- 1. Yahûdîlerde Örtü
Sâmi kültürünün çok önemli bir temsilcisi olan Yahûdîlerde başörtüsü Orta Asur’da ve Hammurabi yasalarında görülen içeriğiyle devam eder. Yahûdîlerde başörtüsü ve peçe evlilik sembolü niteliği kazanır. Ayrıca başörtüsü Yahûdî kadınları tarafından asâlet[1] ve üstünlük statüsüne ait bir görüntü olarak da kullanılır. Yahûdîliğin temel metni olan Tevrat’ta başörtüsü kıssalar içinde anlatılır ve sosyal statüleri[2] yansıtan giyim biçimi olarak dile getirilir, dînî bir içerikle verilmez.
Tevrat’tan sonra oluşturulan ve Yahûdîliğin temel ilkelerini ve inanç değerlerini belirleyen Rabbinik[3] metinlerde, başörtüsü ilk kez dînî bir yönle ele alınır. Paleolitik çağdan Rabbinik metinlerine kadar asla dinsel yönden ele alınmayan başörtüsü, Rabbinik literatürle birlikte inançsal değer kazandırılan bir sosyal sorumluluk haline getirilir. Bu metinlerde şu tür hükümler dikkatimizi çeker:
1. Kadının saçlarını dışarıda göstermesine izin veren kocaya lanet olsun.
2. Süslenmek için sokakta saçını açan kadın yoksulluk nedenidir.
3. İsrail kızlarına dışarıda başı açık gezmek yaraşmaz.
4. Başı açık kadın çıplak sayılır.
5. Başı açık olan evli bir kadının olduğu yerde dua edilmez/ritüel yapılmaz.
Yahûdîliğin diğer bir önemli kaynağı olan Talmut’a göre sokakta başı açık gezen bir kadını kocası mehir vermeden boşayabilir. Çünkü böyle dolaşan kadın özgürlüğe leke getirmiş olup fâhişe ve câriye gibi dolaşmıştır.
Yahûdîlik tarihinde başörtüsü genel anlamda dört şekilde yorumlanmış ve uygulanmıştır:
- Başörtüsü kadının üst tabakadan/soylulardan olduğunu, alınıp satılan bir câriye olmadığını gösteren bir semboldür. Buna delil olarak Tevrat’ta geçen Yahuda’nın gelini Tamar’ın örtünmesi gösterilir. Bu anlayış bugünkü geleneksel Orta Doğu yaklaşımıyla uyum sağlayan bir uygulamadır.[4]
- Başörtüsü iffetli kadının sembolüdür.[5] Çünkü fâhişe ve câriye örtünemez. Buna delil olarak Tevrat’ta geçen Rebeka’nın örtünmesi örnek verilir. Bu madde de geleneksel Ortadoğu yaklaşımıyla uyumlu bir uygulamadır.[6]
- Yahûdî tarihinde MS II. yüzyılda başlayıp Yahuda Ha-Nasi[7] ile son bulan Tannaitik Dönem’de baş açmak iffete hakaret olarak kabul edildiği için başını açan özgür kadınlara ciddi cezalar verilmiştir.
Bu dönemde bazı fâhişeler, saygınlık kazanmak veya fuhşu[8] terk ettiklerini göstermek için sokakta başlarını örtme yoluna gitmişlerdir. Zaman içinde puta tapıcı kültüre başkaldırının da sembolü olmasıyla Yahûdîlikten Hristiyanlığa ikincil bir nitelikle taşınır.
- Kadının bir kocaya ait oluşunun sembolü olup sadece evli kadınlar başlarını örterler. Buna delil olarak Tevrat’ta geçen Yakup’un karısı Rahel’in örtünmesi gösterilir.[9]
Yukarıdaki tüm Tevrat delilleri aslında tarihsel tecrübenin Tevrat kanalıyla sürdürülmüş biçimidir. Bu tespitler, Orta Asur ve Hammurabi yasalarından gelen geleneğin Tevrat’ta kıssalar içinde anlatılarak aktarılmasından ibarettir. Kadîm geleneğe dayalı olup sonradan dinsel renk kazanan yukarıdaki inanç değerleri Yahûdîlerde XIX. yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir. Sonraki dönemlerde Hasidî Yahûdîlerinin[10] kadınları dışarıda peruk takmışlar, diğer Yahûdî kadınları ise sadece havrada (sinagog)[11] başlarını örter olmuşlardır.
- 2. Hristiyanlarda Örtü
Hristiyanlık, Yahûdîlerdeki yasaları aynen uygular. Çünkü Hristiyan kültüründe Tevrat I. Sözleşme kabul edilirken İncil II. Sözleşme olarak benimsenir. Yani aynı coğrafyanın insanları olan Hristiyanlar ile Yahûdîler arasında kültürel bir iletişim, etkileşim, devam ve süreç söz konusudur. Hristiyanlıkta başörtüsü daha da farklı bir anlam kazanır. Bilinen sinoptik İncillerde[12] ve Yuhanna İncil’inde başı örtmek diye bir emir veya yasaklama yokken başörtüsünün dini gerekçesi Pavlus’un Korintliler’e I. Mektubu’nda ontolojik[13] açıdan ele alınır.[14] Başörtüsü Pavlus tarafından kadın var oluşunun vazgeçilmez bir gereği olarak sunulur. Pavlus “Korintlilere niçin başörtüsü emrini vermiştir?” dediğimizde bunun cevabını Korint’in yapısından çıkarırız. Çünkü Korint, yüzlerce fâhişenin barındığı ve cinsel ahlaksızlığa merkez olan bir Yunan-Roma şehriydi. Pavlus’un Yahûdî hahamlığından Hristiyanlığa geçmiş biri olması ve Orta Doğu’da iffetli ile fâhişe ve câriyenin de başörtüsüyle birbirinden ayrıştırıldığı gerçeğinin hala yürürlükte olması sebebiyle Pavlus elbette Korintli dindaşlarına bu geleneği uygulamalarını tavsiye edecekti. Pavlus, tarihsel süreçte ve konjonktürde[15] gayet doğal olan bir uygulamayı hatırlatmış ancak bunu Tanrısal bir emir niteliğine büründürerek ve kadın doğasının temel yapısı diye sunarak Rabbinik metinlerle hem paralellik sergilemiş hem de onlardan bir adım öteye gitmiştir. Böylece Orta Asur Dönemi’nden başlayan özgürlük ve iffetlilik simgesi olan başörtüsü, eski haham Pavlus’un yeni içtihadıyla Hristiyanlıkta tartışmasız biçimde dinsel bir emir, dindârı dinsizden ayıran nitelik ve Tanrı’nın rızasını kazandıran cennetlik bir davranış biçimi anlamı kazanmıştır.
İsa’nın ölümünden sadece yirmi dört yıl sonra yazılan Pavlus’un Korintliler’e I. Mektup XI. Bölümü’ne dikkatle baktığımızda Müslümanlar arasında İslâm’ın ilkeleriymiş gibi satılan İncil hükümlerini görebiliriz. Örneğin kadının erkekten yaratılması, kadının başını örtmeden dua edemeyeceği veya namaz kılamayacağı, kadının erkeğine her hal ve şartta mutlak itaat etmesi gerektiği, insanın Tanrı suretinde yaratıldığı[16] gibi hususlar ilginç çıkarımlar olarak karşımıza gelir.
Korintliler’e I. Mektup üzerinde yapılan yorumlardan özellikle Hristiyan tarihselcilerin yorumları dikkat çekicidir. Onlara göre bu mektup şöyle değerlendirilmelidir:
- Başörtüsüyle ilgili hüküm günümüze uymayan kültürel bir âdeti yansıtır.
- Kadının erkeğine mutlak boyun eğmesi tavrı, modası geçmiş bir Yahûdî geleneği
- Korintliler’de kadının başını örtmemesi o kimsenin fahişe olduğunun göstergesiydi.
- Bugün için kadının erkeğine boyun eğmesinin gereği olarak veya kocasına itaati ve bağlılığı sebebiyle başın örtülmesi anlayışına gerek kalmamıştır.
Rahibeler de MS 3. yüzyıldan itibaren kendilerini İsa ile mânevî nikâhlı kabul ettikleri için başlarını örterler. Çünkü yukarıda da geçtiği gibi başörtüsü erkeğe bağlılığın, bir kocaya ait oluşun da sembolüdür. Hristiyan kadınların âyinlerde başlarını örtmesinin gerekçesi de İncil’in ilgili pasajıdır.[17]
- İslâm’da Kadın
- 1. İslâm Öncesi Kadın Örtüsü
İslâm geldiğinde daha önce belirttiğim tarzda bir başörtüsü anlayışı toplumda hâkimdi. Yani câriye ve fâhişe olmayanların başının bağlı olduğu bir ortam vardı.[18] Serbest sözcüğü özgürlük göstergesi olan başörtüsünü takan kadın anlamını taşır. Ancak zaman içinde genel bir özgürlük anlamı kazanmıştır.
- Ficar Savaşı[19] bile Kureyş ve Kinâne oğullarından bir kısım gençlerin Âmiroğullarından özgür bir kadının yüzünü açmaya zorlamaları üzerine patlak vermiştir. Bu olay, câhiliye Araplarının da başörtüsüne iffet-namus perspektifinden yaklaştıklarını göstermektedir. İslâm öncesi dönemin Arap şairlerinden olan Ferezdâk başörtülü bir kadının başını ancak baba, kardeş, koca ve dayı yanında açabileceğini anlatır. Yine İslâm gelmeden önce savaş meydanlarında orduya cesaret vermek için zılgıt atmaya gelen kadınlar, eğer savaş kaybedilirse gâlip tarafa câriye olmamak için yüzleri ve başlarını açarak kendilerine değersiz bir câriye süsü vermeye çalışırlardı. Böylece esir alınacak değerli bir kadın olmadıkları mesajını vererek yurtlarına dönmek isterlerdi.
Başörtüsü ve cilbâb, İslâm öncesinde özgür kadınların kullandığı bir giysi türüydü. Câhiliye Dönemi’nde özgür kadınlar içinde başı ve göğsünü örtenler olduğu gibi bugünün Türkmenistan’ında da yaygın biçimde gördüğüm başını örtüp boynu, gerdanı ve göğsünü açan özgür kadınlar da vardı. Yani göğüs şov normaldi. Vicdân elçisi Muhammed, henüz tesettür düzenlemesiyle ilgili bir âyetin olmadığı Mekke Dönemi’nde bile bu geleneksel uygulamayı ciddiye almıştır. Mekkelilerin kendisini tartakladığı sırada koşarak yanına gelen kızı Zeynep’in boyun, gerdan ve göğsü açılınca vicdân elçisi Muhammed, bitkin halinde bile kızına açık yerlerini örtmesini söylemiştir. Şehvetçi ve sınır tanımaz bir toplumda kadının kendini korumasının en etkin yolu doğal olarak cinsel çağrışıma kapı aralayacak bölgelerin örtülmesiydi.
İslâm öncesi Mekke’de bekâr kızların peçesiz sokağa çıkmaları çirkin karşılanırdı. Sadece kadının değil erkeğin bile baş açması çoğu zaman hoş karşılanmazdı. Öyle ki baş açık gezmeyi ahlâk haline getiren erkeğin şahitliği reddedilirdi. Bu durumlar İslâm’ın 17. senesinde gelen tesettür âyetinden önce başörtüsünün Arap toplumunda hangi reflekslerle kabul gördüğünü anlatmaya yeter.
Devam edecek…
________________________________________________
[1] ASÂLET: Köklü olma, soylu olma, asillik, soyluluk. Sınıflı toplumda üst sınıftan, yönetici ve seçkin sınıftan olma.
[2] STATÜ: Konum, durum, mevki, toplumsal konum, itibar.
[3] RABBANÎLER: Rabbânî Yahudilik (Yahadut Rabbanit). İlk dönem Yahûdî mezheplerinden Ferîsîliğin devamıdır. II-VI. yüzyıllar arasında oluşturulan Talmud çalışmaları çerçevesinde ortaya çıkmış, bu tarihten itibaren Yahûdîliğin geçerli mezhebi olmuştur. Rabbânî Yahûdîliğe göre Tevrat’ta geçen “Ve Rab Mûsâ’ya dedi: Dağa yanıma çık ve orada bulun; taş levhaları, yazdığım şeriat ve emirleri öğretmek için onları sana vereceğim (Çıkış, 24: 12)” âyeti Sînâ’da Mûsâ’ya hem yazılı hem sözlü Tora’nın verildiğini göstermektedir. Her ikisi de nesilden nesile aktarılmış ve sözlü Tora milâttan sonra II. yüzyılda derlenmiş, VI-II. yüzyıllarda Bâbil ve Kudüs Talmudları oluşturulmuştur. Daha sonraki asırlarda Talmudla ilgili açıklamalar, soru ve cevaplar, yorumlar şeklinde çok sayıda Rabbinik literatür meydana gelmiş, bu külliyât (koleksiyon) Rabbinik Yahûdîliğin temelini teşkil etmiştir. Rabbinik Yahûdîliğe göre sözlü Tora olmadan Yazılı Tora anlaşılamaz. Yahûdî dinî hukuku her şeyden önce Yazılı Tora üzerine temellendiği gibi sözlü Tora üzerine de temellenir. I. Tapınak Dönemi’nde (MÖ X-VI. yüzyıl) Yahûdîlik, Kudüs tapınağının görevlileri tarafından temsil ediliyordu. II. Tapınak Dönemi’nden itibaren (MÖ VI – MS I. yüzyıl) rabbilerin varlığı söz konusudur. Rabbiler tapınakta görevli din adamlarından farklıdır, bunlar sözlü Tora’yı da içine alan dinî hukûk uzmanlarıdır. Tapınak görevlileri sözlü Tora’yı halk rivâyetleri şeklinde gördüğünden onu kabul etmemiştir. Haşmonaim Dönemi’nde bu farklılık siyasî-dinî bir içerik kazanmış, tapınağın din adamları ve taraftarları Sadûkîleri, rabbiler ve taraftarları da Ferîsîleri oluşturmuştur. MS 70’te tapınağın yıkılışının ardından Sadûkîler ortadan kalkınca sadece Ferîsî rabbiler kalmış ve onların temsil ettiği Yahûdîlik muteber kabul edilmiştir. Orta Çağ’da Rabbinik Yahûdîlik ile Karâîlik arasında şiddetli tartışmalar meydana gelmiştir. Günümüzde Rabbinik Yahûdîlik üç büyük mezhep halinde devam etmektedir; bunlar Ortodoks, muhafazakâr ve reformist akımlardır. (TDV, İslam Ansiklopedisi, Yahudilik mad.).
[4] Kitabı Mukaddes, Tevratı Şerif Yahut Eski Ahit Kitabı, Tekvin, 38: 1-30, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[5] İFFET: Kaçınma, utanma, sakınma. Kadının erkekten kendini sakınması.
[6] Kitabı Mukaddes, Tevratı Şerif Yahut Eski Ahit Kitabı, Tekvin 25: 20, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[7] YAHUDA HA-NASİ (öl. MS 220): Yahûdî tarihinin önemli şahsiyetlerindendir. MS II. yüzyılda Roma İmparatorluğu Dönemi’nde yaşamıştır. İsmi Nasi olup eski İbrânîcede prens manasına gelmektedir ve nitekim HaNasi’nin soyu Kral Davud’un ailesine dayanmaktadır. Mûsevî literatüründe Rabeynu HaKadoş (kutsal rabbimiz) olarak tanınır. Bu tanımlama daha ziyade Mişna yazımındaki büyük emeği sebebiyledir.
[8] FUHUŞ: Azgınlaşma, taşkınlık, sınırı aşma, yüksek fiyat biçme.
[9] Kitabı Mukaddes, Tevratı Şerif Yahut Eski Ahit Kitabı, Tekvin 29: 6, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997.
[10] HASİDİZM: Yahûdîliğin kendi içindeki bölünme ve yozlaşmaların arttığı, anti-semitizmin giderek şiddetlendiği 18. yüzyılda Polonya’da ortaya çıkan ve halk hareketine dönüşen dinsel bir Yahûdî ekolüdür. Doğu Avrupa’daki Yahûdî kitlelerinin neredeyse yarısını etkisi altına alan Hasidik doktrini dogma ve ritüellerin yerine imanı daha öne çıkaran Protestan öğretiyi temsil etmektedir. Hasidik Yahûdîlerini diğer Yahûdî gruplarından ayıran giyim, âdet ve dînî hayatları vardır. Hasidik Yahûdîleri siyonizme karşıdır, İsrail Devleti’ni tanımaz. Bu Yahûdîler siyah şapkaları ve lüle saçlarıyla gezerler. Dini ritüelleri tam yapmaları, keçeli gömlek giymeleri ve sakal uzatmalarıyla bilinirler.
[11] HAVRA (sinagog): Topluluk, bir araya gelme, birlikte olma, birleşme. Toplu ritüel yapmak için toplanılan yer.
[12] SİNOPTİK: Eş görünüm sahibi; farklı eserler olmasına rağmen üslup, anlatım, konu ve içerik yönlerinden birbirine benzer nitelikli. Matta, Markos ve Luka İncilleri için kullanılır.
[13] ONTOLOJİ: Varlık bilimi, varlık, varolma, varoluş. (Ontolojik: Varoluşsal, var oluşla ilgili, varlığın oluşuyla ilgili)
[14] İncil, Pavlus’un Korintliler’e I. Mektubu, 11. Bölüm, Yeni Yaşam Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 2001.
[15] KONJONKTÜR: Denk gelme, rastlaşma, birbirinden farklı koşulların sebep olduğu durum/sonuç.
[16] “İnsanoğlunun yüzü rahman suretinde yaratılmıştır. (Taberanî, el-Kebîr-şamile-11/60.)” biçiminde Muhammed Peygamber’in söylediği iddiâ edilen bir aktarım vardır.
[17] Pavlus’un Korintliler’e I. Mektup XI. Bölümü.
[18] SERBEST: Ser (baş), best (bağlı) kelimelerinden oluşur. Serbest “başı bağlı” demektir ve başın örtüyle bağlanması Orta Doğu kültüründe kadınlar için özgürlüğü temsil eder.
[19] FİCAR SAVAŞLARI: Savaşmanın yasaklandığı aylarda (haram aylarda) yapılan savaşlardır.