İnsan denen varlık, duygularını, düşüncelerini dilde sözcüklere dönüştürerek diğer yaratıklardan ayrılır. Dolayısıyla insanoğlu dil yeteneğine sahip olmakla eşref-i mahlûkat olma hedefine doğru yol almaktadır. Hedefe varma hususunda yüklendiği misyon kendisiyle birlikte bütün kâinatı da kapsamaktadır.
Bütün toplumlarda en önemli kültürel değerlerden birisi dildir. Dil insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli olgudur. Dil insan zihnindeki düşünceleri dışa vurmanın yoludur. İnsan düşüncesini yazı dili ile ifade edebilse de, sözlü anlatım iletişimde esas olarak kabul edilmektedir.
“Rahman, bu Kuran’ı (insana) öğretti. O, insanı yarattı: ona açık ve berrak şekilde düşünmeyi ve konuşmayı öğretti.” (Rahman: 1-4)
“Beyan”, izah, açıklamak demektir. Maksud manayı açtığı için kelâma da (yani söze de) “beyan” denir. Mücmel ve müphem bir kelâmı şerh edip açıklayan söze de “beyan” denilmektedir.
Asırlar boyunca dil hususunda tartışmalar ve araştırmalar olmuştur. Ayet-i kerimeye göre “alemehu’l-beyân / ona beyanı öğretti” ifadesi, Allah’ın yarattığı beşere berrak bir şekilde konuşma ve düşünme yetisini bahşetmesidir.
“Ve sizi analarınızın karnından hiçbir şey bilmez bir halde çıkarıp, size şükredesiniz diye işitme duyusu, görme duyusu, duyma, düşünme yetisi bahşeden Allah’tır.” (Nahl: 78)
Anasının karnından hiçbir şey bilmez bir halde çıkıp, dünya hayatı ile tanışan insanoğluna bahşedilen duyular ile şükür arasında sıkı bir ilişki vardır. İnsanın özelliklerinden birisi olan, etrafını ve yaşamını kuşatan, bu evreni ve içinde barındırdıklarını araştırarak/tanıyarak bilgi edinme yetisi Allah’ın lütfudur. İnsanlar fıtri olarak buna uyumlu yaratılmışlardır.
“Allah, Âdem’e her şeyin ismini öğretti, sonra onları meleklerin önüne koydu ve ‘Dedikleriniz doğruysa haydi bu (şeylerin) isimlerini bana söyleyin bakalım’ dedi.”(Bakara: 31)
“Allah, ‘Ey Âdem, bu (şeylerin) isimlerini onlara bildir’ buyurdu. (Âdem) isimleri onlara bildirince (Allah): ‘Size, göklerin ve yerin gizli gerçeğini, açıkladıklarınızın ve gizlediklerinizin tümünü yalnız ben bilirim dememiş miydim?’ dedi.” (Bakara: 33)
Allah’ın Âdem’e izahı hususunda birçok fikir ve görüş mevcut olmasına rağmen bunlara saygı duyarak kendi anladığımızı ifade etmekle mükellefiz. Allah’ın Âdem’e izah ettiği husus aslında konuşma, hitap edebilme ve iletişim sağlama lisanıdır. Çünkü yaratılan varlıklar içerisinde bu özellik yalnızca insanlara bahşedilmiştir.
“Göklerin ve yerin yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklı olması da O’nun alametlerindendir. Bunda kuşkusuz, (fıtri) bilgiye (anlama ve kavrama yeteneğine) sahip insanlar için dersler vardır!” (Rum: 22)
“Ey insanlar! Bakın, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki, birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat: 13)
Ayet-i kerimelerde sözü edilen farklılıklar, kavrama yeteneğine sahip olan, insan olabilmeyi başarabilen, faşizan duygulardan arınabilenler için birer ibret vesikası ve ders niteliğindedir. Asabiyetin atası İblis iken, bu duygu ve düşüncelerle hareket etme hususunda atası İblis’i aratmayan zihniyet, kavrama yeteneğinden yoksun sefih kişilerde belirir. Üstünlüğü ırklara, renklere ve dillere göre belirlemek ve kendini üstün diğerlerini aşağı görmek sorumluluk bilincinin anlamını kavrayamamaktan, akılsızca hareket etmekten kaynaklanmaktadır. Allah akıllarını kullanmayanları pisliğe mahkûm edeceğini buyurmaktadır (Yunus: 100).
Günümüz dünyasında bunun örnekleri kardeşi kardeşe kırdıran anlayışın hâkim olmasıyla tezahür etmiştir. Bu anlayışı savunanlar kendileriyle birlikte toplumların refah, mutluluk bir arada yaşama haklarını ellerinden almışlardır. Örnek olarak sunduğumuz ayetleri kendi siyasi emellerine alet etmek isteyenler, karakter yapılarındaki asabiyeti yenemeyenlerdir.
İnsanın konuşma ve iletişim kurabilmesi için “dudağa ve dile” sahip olması aynı zamanda varoluşun bir gereğidir. Zariyat 56. Ayet-i kerimede Allah’a kulluk/ibadet etme sorumluluğunun büyük bir kısmı dil, görme, duyma, akıl ile alakalıdır. Toplumsal bir varlık olma yolunda ilk adım iletişim ile sağlanır, bunu da en iyi sağlayan duyu organı dildir. Bu hususta üstat Mehmet Akif dilin önemine şu örneklerle vurgu yapmaktadır:
“Kur’an’da geçen kanaati, tevekkülü, sabrı, hepsini yanlış anladık. Sabır nedir? Bize göre sabır, ne olursa olsun katlanmak demektir. Neye katlanmak? Her şeye. Daha doğrusu katlanılmayacak şeylere. Mesela aşağılanmaya, hakaret görmeye, dövülmeye, sövülmeye; özetle insanlık onurumuzu lekeleyecek kötülüklerin hepsine.
Aman ya Rabbi! Kur’an ne söylüyor, biz ne anlıyoruz! Sabır katlanmak değil, göğüs germektir. Neye göğüs germek? Sonunda katlanılmayacak acılara katlanmak ıstırabına mahkûm olmamak için, önceden her türlü zorbalığa, her türlü sıkıntıya, mertçesine, insancasına göğüs germek.
Hele Kur’an’daki tevekkül hiç bizim anladığımız mahiyette mi? Tevekkül, Kur’an’ın gösterdiği, Hadis in gösterdiği tevekkül, tüm yolları denedikten sonra olan tevekküldür. Biz cehaletimiz yüzünden dini bu hale getirdik. Din de bizi bu hale getirdi. İslam dini bir miskinlik dini oldu…”
Üstat Mehmet Akif, bu sözleriyle Kur’ani kavramların ne denli yanlış anlaşılıp yorumlandığını, toplumsal iletişim ve düşüncede etkilerini, insanlar üzerindeki kalıcı izlerini, mevcut anlayışın din kardeşliğine verdiği zararı dile getirmektedir.
Zuhur eden bu fitne, yıllarca yalan yanlış anlatılıp aktarılan yanlış bilgiler vasıtasıyla Güneydoğu ahalisini tanımayanlar için önyargılı bir bakış açısının oluşmasına sebep olmuştur. Bu halkı öldüren, döven, söven bir toplum olarak lanse eden fitne hükmündeki TV dizileri, filmler vs. sürekli olarak ekranlarda gösterildi. Bunlar asabiyet aşılama işlevi gördüler.
Kur’an’ı incelediğimizde ilk mesele mülktür. Âdem’in yaradılışında ise ilk mesele dil, iletişim ve isimlendirmedir. Allah’ın görünmeyen varlıklara (cinlere) Âdem’e secde etme etmelerini emretmesi karşısında onları secdeye sevk eden unsur, onların idrak sınırlarını aşan -insana bahşedilmiş- dil, isimlendirme ve iletişim yetisidir.
Bir kavmi yok sayma ve inkâr etme hususunda en temel propaganda aracı olarak dil ilk sırada yer alır. Allah’ın ayetlerinden biri olan dili inkâr etme hususunda bu yöntem ülkemizde yıllarca kullanıldı. Kürtlere yönelik yürütülen inkâr politikalarını yürürlüğe koyan, Kürt dilinin varlığını kabul etmeyen zihniyet, kendi hazırlamış olduğu tezler ve yaptığı yayınlarla uzun yıllar Allah’ın ayetlerinden biri olan dili inkâr etti.
Bir milletin duygu, düşünce ve yaşam biçiminin oluşmasında en büyük iletişim aracı dildir, aynı zamanda milli kültürün ve milli kimliğin temelini oluşturan en önemli unsurdur. İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan, toplum içinde sürekli yaşayan, gelişmeye ve değişmeye açık, canlı bir varlık olan dil vasıtasıyla insanlar, kendi kültürlerini, değer yargılarını öğrendikleri gibi, diğer milletlerle de bilgi ve kültür alışverişlerini gerçekleştirirler.
Bildirim türleri içerisinde en gelişmiş olanı, en mükemmeli insan dilidir. Sesli-sözlü bir gelişme çizgisine sahip olan insan dili, aynı zamanda bildirimi en kolay şekilde gerçekleştirme özelliğini de taşır. Ayrıca insan denen varlık, duygularını, düşüncelerini dilde sözcüklere dönüştürerek diğer yaratıklardan ayrılır. Dolayısıyla insanoğlu dil yeteneğine sahip olmakla eşref-i mahlûkat olma hedefine doğru yol almaktadır. Hedefe varma hususunda yüklendiği misyon kendisiyle birlikte bütün kâinatı da kapsamaktadır.
Dil müşterek bir iletişim vasıtasıdır. Bu da insanın dünyayı anlaması, eşyayı algılaması ve ifade etmesi demektir. İnsan dil vasıtası ile anladığını anlatır ve dil yoluyla kimlik kazanır. Yine insan dil vasıtası ile duygu ve düşüncelerini ve böylece kendini ifade eder. İlimlerin ortaya çıkmasının dil ile doğrudan ilişkisi vardır. Allah, kelâmını peygamberlerinin diliyle bize ulaştırmıştır. Her ilmin kendi literatürü ve ifade dili vardır. Dinin de kendini ifade eden bir dili vardır.
Kur’an’ı okuyanlar da ondaki ilahî mesajları ve anladıkları derin incelikleri dilleri ile ifade etmekte, sonra yazının imkânlarından yararlanarak bunları neşrederek daha geniş kitlelere ulaştırmaktadırlar. Biz buna “ilim” diyoruz. İlimler böylece kendilerini ifade etmektedirler.
Dilin insanlar üzerindeki etkisini iyi bilen ve bunu kendi menfaatleri için kullanmayı hedef haline getirenler, uzun yıllar Müslüman halklar üzerinde etkili bir strateji aracı olarak “Dinin ilk kaynağı Kur’an’ı en iyi biz anlarız, biz yorumlarız” masallarını dillendirmekten geri durmadılar. Çünkü Kur’an’ın herkes tarafından anlaşılması, onların yok olması ve menfaatlerinin ellerinden alınması demek idi.
Din dilini hayat diline çevirme hususunda bir örnek: İnsanlar arasında sıkça kullanılan “Allah razı olsun” sözü hayat diline çevrildiğinde karşımıza birçok soru ve örnek çıkmaktadır. Allah’ın razı olacağı fiiller (ameller) ve sözler nelerdir? Allah’ın razı olması, hayat gayemiz değil midir? Bir söz ile O’nun bizden razı olmasını beklemek kendi kendimizi kandırmak değil midir?
Allah’ın bizden razı olması için erdemli davranışlar ortaya koymak, ameli hususlarda itinalı davranmak, itikadi hususta hiçbir sapkınlığa düşmemek, kısacası O’nun emri ve yasaklarına riayet etmek ile mümkündür. Cümlelerin içerisinde barındırdığı anlamı hayata taşıyamayanlar dinî argümanlar üzerinden din satanlardır.
İkinci bir örnek: Dillerinden düşürmedikleri ‘Allah’ ismini dile hapsedenler, O’nu camiye, medreseye, tekkeye hapsettiklerini söylediğimizde bizi türlü şekillerde yaftalamakta, “hapsetme”nin anlamını izah ettiğimizde ise hemen çark etmektedirler. Medresede “Allah” diyen zatlar dışarı çıktıklarında gözlerinin önünde zulme uğrayanları görmezden geldiklerinde sokakların, caddelerin Rabbini unutmuş olmuyorlar mı?
Camiye girerken başörtüsünün farzını yerine getirenler, camiden çıktıklarında başörtülerini çıkardıklarında şunu sormak lazım gelir: Caminin Rabbi ile sokaklarının Rabbini birbirinden ayrı mıdır? Farz cami için geçerli, dışarıda ise geçersiz midir?
Din dilini hayata aktarma hususunda meallerdeki eksik ve yanlışlar ne yazık ki Kur’ani kavramların doğru anlaşılmasına engel olmaktadır. Kavramları yozlaştıran mealler ve yaklaşımlar bugün Allah’ın dinine karşı birçok bâtıl dinin zuhur etmesine yol açmıştır. Mehmet Akif’in örnek olarak verdiği iki kavram aslında yozlaştırmada ve bu dini miskinler dini haline getirmede kullanılan yöntemi anlatmaktadır.
Yıllarca Arapça faşizmi ile insanları Arapçılığa mahkûm eden bir anlayışın mevcudiyeti söz konusudur. “Efendiler” kendi menfaatleri için Allah’ın ayetlerini gizleyerek, arzu ettikleri hedefe doğru hızlı bir şekilde yol aldılar.
Yöremizde şöyle bir misal verilir: Nehre düşen bir Efendi’yi kurtarmak isteyen yardımsever, Efendi’ye elini uzatır ve “Elimi tut” der. Lakin Efendi elini tutmaz ve bocalamaya devam eder, çünkü alıştıkları dil şöyle demesini gerektirir: Efendi, elim senindir! Bunu söylediğinde Efendi hemen elini tutar böylece kurtulur. Yıllarca ellerini verenlerin kollarını koparan feodal anlayış insanları dil üzerinden sömürdü.
Dil, en temel iletişim aracıdır. Hangi ırkın veya kavmin dilinin ne olduğundan ziyade o dil ile ortaya koyulan erdemli davranışlar ve iletişim imkânı ön plana alınmalı ve yaşatılmalıdır.