Rusya, Suriye topraklarını top ateşine tutuğu için Türkiye’yi BM Güvenlik Konseyine şikayet etti!
Peki Türkiye’yi Güvenlik Konseyinde savunacak kimse var mı?
Bakıldığında pek yok gibi görünüyor. Dahası Güvenlik Konseyinin veto hakkına da sahip beş üyesi; ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin’den hiç birisinin Türkiye’yi haklı bulması ve orada Türkiye’yi savunması beklenmiyor.
Peki; “25 Şubat’ta yeniden başlaması beklenen Cenevre görüşmelerinde bu son girişimlerinden sonra Türkiye’nin ‘güvenli bölge’ ısrarı ve PYD-YPG’nin Cenevre görüşmelerine çağırılmamasına destek artmış mıdır” denirse, burada da Türkiye’nin düne göre bile daha az desteğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Aynı şeyi Münih toplantısında, Suriye’de “ateşkes”, en azından bir “çatışmasızlık” kararı alan Suriye Destek Gurubu ülkeleri için de Türkiye’nin tezlerine bir yakınlaşmanın olmadığını söyleyebiliriz.
‘EYY!..’ DİYEREK NEREYE KADAR?
Sonuçta Erdoğan-Davutoğlu yönetimi, bu uluslararası organizasyonlardan çıkacak kararlar için, “Eyy BM!”, “Eyy Cenevre görüşmecileri!”, “Eyy Suriye Destek Grubu!”… diye başlayan karşı açıklamalar yapıp bütün bu kurum ve kararları “değersiz” ve “geçersiz” ilan edebilir. Ama, bu Türkiye’nin uluslararası itibarını artırıcı olmayacağı gibi Suriye politikasını da bir adım ileriye götürmez. Tersine, bu tutum, bir kaç cihatçı grubun desteklenmesi uğruna, Ortadoğu’da haritaların yeniden çizildiği bir aşamada, Türkiye’yi kurulan ve kurulacak “masalar”ın dışına düşürür.
Evet Türkiye, yeni göçmen dalgasını önleme iddiasıyla YPG güçlerine karşı giriştiği askeri müdahale ile belki Almanya Başbakanı Merkel’i, “Suriye topraklarında güvenli bölgeler kurulması” tezine destek veren bir çizgiye getirmiştir. “Merkel’in bu ‘çizgiye’ gelişi; ‘samimi’ midir, bir ‘yumuşatıcı’ ve göçmen sorununda ‘kapıyı açık tutmak’ için bir adım mıdır?” gibi sorularla birlikte olsa da Merkel ilk kez Türkiye’nin tezine destek çizgisine gelmiştir. Ama bu desteğin uluslararası planda bir faydasının olmayacağını Merkel de Hükümet de bilmektedir. Ama iç politikada “Bakın Almanya bizi destekliyor” denerek bir nefes alınabilir!
HÜKÜMETE ‘İÇERİDEN’ DESTEK VAR!
Tabii unutmayalım, CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ı kazanmıştır Erdoğan ve Davutoğlu.
Nitekim önceki gün CNN’de “Tarafsız Bölge” programında Baykal kendi partisini yerden yere vururken, AKP Hükümetinin YPG güçlerini bombalamasından Cizre, Sur, Silopi gibi ilçelerdeki yüzlerce sivilin de katledildiği kentlerin yakılıp yıkıldığı operasyonlara da açık destek vermiştir. Hatta Baykal bir adım daha ileri giderek, AKP Hükümetinin Suriye’ye yönelik müdahalesinin adını koyarak destek vermiştir!
“Azez-Halep hattını açık tutmak için Türkiye’nin bombalama hakkı vardır. Güneyden Halep’e sızma planı olduğu anlaşılıyor. Halep Sünni İslam kentidir. Bu kenti Rusya’nın, Esad’ın himayesine teslim etmek üzerine bir politikayı çok ciddi sorgulamak lazım.” diyerek Baykal, Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun açıkça söylemekten çekindikleri bölgedeki AKP Hükümetinin sürdürdüğü Şii-Sünni, Alevi-Sünni çatışması eksenindeki stratejisine açıkça destek vermiştir.
YALNIZLIK-HIRÇINLIK DENKLEMİ
Gelinen yerde ne Merkel’in güvenilmez ve etkisiz desteği ne de Baykal’ın omuz vermesi Erdoğan-Davutoğlu’nun dış politikasını vardığı “yalnızlaşma”dan kurtaracak özellikleri taşıyor. Üstelik bu seferki “yalnızlaşma” önceki yalnızlaşmalara göre daha da ileri bir boyuttadır. Muhtemeldir ki Erdoğan-Davutoğlu propagandası bunu da “değerli yalnızlık” olarak gösterecektir.
Ancak gelinen yerde “yalnızlık” arkasındaki amaçların tamamen “haksız” ve “halkların boğazlanmasının önünü açan” özelikleriyle “değerli” olamayacağı gibi, AKP Hükümetinin dış politikası bakımından, bölgedeki gelişmelerin çok kritik bir aşamasında bu “değersiz yalnızlık” bir “dibe vuruş”a da karşılık gelmektedir.
Gerçeğin böyle olması Erdoğan ve Davutoğlu’yu hırçınlaştırmakta, hırçınlaştıkça da kendilerini yalnızlaştıracak yeni adımlar attırmaktadır.
KOÇ HOLDİNG İŞÇİSİNİN ‘YÜZDE 22 EK ZAM HAKKI’ DOĞMUŞTUR!
KOÇ Holding 2015 yılını rekor bir ciro ve rekor kârla kapattığını açıkladı.
Holdingden yapılan açıklamaya göre, 2015 yılında Koç Holding, cirosunu 69.5 milyar TL’ye çıkarırken net kârını da bir önceki yıla göre yüzde 32 artırmıştır.
Peki bunu ücret tartışmasını indirgersek, ne demektir?
İşçin ücretini biliyoruz. Çalışması karşılığında saat başına patrondan aldığı paradır. Bunun rakam karşılığına, yani ücretin ne kadar dendiğinde verilen yanıta, “nominal” ücret, ama bu ücretin başlıca tüketim mallarının fiyatlarıyla ölçülmesine “gerçek ücret” diyoruz. Patronların geliriyle işçilerin gelirleri arasındaki oranla ifade edilen ücrete de “izafi ücret” ya da “göreli ücret” diyoruz. Ki, işçilerin gerçek gelirlerini anlamamıza yarayan en yakın ücret işte bu izafi ücrettir.
Buradan yaklaşıldığında; geçtiğimiz yıl Koç Holdinge bağlı işletmelerde çalışan işçilerin ücretlerine net yüzde 10 zam yapılmıştır (yaklaşık olarak) ama “patronun ücreti” olarak görülebilecek kâr ise yüzde 32 artmıştır. Bu durumda Koç Holdingde çalışan işçiler Koç Holdinge göre yüzde 22 dolayında yoksullaşmıştır!
Bu da işçilerin mevcut üretimden aldıkları payın hiç olmazsa ekonomi bakımdan, kapitalizmin sınırları içinde bir “adalet” için, başka bir söyleyişle işçilerin geçen yılki refah seviyelerini koruyabilmeleri için “yüzde 22 ek zam talep etme” hakları olduğunu göstermektedir.
Demek ki, Koç Holdingin açıklamasından Koç Holdingde çalışan Arçelik, TOFAŞ; Ford, gibi fabrikalarının işçilerinin ve elbette sendikalarının, patronlarının karşısına çıkarak, “yüzde 22 ek zam talebi”nde bulunmaları gerekir. Bu açıklama onlara bu hakkı tanımıştır.
(Evrensel)