- Giriş
İran’da tutuklanan özgürlük aktvisti ve kadın hakları savunucusu Nergis Muhammedî’nin Nobel 2023 Barış ödülü aldığı ortamda İslâm ve kadın konusu tüm çözümsüzlüğüyle yeniden gündeme gelmiştir. Bu bağlamda omurgası daha önce oluşturulmuş bir yazımı gözden geçirdikten sonra okurlarıma tekrar arz etmeyi uygun buldum.
İslam coğrafyasında I. Dünya Savaşı sonrasında başlayan medeniyet krizi ve ulus devlet yapılanmaları, siyasal alanda devlet şekli konusunda tartışmalar doğururken,[1] bu tartışmalar sosyal ve ekonomik münazaraların da zeminini oluşturmuştur. Türkiye ve Mısır özelinde konuşursak yeni seküler yapılanmayla birlikte geçmişin kültürel kodlarını toptan reddetme, zayıflatma, etkisizleştirme, görmezden gelme veya dönüştürme politikaları uygulanmıştır. Çünkü yeni ve seküler devletin sosyal projeleri elbette yeni ideolojiye[2] göre kurgulanacaktı. Mısır ve Türkiye’de yapılan devrimler hem Batı’ya entegrasyonu[3] hedefliyor hem de yeni seküler yapıya uygun inşâ sürecine katkı sağlıyordu. İnkılâpların hararetle yapıldığı yıllarda bunun sosyal, siyasal, psikolojik ve sosyolojik analizini yapacak yerli aydınımız azınlıktaydı. Aydınlarımız II. Meşrûtiyet’ten kalan kısır tartışmalar ve taraftarlıkların etkisiyle konuşmaktaydılar. Söylemlerde ya savunmacılık ya da reddiyecilik egemendi. Dîni savunanlarla dîne muhalefet edenler Kur’ânî dîni değil tarihsel tecrübeye dayalı din üzerinden tartışmalarını sürdürüyorlardı. Sünnî Türkiye’nin dindârları ve okumuş dindârları büyük çoğunlukla egemenliklerini kaybettiklerinden ve alışkanlıklarından anormal biçimde vazgeçmek zorunda kaldıklarından kaybettiklerini kazanma umuduyla saltanat ideolojisi olan Sünnîliği kutsuyordu. Hâlbuki Cumhûriyet rejimini en hararetle savunan Meşrutiyetçiler arasında Sünnî ulemâ ve dindâr aydınlar da vardı.[4] Bu ortamda İslâm’ı geleneksel tecrübeden okuyan aydınlarımız, Batı’nın büyüsüne kapılmış bir vaziyette “Batı’dan olsun çamurdan olsun.” tarzında bir zihniyete esir olmuşlardı. Zeminin kaygan olarak başlaması tartışmaları asla bitirmedi. Atatürk’ün İstanbul İlâhiyât Fakültesi’ni açtırması, Elmalılı Hamdi Yazır’a tefsir yazdırması ve Buhârî tercümeleri yaptırması gibi projelerine rağmen tarihselci ve akılcı bir din anlayışını yakalayamaması; yakın tarihimizde geleneksel İslâmcılık perspektifini savunan kitap ve kurumlara hasımca davranılması ve başörtüsüyle uğraşılması Sünnî Müslümanlarda devletin gösterdiği her tavrın art niyetli olduğu düşüncesini başlattı ve resmiyetten gelen her teklif kuşkuyla karşılandı. Devletin bir kısım seçkinleri de halkına güvensiz davrandı, halkı Cumhûriyet rejimini yıkacak kimseler olarak gördü. Öyle ki en masum dîni veya geleneksel talep bile bastırılmaya çalışıldı; bunlar yapılırken II. Meşrûtiyet yıllarından devşirilen irticâ sloganından beslenildi.
Mezhep, cemaat ve tarîkât yorumlarına dayalı geleneksel din anlayışının kamusal alanda etkili olması, laiklik ve kadın giyimi meselesi bir türlü sağduyulu, vicdânlı ve bilimsel araştırmaya dayalı bir çerçevede ele alınmadı. Çünkü bunlar üzerinden siyasal ikbâller oluşturuldu, partiler iktidâr oldu ve ekonomik güç dengeleri el değiştirdi. Görünüşte değerler üzerinden bir savaş yürütüldüğü iddiâ edilse de gerçekte iktidâr olmanın sağladığı pastadan daha büyük pay alma mücâdelesi veriliyordu. Kapitalist ve abdestli kapitalist siyâsî oluşumların egemenlikleri sürecinde ortaya koydukları nemalanma[5] mücadelesi bunun en büyük kanıtıdır. Yani kadın bedeni ve kadın kıyafeti meselesi geçmiş çağlarda olduğu gibi yakın tarihimizde de sınıfsal mücadelenin, merkeze yerleşme ve pasta payını yükseltme çatışmasının tam ortasına yerleşti.
- Kadın Özgürlüğü
Kadın, tarihte hakkı çok yenen ve üzerinde çok oynanan bir varlıktır. Egemen erkekler kadın üzerinden para kazanmayı, kadının sırtından siyâset üretmeyi daha ucuz ve daha etkili bir yol olarak benimsemişler. Kadın hakları savunucularının önemli bir kısmının erkek olması ve kadın derneklerinde erkek elinin hissedilir seviyede bulunması tarihin tekerrür ettiğini göstermektedir.
Kadın, özellikle kıyafetiyle toplumsal tartışmaların daima merkezini oluşturmuştur. Bunun ilginç bir örneği yakın tarihimizde yaşanmıştır. İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidârda olduğu yıllarda[6] kadınların çalgılı kahvehanelerde oturmaları, sokakta peçesiz gezmeleri veya sahneye çıkmaları sebebiyle muhafazakâr basın olumsuz yayınlar yapmaya başlayınca Talat Paşa, bu durum karşısında Müslüman kadınlar için yasal bir düzenleme yapma gereği düşünür ve Ziya Gökalp’ten fikir almak ister. Ziya Gökalp ise Paşa’ya şu cevabı verir:
“Batı medeniyetine dâhil milletlerde devlet kadın giyimine karışıyor mu? Kadınlarımızın giyinişi olsa olsa dini, ahlâkı, modayı ve bilimi ilgilendirir. Dine ait işlerde sözlü veya yazılı olarak müftüye başvurulur, devlete değil…Buna devlet karışmaz. Ahlâk yönüne gelince, buna da devlet karışamaz. Ahlâkçılar konferanslar verir, makaleler yayımlar; şöyle giyinmeli, böyle giyinmeli der. Bunların sözleri kamu vicdânına uygun olursa halk başka türlü giyinen kadın hakkında ayıplama suretiyle baskı yapmaya çalışır. Devletin kadınlara şöyle giyinmeye mecbursunuz diyerek kadın giyimini vergi almak gibi hukûkî bir sorumluluk haline sokarsa kadınlarımızın onuruna karşı hakaret etmiş olur ki buna Türk kadını tahammül etmeyecek ve günün birinde mutlaka süfrajetler[7] gibi örgütlenerek intikamını alacaktır.”[8]
- Kadın Kıyâfeti
Kadın kıyafeti konusunda tarihsel analizler sergilemek şarttır. Çünkü başörtüsü tarihsel süreciyle ele alınmazsa bu konu dînî ve sosyolojik açıdan açığa çıkarılamaz. Yoksa cansız metinlerden hareket ederek bir kanaate varmaya çalışırız. Tevrat, İncil ve Kur’ân’daki âyetler şimdi karşımızda konuşan canlı bir peygamber tarafından bize söylenmiyor. Onların söylediği iddiâsına dayanarak bize aktarılıyor. Bu nedenle sessiz ve bir canlı tarafından doğrudan dile getirilmeyen metinlerin ne kastettiklerini, hangi ortamda ve ne gibi koşullarda söylendiğini, amacın ne olduğunu; yazılanlardan yerel, bölgesel ve evrensel ne tür sonuçlara ulaşılabileceğini irdelememiz gerekir. Ancak bu yöntemle konuyu araştırdığımızda kadın ve onun kıyafeti üzerinden sağlanan siyâsî, dînî, ekonomik ve hukûkî rantları engelleyebilir; Tanrı ve Kur’an’ı kullanarak aldatmaya çalışanlara karşı donanımlı oluruz.
- Çağlar İçinde Kıyafet
Paleolitik Çağ’da[9] çizilmiş olan mağara resimlerinde kadın ve erkeğin sadece popo ile penis ve vajinasının kapatıldığı, diğer bölgelerin açık olduğu resimler vardır. Yani bu çağda tesettür[10] sadece edep yerleri diye nitelenen en özel bölgenin örtülmesiyle sınırlı alan olmuştur.
Tarım ve hayvancılığın başladığı ve yerleşik hayatın ilk izlerinin oluştuğu Neolitik Çağ’da[11] tesettür, vücudu örten ve giyildiğinde estetik[12] görünüm kazandıran bir örtü biçimine dönüşmüştür. Hatta kadın ve erkek giysisinin farklılığını belirginleştiren öğeler ortaya çıkmaya bu dönemde başlamıştır.
Maden kullanılmaya başlandığı, şehir ve merkezî otoritenin kurulup site devletlerinin şekillendiği ve her alanda üretimin yavaş da olsa görüldüğü, yeni keşiflerin yapıldığı Kalkolitik Çağ’da,[13] örtünme aracı olan elbiseler sosyal statü ve meslekleri gösteren bir sembol olmuştur. Bu çağın sonlarına doğru yani 5.300 yıl öncesinde Sümerler yazıyı icat ederek uygarlığın gelişimine önemli bir katkı sağlar. Bu dönemde resim yazısı devrini sürdürmekle birlikte bildiğimiz alfabe de ortaya çıkar.
- Sâmi Hukûk Geleneğinde Kadın[14]
Asurlular,[15] elbiseyi renk ve desen yönlerinden çeşitlendirerek estetik bir araç haline dönüştürür. Elbise zevk araçlarından bir araç yapılırken daha önceki çağ ve dönemlerde olduğu gibi köle, câriye ve fâhişeler yine çıplaklığa mahkûm edilir ve çıplak resmedilir. Orta Asur Dönemi’nden[16] itibaren Mezopotamya bölgesinde örtü bütünüyle sınıfsal sembol olur ve bir değer yargısı göstergesi haline gelir. Örneğin Orta Asur yasalarında özgür kadın başı açık olarak sokağa çıkamadığı gibi fâhişeler yahut câriyeler de sokağa başı kapalı çıkamazlar. Fâhişe biri başını örterek sokağa çıkarsa bu durumda bu kişiye 50 sopa vurulur ve başından zift dökülür. Yine Orta Asur kanunlarında câriye başını örterse elbisesi üzerinden alınır ve kulakları kesilir. Daha enteresanı başını örtmüş bir câriyeyi görüp de engellemeyene 50 sopa vurulup kulakları delinir ve deliklerden geçirilen bir iple kulakları kişinin ensesinden bağlanır.[17]
Başörtüsüyle ilgili ilk hukuk metni Orta Asur kanunlarında geçen şu yargı metnidir:
“Kadınlar, dullar, Adam’ın/Âdem’in kızları ve hareme kabul edilen câriyeler başlarını örtmek zorundadır. Tapınak fâhişeleri,[18] evlenmek isterlerse[19] başlarını örtmek zorundadır. Bu fâhişeler eğer evli değillerse başlarını örtmeyebilirler. Profesyonel fâhişeler, başörtüsü kullanamazlar.”[20]
Sâmi hukûk geleneğini oluşturan Orta Asur yasalarından sonra yine Sâmi hukûk geleneğinin önemli ikinci kaynağı olan Hammurabi kanunları da örtüyü sosyal statü işareti (sembolü) kabul eder ve acımasız yasal düzenlemeler ortaya koyar. Mesela bir berber bir kölenin saçlarını onun köle olduğunu bilerek tıraş ederse berberin bileğinden itibaren eli kesilir. Eğer saç kesimi köle tarafından istenmişse berbere bu işi kölenin isteğiyle yaptığına dair yemin ettirilir ve köle öldürülüp efendisinin kapısına asılır. Bütün bu uygulamalar, sokakta saçlı ve açık başlı gezmenin sadece köle, cariye ve fâhişelere ait bir nitelik olarak görülmesinden kaynaklanır.[21]
MÖ 3.000’li yıllardan itibaren başörtüsü Antik Çağ’da[22] toplumsal bir değer olarak özgür-köle ayırımının sembolü olarak yerleşir ve kölelik sektöründe tartışmasız bir şekilde ayrıştırıcı işareti olarak kabul görür. Hatta MÖ 2.000’li yıllardan itibaren firavunların saraylarındaki dansöz ve müzisyenler için transparan[23] kıyafetler giymek zorunlu tutulur. Çünkü müzisyen ve oryantaller[24] câriyelerden seçilirdi.
devam edecek…
___________________________________________________________
[1] Hilafet, cumhûriyet, saltanat gibi.
[2] Devletçi ekonomi, cumhûriyetçi, laik, halkçı, milliyetçi, inkılâpçı.
[3] Entegrasyon: Uyum, bir araya gelebilme, bütünleşme, herkesin kendi özellikleriyle bir araya gelip birliktelik oluşturması. (Herkesin kendine özel niteliklerini kaybederek daha baskın özellik içinde kaybolmasıyla oluşan birliğe asimilasyon denir.)
[4] Nâmık Kemâl, Anadolu kazaskeri Seyfeddin İsmâil Efendi, Âsım Yâkub Efendi, Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi, Hoca Muhyiddin Efendi, Mûsâ Kâzım Efendi, Mehmet Âkif, Said Nursî gibi.
[5] Nemalanma: Nimet, imkân ve fırsatlardan faydalanma.
[6] 1914-1918.
[7] Süfrajet: XX. yüzyılın başlarında İngiltere ve ABD’de pasif direniş, kamu toplantılarını bölme, açlık grevi gibi yollarla kadınların seçme ve seçilme hakkını savunan, kısmen organize olmuş olan radikal kadın hakları savunucularına verilen addır. Genelde orta sınıftan gelen kadınlar tarafından oluşturulmuştur.
[8] Mehmet S. Hatipoğlu, Tesettürden Türbana, İslamiyat Dergisi, Editör’den, 4. cilt, 22. sayı, Ankara, 2001.
[9] Paleolitik Çağ: Yontma Taş Devri diye tanımlanan Eski Taş Çağı’dır. Günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 10.000 yıl önce son bulmuştur. Bu döneme Avcılık Dönemi de denmektedir.
[10] Tesettür: Başkası ile kendi arasına perde koyma, bir şeyin içine/arkasına saklanma, örtünerek gizlenme, örtünme. Fikir yürütmek anlamındaki tefekkür de tesettürle aynı kalıpta bir kelimedir. Setr “örtme, gizleme, perdeleme, engel koyma” demektir. Aynı kökten gelen sitr gizlenmeye yarayan engel ve perde gibi şeyler için kullanılır ve mecazen çekinme, korku, hayâ anlamlarında kullanılır. Yine bu kökten türeyen seter kalkan demektir. Araplar arasında birinin ayıplarının ortaya çıkması mânasında, “Allah onun örtüsünü yırttı.” deyimi kullanılır ve bu kişilere mehtûkü’s-sitr (Hayâ perdesi yırtılmış kişi) denir. Yine hetkü setri’l-haşmet tabiri vakar ve saygınlık örtüsünün yırtılması demektir. Araplar ayrıca siyâb (giysi) kelimesini erdem ve iffet kastıyla kullanır. (TDV, Tesettür, 40. cilt, 2011.)
[11] Neolitik Çağ: MÖ yaklaşık 10.000 yıl öncesinden başlayan ve ilk üretimciliğe geçiş evresi olarak da adlandırılan devredir. En önemli özelliği gıda sorunlarının çözümünde büyük bir aşamanın aşılmış olmasıdır. İnsanlığın avcılık-toplayıcılıktan üretime, göçebelikten yerleşik hayata geçtiği devredir.
[12] Estetik: Güzellik. Güzelliği ve güzelliğin insan üzerindeki etkilerini konu alan felsefe kolu. İnsanda güzellik duygusu uyandıran. Bediî, bediîyât.
[13] Kalkolitik Çağ: Bakır Çağı’dır. Bu dönemde taştan aletler yanında bakır da kullanılmaya başlanmıştır. Geç neolitiğin devamıdır.
[14] Sâmiler: Mezopotamya-Orta Doğu halklarıdır. Araplar, Yahudiler, Süryaniler ve Maltalılar.
[15] MÖ 2025-612.
[16] MÖ 1307-1056 (= 251 yıl). Orta Asur olarak adlandırılan bu dönem, Eski Asur Dönemi’ne göre daha örgütlü ve güçlü bir devlet yapısıdır. Orta Asur devletinin ortaya çıkışını dönemin siyasal ve çevresel faktörleri tetiklemiştir. Dönemin güçlü devletleri arasında yer alan Hitit, Mısır, Mitanni ve Bâbil devletlerinin kendi aralarındaki çıkar çatışmaları ve dış faktörlerin etkileri nedeniyle zayıflamaları, Asur için büyük avantaj olmuştur. (Semra Dalkılıç, Gürkan Gökçek, Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Orta Asur Devleti’nin Ortaya Çıkışı ve I. Tiglat-Pileser Dönemi Siyasi Faaliyetler, Tez Çalışması; Serdar Özbilen, Yeni Asur Devleti’nin Yukarı Dicle Havzası’ndaki Yayılımı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Arkeoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2017.)
[17] Prof. Dr. Mebrure Tosun, Doç. Dr. Kadriye Yalvaç, Sümer, Babil Assur Kanunları ve Ammi-Şaduqa Kanunları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989.
[18] Muazzez İlmiye Çığ, Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği, Kaynak Yayınları, 6. baskı, İstanbul, 2009.
[19] Sınıf atlayacağı veya sınıf değiştireceği için başın örtülmesi gerekiyor.
[20] Orta Assur Kodeksi, 40. madde.
[21] Şevket Aziz Kansu, İnsanlığın Kaynakları ve İlk Medeniyetler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1. cilt, Ankara, 1991.
[22] Antik Çağ: MÖ 700’den başlayıp Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüne kadar (MS 476) olan süredir. Özgürlükçü ve yeni düşüncelerin ortaya çıktığı dönemdir. Bilgi, erdem ve evren üzerinde pek çok fikrin üretildiği çağdır. Bu İmparatorluğun çöküşünün ardından Orta Çağ başlar.
[23] Transparan: İçini gösteren, saydam, ışığı geçiren.
[24] Oryantal: Doğu ile ilgili, Doğu’ya âit özellikler taşıyan, Doğu müziği eşliğinde dans eden dansöz.