‘Bu bir özgürlük ve aşk hikayesidir. İki hasta gencin hikayesi. Birisi benim. O gece, bundan böyle üzerinde yaşayacağım ağaca bir solukta tırmandım.’
Fatih POLAT
Şebnem İşigüzel’in son romanı ‘Ağaçtaki Kız’, bir roman tutkunu olan benim için zor bir yılın sonunda gelen güzel bir hediye oldu.
Yeni bir yıla girerken Can Yayınları’ndan çıkan roman, kitabın 17 yaşındaki kahramanının sırt çantası ile Cihangir’den Gülhane Parkı’na koşarak geldiği anla ve şu cümlelerle başlıyor: “Bu bir özgürlük ve aşk hikayesidir. İki hasta gencin hikayesi. Birisi benim. O gece, bundan böyle üzerinde yaşayacağım ağaca bir solukta tırmandım.”
Romanın baş kahramanı olan ‘Ağaçtaki Kız’ın babası, uzunca bir süre Gülhane Parkı’nın hemen arkasındaki Arkeoloji Müzesi’nde çalıştığı için, o da bu parkı, bu parktaki ağaçları yakından tanımaktadır.
TEKİNSİZ BİR DÜNYADA BİR AĞAÇ
Artık bundan sonra yazar bizi de kahramanı ile birlikte o ağaca çıkarıyor. Romanın sonuna kadar da, Ağaçtaki Kız’ın tekinsiz dünyadan bir kaçış olarak çıktığı orada, onunla birlikte kalıyoruz. Kitabın diğer kahramanlarını da zaman içinde o ağacın dalları gibi karşınızda buluyorsunuz. Roman, başından sonuna kadar akıcı bir kurgu ile devam ediyor.
Gezi direnişinin sembolü olan ağaç, bu romanın da başat sembolü. Gezi ile birlikte yakın dönemin, tarihte iz bırakan Suruç Katliamı ve Ankara Garı önünde 10 Ekim’de yaşanan katliam, romanın kurgusu içinde çeşitli göndermelerle yer alıyor. Hatta roman, bir bölümünde 6-7 Eylül 1955’te yaşanan ve utanç verici sonuçlarıyla bu ülkenin tarihine kazınan olaylara da bir ucundan dokunuyor.
Bunların toplamını aslında, Türkiye tarihinin toplumsal ve trajik olaylarının yazar üzerindeki etkilerinin, kahramanları aracılığıyla dile gelişi olarak okuyoruz. Ancak yazar, tanıklık ettiği olayların acı sonuçlarının kendisinde yol açtığı karamsarlığa rağmen, yaşama kahramanı ‘Ağaçtaki Kız’ gibi genç bir gözle ve ağaç gibi umudu da simgeleyen bir yerden bakmayı da elden bırakmıyor.
FAVORİLERE EKLE
Roman, Twitter kavramlarından oluşan başlıklarla örülü bir mantık dizgesi ile ilerliyor. Bazıları şöyle: ‘Sen buralarda yokken’, ‘Takip et’, ‘Engelle’, ‘Takibi bırak’, ‘Favorilere ekle’, ‘Sil’, ‘Profil düzenle’, ‘Bunu silmek istediğinizden emin misiniz?’, ‘Geri al’.
Gezi’den beri Twitter’da gününün azımsanmayacak bir bölümünü geçiren benim için bu örgü, ayrı bir içeridenlik duygusu oluşturdu.
‘Ağaçtaki Kız’, ait olduğu sınıfsal karakter bakımından da Gezi’ye damgasını vuran gençleri temsil ediyor. İyi bir lisede okuyor, Amy Winehouse’u çok seviyor ve İstanbul’daki konserine gitmek için sabırsızlanırken ölüm haberini almak onu derinden sarsıyor.
GEZİ’DE İLK ÇADIRI KURANLARDAN BİRİ
Gezi’nin ondaki anlamı, romanın bir yerinde onun ağzından şöyle ifade ediliyor: “Gezi’de ilk çadırları kuranlardan biriydim. Bunu böyle söylemek çok komik oldu biliyorum. Okula yürüyerek gidip geliyordum. ‘Yakarsa dünyayı garipler yakar’ yazısının üzeri daha boyanmamıştı. İsyandan sonra belediye bunu iş edinecekti. Parkta garip bir hareketlenme sezmeye başladım. Ağaçlar kesilip yerine yıkılan bir kışla yeniden dikilecekti. Başbakanın gençlik hayaliymiş. Keşke başka bir hayali olsaymış. Yani birinizin hayali de memlekete özgürlük, aşk, eşitlik, kardeşlik, adalet, hak, hukuk getirmek olsun değil mi arkadaş? Bütün hayallerin betondan olması ne acı?” (s. 215)
‘Ağaçtaki Kız’, ekonomik durumu zaman içinde kötüleşen bir orta sınıf aileden gelirken, sevgilisi Yunus ise toplumun alt sınıflarından gelen bir emekçi genç.
‘Ağaçtaki Kız’ ile Yunus, ağaçta tanışıyorlar. Yunus, Ağaçtaki Kız’ın tepesinde olduğu ağacın bitişiğindeki bir otelde personel olarak çalışırken başlayan yakınlaşma zaman içinde bir aşka dönüşüyor. Yunus, dünyanın kötülüklerinden kaçıp bu ağaçta günlerini geçirmeye başlayan sevgilisine yiyecek ve temiz giyecekler getiriyor. Bir gün de onu, banyo yapabilmesi ve üzerini değiştirebilmesi için risk alarak otele sokuyor. Daha sonra otelin güvenlik kamerasından fark edilen bu macera Yunus’un işinden atılmasına neden oluyor.
GÜLHANE: KAYBEDENLERİN PARKI
Romandaki Gülhane Parkı ile ilgili bölüm ise, o parkın bu kentteki toplumsal karşılıklarını en iyi anlatan tanımlardan biri: “Burası Maçka Parkı’ndan çok farklı bir yerdi. Gezi’den bile başka. Çok daha yüce ağaçları barındırmasına ve geçmişte sarayın görkemli bahçesi olmasına rağmen burası kaybedenlerin parkıydı. Evet, bunu rahatlıkla böyle ifade edebilirim. Canı sıkılanlar, huzursuzlar, hayatta hiçbir amacı ve gayesi kalmamışlar, bezmişler, parasızlar, zavallılar, yalnızlar, bekleyenler, kaçanlar geliyordu buraya. Çapa, Cerrahpaşa, Haseki hastanelerinden ellerin ölüm fermanı gibi taşıdıkları röntgenleri, kanser illetinin içlerini nasıl kavurduğunu öğrenenler geliyordu.” (s.308-309)
Bu anlatım, yazarın kahramanını çıkaracağı ağaç için neden bu parkı seçtiğinin de bir ifadesi sayılabilir. Romanın baş kahramanının şahsında, direnenlerin parkı Gezi ile kaybedenlerin parkı Gülhane arasında gidip geliyoruz.
Ancak Gülhane Parkı aynı zamanda, tarihin gidip geldiği, belki biraz yavaş da olsa sürekli bir devinim halinde olduğu ve ne zaman ne yapacakları kestirilemeyen büyük kalabalıkların içinden geçtiği yerdir. Ve belki Gezi Parkı ile Gülhane Parkı birleşse her şey daha başka da olabilirdi.
Bu roman, yazarının, çokça genç ölümlerine tanık olduğumuz bu ülkede, gençlerin dünyasını anlamak için yaptığı güçlü bir çağrı aynı zamanda. Yazar bu roman aracılığı ile okura, bu çağrısı için ‘Sen de al bir dal’ diyor.
‘Ağaçtaki Kız’ın adının Deniz olduğunu romanın sonunda öğrenebiliyoruz. Bunu öğrenmiş olmamıza rağmen, sevgilisi Yunus’un da dediği gibi o artık, ‘Ağaçtaki Kız’dır.
Yunus, Ağaçtaki Kız’a Ankara’da tren garının önünde başlayacak barış yürüyüşüne birlikte gitmeleri için iki tren bileti aldığını söylüyor. Ne var ki o, Yunus’un bütün ısrarlarına rağmen ağaçtan inmiyor. Bunu, yazarın aşağıdaki tekinsiz dünyaya duyduğu güvensizlik nedeni ile kahramanını güvenli bir yerde saklaması diye de okuyabiliriz.
En yakın arkadaşlarını, gittikleri Suruç’taki katliamda kaybeden ve çok sevdiği gazeteci halası da intihar eden ‘Ağaçtaki Kız’, bu kez de sevgilisini sonunun ne olacağını hiç bilemediği Ankara’ya buruk bir şekilde yolluyor.
Roman da burada bitiyor.
Bu kentte doğup büyümüş ve hayatında Gülhane Parkı’nın bir yeri olan biri olarak, bundan sonra o parka gittiğimde, galiba saraya bitişik o yüksek ağaçların tepesine dönüp bir bakmadan geçemeyeceğim.