Haksızlığa susan şeytandır
Onları Saraçhane’de İstanbul belediyesinin karşısında kurdukları çadırdan, sonuncusu 1 Nisan’da gerçekleştirilen Ankara’daki Tekel eylemlerinin ön saflarından, oluşturulmaya çalışılan Direnişçi İşçiler Platformu’ndan tanıyoruz ve daha nice eylemlerden tanıyoruz. Sayıları azalsa da militanlıkları ve azimleri ile ses getirmeye devam ediyorlar. Son olarak İstanbul’da üç meydanda, Taksim, Bakırköy ve Kadıköy’de birer hafta stand kurdular ve dertlerini geçmişte yangınlardan, daha nice sıkıntılardan kurtarmaya uğraş verdikleri İstanbul halkına anlatmaya çalıştılar. 1 Mayıs Taksim’de Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu’nun kürsüden indirilmesinde önsaftaydılar. İşe girişleri AKP bağlantıları sayesinde olmuştu; aralarında Milli Görüşçüler de var. Taşeron sistemi onları da vurdu, yaklaşık beş aydır direnişteler. Direniş dillerini ve motivasyonlarını dini inançlarından türetiyorlar. Bir süredir Mehmet Bekaroğlu ve İhsan Eliaçık gibi isimlerin dile getirdiği “ihtimal”i gündelik sınıf mücadelesiyle görünür kılan bir örnekle karşı karşıyayız. Kulak vermekte fayda var.
Bugün beş aya varan direnişinize baktığımızda, 900 kişiden imza atmayan ve bir şekilde direnişe devam eden 43 kişi kaldınız. Sayının bu kadar azalmasının sebepleri ne? Mesela insanların bu işe AKP bağlantıları üzerinden girdiklerini söylemiştin.
Uğur: Tabii o önemli. Ben Bimtaş’a, yani taşeronlaşmadan önce çalıştığımız belediye firmasına gidip form doldurmadım mesela, teşkilatlarda dağıtılırdı formlar. Mesela benimkini itfaiyede çalışan akrabalarımdan bir tanesi doldurdu. Ama tabii yalnız bu da değil. Şöyle anlatayım. Benim çocukluktan beri yapmak istediğim işti itfaiyecilik.
Eniştem itfaiyeciydi, beni buraya aldıran. Ben küçükken giderdim onunla, böyle ilgi alaka, ortamları çok iyiydi. Ben de “Azrail’in nefesini enselerinde hissettikleri için öyleler” diye düşünürdüm, ama alakası yokmuş. Birbirlerine yalakalanmak için, şirin gözükmek için yaptıkları bir şeymiş. Çünkü biz de şu var, üçümüz otururuz diyelim, işte bir ara “Alper bize bir çay getir koçum”, Alper gider, onun ardından “Alper şerefsizdir, öyledir, böyledir.” Öbürü gider, onun ardından aynı. Bunun sebebi de statü farkı var ya.
İstanbul itfaiyesinde 5.300 personel var, ama bir sürü farklı statüde. İşçiler, memurlar, Bimtaşlılar, sözleşmeliler. En çok maaşı işçi alır, sosyal hakları vardır, memur ondan daha az, biz de onlardan daha az alırdık, sözleşmeliler bizden daha da az alırdı. Mesela paradan kısıntıya mı gidecekler işçiden başlardı, sırayla, yani “böl parçala yut ”u çok güzel uyguluyorlar. Bize de onu çok güzel lanse ettiler, “siz bizim adamımızsınız, solcular sizi kandırıyor” dediler.
Mesela benim grup amirim bana şöyle demişti: “Uğur ben senin aileni tanıdım, sen onların manevi duygularından nasiplenememişsin.” Çok ağır bir şey, ama ben psikoloji okuduğum için, anlıyordum neyi niye yaptığını. Şiddet aslında bir noktadan geliyor, merkezden. Ha ben Topbaş’a kızmıyorum, o kendi görevini yapıyor, o bize geldi, “ben de istemiyorum sizi taşerona vereyim, ama İMF ile anlaşma böyle” dedi. Benim zoruma giden bizim amirlerimizin kendi çıkarları için insanlarla oynaması, ayriyeten bizim arkadaşların kendi davalarının peşinde durmaması.
Burada şimdi kalan arkadaşların bir yangın olduğunda, söndürmeye en önde giden arkadaşlar olduğunu söylemiştin az evvel onu açar mısın.
Uğur: Biz yangınlara en önde atlayan insanlar olduğumuz için riski alan bizdik. Burada kalan insanların çoğu hep en önde gidenler, işinde başarılı olanlar. Mesela bana bir ay dayanmaz elbise, nomex, eldiven.
Mesela biz trafik kazasına gidiyoruz. Orada enkazı yaralıdan uzaklaştırma, başlıyoruz kapıdan şuradan kesmeye, e üzerimizdeki elbise zarar görüyor. Bu elbiseleri üzerimize zimmetleyerek bizim müdahalemizi de engelliyor. Elbiseye zarar gelirse maaşımdan kesilecek yeni sözleşmeye göre. Duyduğum kadarıyla Yenibosna’da bir yangın oldu bir ay evvel, 150 kişi gitmiş, yangını söndürememişler. Niye? Şoför düşünüyor “kaza yaparsam ben ödeyecem” diye, ağır gidiyor, berikisi öyle. Bunu da sormak lazım. Malzemesi üzerine zimmetlenmiş bir itfaiyeci beni nasıl korur beni? Yangın çok acayip bir şey. Bu sözleşmeyi imzalayan itfaiyeci arkadaşlarım beni nasıl koruyacak?
Esas sıkıntınızın güvencesiz çalışma koşulları olduğunu çok vurguladınız. Ondan bahsedelim.
Uğur: Bizdeki iş kazaları aralık aylarında artmaya başladığı tespit edilmiş. Hâlbuki bu kazaların artmasından kendilerinin sorumlu olduğunu söylemiyorlar. Güvencesiz çalıştırdığın, sürekli psikolojik baskı yaptığın ve hukukunun sadece psikolojik yaptırım olduğu bir ortamda bu itfaiye çalışanları ya da kim olursa olsun, sağlıklı bir şekilde çalışamaz, kendini işine veremez. Ve sen kendi hatalarını çalışana mal ediyorsun.
Bakın biz de her sene aynısı olur, aralık ayı gelince kazalar artar. Niye? Çünkü her sene işte sözleşme, ihale yaklaşıyor; yok “sizi işten atacağız ayağınızı denk alın” demeler başlıyor. İster istemez benim huzursuzluğum aileme yansıyor, ailenin huzursuzluğu işe yansıyor, iş arkadaşların huzursuzluğu birbirlerine yansıyor.
Bazen şey diyorum, o kurtardığımız hayatların keşke telefonlarını alsaydık da, onları şimdi arasaydık, “ben senin hayatını kurtarmıştım hatırlıyor musun, falan yerdeyiz, gelir misin?” Valla gelirlerdi. O kurtardığımız hayvanların dili olsaydı, inanır mısın köpekler özellikle, onlar böyle kuyuya düşerler, birkaç gün kalırlar, biz gideriz merdivenle, inanır mısın böyle elini uzatır insan gibi. Keşke onların dili olsaydı da, onlar konuşsaydı meydanlarda bizim yerimize. Şerefsiz herifler, ne hale soktular bizi.
Ben şunu diyorum İstanbul halkına, yazarsanız onu yazın, biz sizin malınız için ölümü göze almışken siz gelin kendi canınız için bize destek olun. Bakıyosun buraya provoke yapmaya geliyorlar bizim standlara. Yok 1.5 milyar maaş alıyosunuz neyinize yetmiyor.
Ailenin, çevrenin tepkisi nasıl oldu?
Bu kadar net bir tepki vermesinin sebebi ne?
Uğur: Herkesin bir görüşü var sonuçta, o da baktı inceledi. Dedim “eğer olur da eğer fikrin değişir de beni imza atmaya zorlarsan ben de sana aynını yaparım” ona göre. Babama sordum, “Baba napıyım,” dedi ki: “Olur da ben sana imzala derim, orada başına bir iş gelir, ben vicdan azabından duramam. Ben senin ne mal olduğunu biliyorum, sen zaten bunu imzalamazsın, ne halin varsa gör!” Bizim enişte var, itfaiyeci olan, o dedi “imzala, işsiz kalacaksın”. Dedim “sözleşmeyi okudun mu?” Okumamış, “E okumadığın şeyi bana nasıl imzala diyorsun?” Hepsini anlattım enişteme, anayasa, sendikalar kanunu, o da dedi “o zaman sen haklısın.” Bir taraftan da ama işsiz kalırım diye imzala da diyorlar, özellikle de eniştem. O bir de o benim referansım olduğu için, onları yani, referansları çok zorluyorlar, “ne yapın edin bunları ikna edin” diye. Kanunen ben haklıyım, dinen de caiz, ben bunu imzalamam.
Benim ablam var, Almanya’da yaşıyor, büyük hoca kendisi tebliğ cemaatinden, o dönemde geldiydi, o sıra burada bir seminer vardı. Ona sordum “abla durum böyle böyle”, sözleşmeyi verdim, okudu baktı, inceledi. Olanları, bize yaptıklarını da anlattım. O dedi ki “eğer müslümansan, Allah’a inanıyorsan, benim Allah’ıma inanıyorsan, o sözleşmeye imza atmıyacaksın. Çünkü müslüman hakkını arayan insandır, hakkını yedirmeyen insandır, haksızlık karşısında dik duran insandır.” Ablamın manevi yönden çok desteği oldu. “Onu imzalamayacaksın, nasıl bir mücadele biçimi varsa onu yapacaksın” dedi.
Benim bu olayda imza atmamamın en büyük sebebi ablamın o söylediğidir. Sonuçta ben de inanıyorum, zaten bir sürü de hadis-i şerif vardır, mesela “haksızlık karşısında boyun eğmeyiniz”, “haksızlık karşısında susan dinsiz şeytandır” diye. Hani ben anarşist kesinlikle değilim, komünist de değilim, belki ikisinin de anlamını hiç bilmem. Bu davaya çıkışımın tek sebebi müslüman oluşumdur. Bu mücadele benim dinimin de gereğidir aynı zamanda. Mesela arkadaşlar da öyledir, herkesin farklı görüşü de vardır, ama biz burada siyasi çalışma yapmıyoruz kesinlikle, buradaki tek çalışma ekmek kavgasıdır. Ben itfaiyeciyim, aynı zamanda vatandaşım, halkım, burası da metropol bir şehir, bu sözleşmeyi imzalayan hiçbir itfaiyecinin yardım eli bana uzanamaz.
Peki destekleri hala sürüyor mu?
Uğur: Bizim dinimiz bu şu anki yobaz tayfaların yaptığı gibi değil bak, kesinlikle böyle değil. Benim büyük eniştem çocuğunu anasının babasının yanında kucağına alamıyor, ablam da alamaz, günahmış. Bizde anne babaya saygı vardır, ha ama saygı varsa, önce annenin babanın çocuğuna sevgi vermesi gerekir. Mesela sahte hadis uydururlar, patlıcanın fazla bir besin değeri yokmuş, ama ne diyorlar, patlıcan her derde devaymış, pirinç bilmem neymiş, her sektör kendine göre bir hadis çıkarmış. Pirinç peygamberimizin alınteriymiş, haydi yüklen pirince. İşte birileri dini profesyonelce sömürüyor. Bazı yobaz tayfa müslüman olmayana dua edilmez derler, bu bütün teknolojiyi yapan müslüman olmayanlar. Ne yapacaz? O zaman bu arabaya da binmeyelim.
Bu sosyalistlerin, devrimcilerin bir şeyi var, onların bir tarzı var, adam diyor ki, e işte herkes özgür olsun, eşit olsun. Bak bu bizim dinimiz aslında. Onların aradığı şey aslında bizim dinimiz, ama bu yobazların anlattığı din değil bak.
Açsınlar kaynağından bulsunlar, abuk şeylere bakmasınlar. Normalde din gösteriş için yapılmaz, herkes göstermeden dinini uygulasa reklamı olmaz. Gösteriş için hayır yapılmaz, bak bunlar aslında çok önemli şeyler. Bugün bizim hoca tayfaları ne yapıyor? Ben hocalarla acayip kavga ederim ha, hutbede bile bozarım adamı, yanlış bir şey yapsın anında bozarım. Hatta bizim caminin hocası, burama geldi sonunda, namaz kıldırıyor, tuttum tebeşirle duvara resmini çizdim hocanın, altına adını yazdım, yanına da “3 Elham bir Kuluvallah 8 tl, Yasin Tebareke 15 tl” yazdım bıraktım tamam mı? Selam duran kafasını çeviriyor resmi görüyor, gülmekten kırılıyor, millet namazı bir daha kıldı. Hoca dedi ki “Sen napıyorsun?” Ben dedim “Asıl sen ne yapıyorsun?” “Bak” dedim “bir sürü ayet var, para ilen bu iş olmaz, birinin evine gidiyorsan, Allah rızası için bir dua oku, çık git. Ama sen mevlut yapacam ben diye namazına yetişemiyorsun.” İşte burada hata bizde, “para vermezsek ya hoca gelmezse?” diye düşünüyoruz, gelecek kardeşim, döve döve götürürsün, nereye gelmiyor.
Benim ablamın nikahı olacak, biz de imam nikahı mecburi biliyorsun, adam geldi çok paragöz, babam çikolata yaptırmış, dedi bunu ona ver, ben bir şekilde vermedim ona çikolatayı, o zaman da çocuğum 18 yaşında filan. Bu hocaylan çok kavgamız oldu, artık beni görünce yüzünü çeviriyor. Bu yaşadığımız din bizim dinimiz değil.
Bak bu sergide bir sürü insan tanıdık, gördük, ben mesela kapalılara özellikle gidiyorum, anlatıyorum. Burada solcu gibi gözüküp, sadece solculara hitap etmiyeceksin. Onun için ben görüşümü olduğu gibi söylüyorum. Belki tamamımız solcu olsaydı, bunlar işte böyle böyle derler bir kılıfa sokarlardı.
Bizim çoğumuzun görüşü belli, biz dinimizin gereği olduğu için buradayız, gerçi bu şerefsizler yüzünden namazı da aksatıyoruz ama, ona canımız sıkkın. Ama ben şuna inanıyorum, Allah’ın izniyle biz bunu kazanacaz, millete unuttuğu dini de hatırlatacaz. Ben itfaiye grubuma, işime hele bir döneyim, o bizi satanlar, yanımıza gelmeyenler namaz kılamazlar benim yanımda daha, ağzıma geleni söylerim. Çok kötü söylerim ben ha, hiçbir şey olmasa sazım var, bestelerim yazarım hemen.
Ben başbakana da mektup yazdım, muhtemelen ulaşmamıştır da. “Sayenizde çocukluğumuzda bize okunan kırk haramiler masalının içinde bulduk kendimizi, bizler sömürülen halk, masaldan da siz tahmin edin kendinizi” diye yazdım
Ömer: Belediye İş Sendikası üzerinden izin aldık. Sendika başkanı istemedi başta. Bütün arkadaşları çağırdık bir toplantı düzenledik, 13 arkadaş geldi. Başkanı çağırdık yanımıza, “biz böyle bir karar aldık, bunun uygulanmasını istiyoruz” dedik. Emniyete yazı yazdı, şube başkanı. Biz de hayret ettik.
Sen geldiğiniz durumu, mücadele döneminde gördüklerini, yaşadıklarını nasıl özetlersin?
Ömer: “Sokakta hak arayan eylem yapan insan komünisttir” derler. Ben açık konuşuyım, ben 1992’den beri Milli Görüş’çüyüm, görev aldım hala da görevliyim. Ben bu şerefsizler gibi gömleği mi çıkarmadım, gömleğimi çıkarıp dinimi de bırakmadım. “Sokakta hak arayan komünisttir” düşüncesi bende de vardı.
En basiti 1 Mayıs’lara bakıyoruz. 1 Mayıs’ta ne oluyor? Bir arbede çıkıyor, esnafın camları kırılıyor, hiç günahı olmayanların insanların canı yanıyor. Şimdi müslüman insan bunu yapmaz. Nedir? İslamiyette affedilmeyecek günahlardan birisi şirk, öbürü kul hakkıdır.
Adamın malına zarar veriyorsun kul hakkı, devletin malına zarar veriyorsun 70 milyonun hakkı. Camını kırdığın adama gidersin, anlaşırsın, helallik alırsın, ama 70 milyondan Kars’taki, Doğu’daki vatandaştan helallik nasıl alacan? Bakıyoruz kızıl bayraklar, yüzü maskeli insanlar, Apo’nun resimleri, yasadışı örgütlerin katıldığı yerler, biz öyle görüyorduk o zaman.
İşçi tamam eyvallah başımızın tacı, ama diğerleri? O zaman bilmiyoruz, neyin ne olduğunu, bizim başımıza gelmemiş. Yine komünistler çıktı diyordum. Ama bunu kendim yaşadım, gördüm. Ben Milli Görüş’çüyüm, ama buraya sağcısı da solcusu da geldiyse bana destek olmaya, benim dostumdur, ama bu davada. Ta ki benim inancıma ideallerime küfür edinceye, hakaret edinceye kadar. Ama iş emek ekmek davasında yanımdaysa benimle aynı saftaysa dostumdur diyorum.
Bu düşünceyle yola çıktık, Hz. Ömer’in adaleti dedik, peygamber efendimizin hadislerine baktık, hak aramak bzim dinimizde olan bir şey. Kendine müslüman diyen ama bütün halkın hakkını gaspedenlere niye boyun eğelim dedik. Bizim siyasi görüşümüzü değiştirmek gibi bir niyetimiz olmadı.
Ben Milli Görüş’çüyüm diyorum, öbür arkadaşım ben AKP’liyim diyor. Çünkü bir kere oy verdim, bunları başımıza getirenlerden biri de benim, bir dahaki seçime kadar istesem de istemesem de AKP’li sayılırım diyor. Biz burada siyasi bir mücadele vermiyoruz. Benim beraber mücadele ettiğim arkadaşlarımın çoğu bile benim Milli Görüş’çü olduğumu bilmez. Çünkü ben onu dile getirmiyorum, burası bir siyaset alanı değil, siyasetin reklam yeri değil. Hatta siyaset yapan arkadaşları çok defa uyardım, biz burada iş ekmek mücadelesindeyiz, burayı toplarız ondan sonra istediğiniz yerde istediğiniz siyaseti yaparsınız, ama burada olmaz.
Kılıçdaroğlu buraya geldi, “biz işçinin yanındayız” filan dedi. Çıktım dedim ki “Sayın Kılıçdaroğlu, madem öyle siz Kadıköy belediyesi’nin, Sarıyer belediyesi’nin işten çıkardığı işçilere, İzmir’de işten çıkardığınız Kent AŞ işçilerine ne diyorsunuz? “Eeee” dedi, “hadi halay çekelim” dedi, sonra da gitti.
Biz kimsenin ne malına ne canına ne namusuna göz diktik. Bize 700 milyon maaş verin, ama iş güvencemiz olsun dedik. Maaşımızı gününde verin, iş güvencemiz olsun bir de başka bir şey istemiyoruz dedik. Biz sendikaya üye olduk, niye olduk maaşımızı gününde alamıyorduk çünkü. Bize çok sataştılar, teröristlerle, komünistlerle birlikte oldunuz bize savaş açtınız dediler.
Bana diyorlar sen niye devrimcilerle takılıyorsun, ben de devrimciyim. Devrimciler geldiğinde ilk, konuştuk, neyi savunuyorsun özgürlük, adalet, eşit gelir dağılımı, e tamam aynı şeyleri savunuyoruz. sen devrimci oluyorsun ben niye olmuyorum? Sen sol devrimcisin, ben İslami devrimciyim.