Söyleyeceğimi doğrudan söylerim, gerekçelerin arkasına saklanmam. Mesela ben İran’ın siyasetini hayranlıkla izliyorum; ama Şii değilim. Hatta Şiiler görüşlerimi bilseler, “Senin gibi Yezit’in desteğine ihtiyacımız yok!” bile derler. Olsun. Ben bilirim ki bu cahillerin tarzıdır, siyasilerin tarzı değildir. Emperyalizme kök söktüren bir siyasi hareket, mezhebe takılamaz çünkü.
A.B.D. İran Devriminden sonra şöyle bir açıklama yapmıştı: “Ortadoğu’da benzer devrimlere asla izin vermeyeceğiz.” Kuşkusuz Amerika bunun tedbirlerini almıştır. Peki, başka ne yapılmıştır? Bunu tam olarak bilemesek de tahmin yürütmek güç değildir: “Devrimi gözden düşürüp yalnızlaştırmak ve mümkünse erken boğmak.”
İran’dan etkilenerek Müslümanların devrime kalkışması, A.B.D. nin en büyük korkusuydu. Bunun önüne geçmek gerekiyordu. En aşırı milliyetçisinden, en fanatik yobazına kadar herkese lazım olan A.B.D. merkezli propaganda başladı:
Türkler ne zaman batıya fethe çıksa, İran arkadan karışıklık çıkarmıştır.
En iyi Müslümanlık yine de Türkiye’de.
Pers İmparatorluğu kurmak istiyorlar.
Bu devrim bir Şia devrimidir.
Namaz kılıyorlar; ama abdest alıyorlar mı acaba?
Kadınların sokağa dökülmesi doğru değil.
Kadınların sokakta kapalı gezdiğine bakma! Evlerin içi meyhane…
Ama İran’da muta nikâhı var!
Hz. Ömer’e sebbediyor, Hz. Aişe’ye dil uzatıyorlar.
…
Tesadüfen tanıştığım Pakistanlı genç hekim Muhammed Tahir bile aynı görüşteydi: “Şiiler sahabeye sebbediyor.”
Aslında korkulacak bir durum olmadığı kısa zamanda anlaşıldı. Cemaatlerin Devrimin peşine takılmaya hiç niyetleri yoktu. Daha işin başında karın ağrıları tutup kıvranmaya başladılar. Su getirmedik dere komadılar. “Ama” ların sonu gelmedi ve “Devrim” cemaatler nezdinde bir türlü akredite olamadı.
Nitekim mezhep farkı meselenin en yumuşak karnıydı ve darbeler genel olarak oradan yapılıyordu.
Rahmetli “İmam” Amerika ve Siyonist rejimin sökülüp atılması için “İslam’ın gücünden yararlanılması” nın gereğine inanır ve bunu çeşitli vesilelerle tekrarlardı. Bu çağrı, hangi mezhepten olursa olsun, tüm Müslümanlara yapılmış bir çağrıydı; ama karşılık bulmadı. Bunun üzerine İran, strateji değiştirdi ve “İslam’ın gücünden yararlanma” formülünü, “Mezhebin gücünden yararlanma” formülüyle değiştirdi. Gerçi bu durum, hiçbir zaman devrimi desteklemeyecek olanların eline, “İslam devrimiydi, şimdi mezhep devrimi oldu.” bahanesi verdi; ama açık söylemek gerekirse bu yeni formül tuttu. İran Dünya’nın diğer Şiilerini organize etti ve böylece başka ülkelere nüfuz etmeyi başardı.
Burada şu tespiti yapmadan geçemeyeceğim: “Aynı devrim Türkiye’de yapılsaydı, Şiiler -pek azı hariç, şimdi bizde olduğu gibi- devrime asla destek vermezdi.” Tespitimi destekleyecek bir hatıramı anlatmak zorundayım:
Altı yedi yıl önceydi. Cuma için camiye gitmiştim. O günlerde Irak’ta büyük bir patlama olmuş, Kerbela matemine katılan bine yakın insan ölmüştü. Normalde namaz öncesi camide yapılan konuşmalara dikkat etmem; ancak bu sefer hoca bir şeyler söylemek istiyor, sancılar içinde kıvranıyordu. Meraklandım, kulak verdim. Derken patladı: “Amerika ile birlikte olup Müslümanları katledenlerin, Hz. Muhammed’in torununun matemini tutmaya hakları yoktur.” Cinayetlerden Şiileri sorumlu tuttuğu anlaşılıyordu. Camiyi terk ettim. Beş dakikalık yürüme mesafeli başka bir Alevi camiine gittim. Bu hocanın hutbe konusu da aynıydı. O da aynı olaylardan Sünnileri sorumlu tutuyordu: “Bu nasıl Müslümanlıktır? Sünnilerin başka bir kitabı mı var? Gerçi böyle bir beyanları da yok. Peki, nasıl oluyor da Hz. Muhammed’in torununun matemine katılan insanları katledebiliyorlar?”
İşte A.B.D. nin istediği şey tam da buydu. Camiden çıkamadım; ama kendimi de tutamadım: “Geri zekâlılar!”
İlk caminin adı “Yavuz Selim” di. Keşke bu caminin adı da “Şah İsmail” olsaydı.
Adilmedya.com