İhsan Eliaçık hoca, Türkiye’nin içte ve dışta yaşadığı sorunlara değinerek, ” Özellikle içte devlet herkese ait kılınmıyor 13 yılda devlet herkesin devleti olmaktan çıkmıştır” dedi.
Oda TV’ye konuşan Eliaçık hoca, devletin her bireye ait bir kurum olduğunu, ancak Türkiye’de süreli tasfiyeler ve kavgalar yaşandığını kaydederek şunları söyledi: ” Türkiye de şöyle bir devlet geleneği var: Devlet herkese ait kılınmıyor. Halbuki devlet herkese ait bir kurumdur. Devlet herkese ait olmaktan çıktığı zaman devlet içerisinde tasfiyeler ve kavgalar başlar. Bir grup geliyor diğer grubu devletin içerisinden tasfiye ediyor. Sonra diğer grup geliyor tasfiye eden grubu tasfiye ediyor. Sonra diğeri, sonra diğeri… Bu böyle devam edip gidiyor.
13 yıldır yaşadığımız şey nedir?
Yıllardır önceki kadrolar tarafından devletin içinden tasfiye edilmiş olan muhafazakar dindarların, oy çoğunluğu ile devlete yerleşerek diğerlerini tasfiye etmesi, dışlaması ve ötekileştirmesidir. Devleti herkesin devleti olmaktan çıkarıp kendilerinin devletine dönüştürme sürecini yaşıyoruz. Zaten bir kere bu tasfiye süreci başlayınca en yakınındakine kadar gider. Dışlayıcı, ötekileştirici zihniyet budur yani. Demek ki burada temel devlet algılamasında bir sorun var.
Devlet her şeyden evvel şeffaf bir ortaklık kurumudur. Aslında devlet olmasa da olur. Aslolan halktır. Ama halk olmazsa olur diyemeyiz. Bir halk devlet olmadan, klasik hiyerarşi olmadan da iş bölümü yaparak, organize olarak yaşayabilir. Peygamberimiz Medine Sözleşmesi’nde bunu göstermiştir. Medine Sözleşmesi, devletsiz organize olmuş, iktidarsız, hiyerarşisiz bir toplum örneğidir. Demek istediğim şey şu; İslami teoloji açısında bakacak olursak bu iş şuraya oturur: Bir tek Allah tektir, onun dışındaki her şey çoktur. Bunun dışında, doğada, insan topluluklarında herhangi bir şeyi tekleştirmeye kalktığınızda siz Allah’ın yerine geçmeye kalkıyorsunuz demektir. Bir Müslüman açısında evrene baktığımızda Allah her şeyi çok yaratmış. Bakın, rengarenk her şey. Ama bu rengarenkliğin içinde bir birlik de var. Buna eski sufiler, ‘kesret içinde vahdet, vahdet içinde kesret’ der. Yani çokluk içindeki birliği, birlik içindeki çokluğu görmek lazım. Bu aslında aslında muazzam bir siyaset felsefesidir. Demokratik çoğulculuk dediğiniz şey buraya dayanır. Bunun dini, teolojik kökeni burasıdır: Bir tek Allah tek olacak, onun dışındaki her şey çok olacak. Devlet bir ortaklık ve koalisyon kurumu olacak. Bir tek ekibe teslim edilmeyecek. Bizim gibi çok renkli olan ülkelerde insanların koalisyona alışması gerekiyor. İktidarı tekleştirmemek gerekiyor. Şimdi benim görüşüme göre Türkiye’de imparatorluk sürecinden sonra Osmanlı dağılınca geri kalanlar da dağılmasın diye Türklük politikası izlendi. Ulusçuluk yaygındı, herkes kendi milletinin bayrağını yüceltiyordu. Sırplar Sırp dedi gitti, Arnavutlar, Bulgarlar, Yunanlar, Ermeniler, Araplar da benzer biçimde gitti. Geriye kalanlar da herkes gidiyor, biz kendimize ne diyeceğiz demeye başladı. O zaman bu geride kalanları bir arada tutmak için bir çimento lazımdı. Geri kalanlara ne diyeceğiz, Türk diyeceğiz. Çünkü daha fazla bölünmeye tahammül edemeyiz.”
Adilmedya