin mutlaka yapılması gerektiğini belirten emir. (Vücup: Vâciplik. İşin yerine getirilmesi emri.)
[10] Edep: Kabalıktan uzak olma, düzgün davranış.
[11] Telkin: Anlatma, aklına sokma, hukûkta tanığı etkileme.
[12] Usül: Asıllar, kökler, esaslar, ilkeler, müzikte ritm kalıbı, hukûkta temel ilkeler.
[13] Fürû: Dallar, bir atadan gelen altsoy, bir ilkeye bağlı detaylar.
[14] Kelâm: Tanrı, peygamber, kutsal kitap, âhiret, cennet, cehennem, melek gibi konuları ele alan din felsefesi. (Tanrı’ya inanma, Tanrı’nın niteliği üzerinde yapılan tartışmalar)
[15] Akâid: Akîdeler, düğümler, düğüm atmalar, düğüm atarak oluşturulan bağlar, inanılması zorunlu ilkeler ve temel kurallar. Dinsel dogmalar. Akâid alanının oluşturduğu ilkeler toplamına âmentü denir. (Melek akîdesi, âhiret akîdesi, Mu‘tezile’nin kader akîdesi gibi.)
[16] Anakronizm: Faklı çağları birbirine karıştırma, bir olayın çağıyla ilgili yanılma. (Fatih’in Papa’yla telefonla görüştürülmesi bir anakronizmdir.)
[17] Sibak: Bir cümle veya kelimenin kendinden sonraki kelime ve cümle (ile ilgisi).
[18] Siyak: Bir cümle veya kelimenin kendinden öncesindeki kelime ve cümle (ile ilgisi).
[19] Avret: Ayıplı, özürlü, ayıp, kusur, çıplak biçimde gösterilmeyen vücut bölgesi.
[20] Mendup: Yapılmasında edebe uygun olan ancak yapılmadığında günah olmayan davranış
[21] İçtihat: Çalışıp çabalama, gayret gösterme, (hukûkta) yeni yol açma, hukûk yorumu.