Madımak ile Kerbela yan yana!…
37 insan bir binada ve o bina tüm gece toplarla dövüldü. O bina, atılan top atışlarıyla yandı, yıkıldı ve o yangında 9 insan yanarak öldü!
Diri diri lavlara yakalandılar, lavların içinde yandılar…
Bir bodrumda 32 insan!… O bodrumun üstündeki dört kat çökmüş. Çökmüş binanın bodrumunda 7 ölü, 16 yaralı, 9’u yarasız yaşıyor… 30 Ocak 2016’daki tablo buydu: O günden bu güne o bodrumdan ses yok. Yaralılar ve o yaralılara eşlik edenler yaşıyorlar mı öldüler mi kimse bilmiyor!
‘‘Kimse bilmiyor’’ dediğime bakmayın, biz bilmiyoruz; devlet biliyor!
Ama devlet ketum…
O bodrumda, havanın sızdığı bir anahtar deliği de yok. Yalnızlık öyle sanılanın aksine görkemli değil… Işık çok uzakta! Sadece geçmişin ışığı var; gelecek ise karanlık. Top sesleri geliyor ve yüz metre ilerisinde tutuşan alevlerin sesi…
O alevlerin içinde, Şervan Adıgüzel can verdi.
Atılan toplarla yakılan binada, Ercan Pişkin öldü.
O binada alevler, Muhammet Özkul’un bedeninde tutuştu ve Muhammet yanarak can verdi.
Nızar Isırgan, Cengiz Sansak o alevlerde yandı.
Ramazan Çömlek ve isimleri bilinmeyen 3 kişi yandı, yanarken can verdi.
O yanan binada o yanan insanlarla birlikte olan Fidan Dadak, polislerin attığı toplarla yaralandı.
Fedek Çağduval ve Servet Çörek yaralandı. Yasemin Çıkmaz, Serdar Özbek, Mehmet Atlan, Abdulkerim Oruç o binada kalan başka yaralılar.
Hasan Ayaz daha 13 yaşında, yaralı.
Ekrem Çevirgen 14 yaşında ve o da yaralı.
O bodrumdakiler gibi yangının sardığı binada kalanlar da hastaneye kaldırılmadılar. Çünkü oraya ambulans gönderilmiyor!
Ekranlara çıkan, kürsülerden vaaz veren her devlet yetkilisi diyor ki ‘‘teslim olsunlar’’. Kim teslim olsun?
‘’Kürt direnişçileri!’’
Teslim olmak Kürdün yazgısı sanki… Kürtlere zulmedenler, Dersim’in yiğit evladı Seyit Rızayı teslim aldı ve onu darağacına çektiler! Böylece Kürtlüğü yok edeceklerini umdular. Dersim’in Rızo’sunu darağacına çekenler istediler ki Kürtlük yok olsun! Oysa Kürtlük her darağacıyla, her ölümle Kürt dağlarının meşeleri gibi gür ve güçlü yeşerdi. Yeşeren Kürtlük, bugün Cizre’de yaşama tutunmaya çalışıyor. Türk muktedirler, yeşeren Kürtlüğü bir bodrumda boğmak, kocaman bir binada alevlerde yakıp yok etmek istiyor.
Cizre’de top atışlarıyla yok edilen Kürtlükle, Türklük çirkinleşiyor; o alevlerde yanan insan cesetlerinden yükselen duman Türklüğün sureti oluyor!
Cizre’de Kürtlük kanatılırken Türklük vampir suretine giriyor.
Her gün başka bir evden yeni cenazeler çıkıyor. Bugüne kadar kasabın çengeline 100 insan asıldı. Bir o kadar insanın boynu kasabın bıçağında. Bir bodrumda yirmi gündür gömülemeyen 7 ölü insan, bir binada bedenleri alevlerde can veren 9 insan… Kimse bu ölü bedenleri almıyor, alamıyor! Çünkü devlet kimsenin almasına izin vermiyor. Devlet, ‘’Ölmüş olanlar ve yaralılar ayağa kalksın, yürüsün gelsin’’ diyor! 30 Ocak günü birbirlerine kenetlenip ambulansa yürümek istediklerinde polis ve askerlerin silahlı saldırısına uğradılar. Sultan Irmak o saldırıda öldürüldü ve ambulansa gelemediler. Devletin başındaki muktedirler, arkalarına aldıkları %80’le ve ellerindeki ateşli silahlarla güçlüler ve bu gücün sarhoşluğuyla acımasızlar! Yalan gırla, hakaret gırla, alçaklık gırla… Hiçbir şey umurlarında değil, çünkü biliyorlar ki iktidar koltukları sağlam hatta öldürdükçe o iktidar koltukları sağlamlaşıyor; “Padişahım çok yaşa” sesleri her geçen gün daha gür çıkıyor!
Cizre’de cenazeler gömülemediği için gözyaşları akıtılamıyor. Koca bir bulut gibi insanlar. Gözyaşları akıtılamadığından yara tüm bedeni sarmış, iyileşemiyor!
Sevgili Ruhat Sena Akşener, utancımızı dile getirmiş: Yerin dibine girelim , canımızdan utanalım, yerin dibine yerin dibine yerin dibine girelim, utancımızdan paramparça olalım, insanlığımızdan utanalım, yansın yıkılsın bu düzeniniz; hala konuşuyor, “çocukların arkasına saklanıyorsunuz” falan diye bağırıyor birileri ya, hala hala hala hala ya hala, insanlıktan bunca çıkmışlar, hala konuşabiliyor, hala söyleyecek sözü var, bu konuşmaya, bu kelimelere, bu feryada, bu insanlığa, bu vicdana hala söyleyecek sözü var-bağıracak yüzü var, nasıl haysiyetsizlik, nasıl onursuzluk, nedir bu ya nedir bu!
O ölüm bodrumunda biri çığlık atıyor: Heval, bir eli sağlam olan arkadaş iki aydır arıtma deposunda bulunan 1 litrelik suyu, cıvataları açıp çıkardı, herkes bu suyla dudaklarını ıslattı… Herkes inliyor, konuşamıyor (…) öldüreceğim kendimi artık yeter, şu haykırışlarını duymak istemiyorum. Artık kimse aramasın beni, yazmasın, öldüreceğim kendimi.
“Su diyorum su heval”.
Ben o arıtma cihazının dibinde bir damla su olaydım da o kuru dudaklarınızı ıslataydım…
Mehmet Tunç Avrupa Parlamentosunda yapılan Kürt Konferansına o ölüm bodrumundan telefonla bağlandı: Ne su var ne ilaç, bazıları iç kanama geçiriyor. Bazılarının psikolojisi bozuk, bazılarının yaraları kokuyor (…) Sürekli su isyeyen 13 yaşında bir kız çocuğu var. Hep su istiyor. iç kanaması var. Ancak ona su veremiyorum.
O bodrumda insanlar can çekişedursun Dicle Haber Ajansına bir fotoğraf düşüyor; Cizre’de içine depo yapılmış sağlık bakanlığına bağlı bir ambulans, istasyonda bir pompanın önüne çekilmiş panzerlere taşımak için motorin dolduruyor. Hastaneye hasta ve yaralı taşıması gereken ambulanslar ölüm yüklenmiş tanklara motorin taşıyorlar.
DBP parti meclis üyesi Mehmet Yavuzer de o bodrumda yaralı. Anne Hanım, Yavuzer Botan yürüyüşçüleriyle birlikte oğlunu almak için Cizre’ye yürüyor. Mehmet’e sesini duyurmaya, yalnız olmadığını anlatmaya çalışıyor:
“Aslanım diren annen yetişecek.”
Anne Hanım Yavuzer, Nuçe TV’ye telefonla bağlanan oğlu Mehmet’i ayakta göğsünü yumruklayarak dinliyor, içinin sızısıyla konuşuyor: Kurbana webim, kurbana webim (Size kurban olayım, size kurban olayım).
Mehmet, Veli, Sultan ve diğerlerinin ısınmak için sarındıkları battaniyelerine ölüm kokusu sinmiş… Selami o battaniyelerin içinde öldü. Ondan geriye Cizre spor atkılı fotoğrafı kaldı… O ölüm bodrumunda bulunan Mehmet kendi yarasını unutmuş, bakın ne diyor: Burada Sultan adında ağır yaralı bir kız çocuğu var, bana sürekli ‘baba beni bırakma’ diyor, her duyduğumda kahroluyorum.
‘‘Baba beni bırakma’’ diyen Sultan arkadaşları ambulansa taşımaya çalışırken öldürüldü.
Dicle haber ajansının iddiasına göre, 5 Şubat günü ambulanslardan, “dışarı çıkın sizi hastaneye götüreceğiz” anonsunun yapılması üzerine o bodrum katında bulunan yaralılardan Abdullah Gün ambulansa gelmek üzere dışarı çıktı, polis tarafından öldürüldü.
Her an Cizre’nin Cudi mahallesinden toplu bir katliam haberi alabiliriz!
O bodrumda insanlar can çekişirken devletin başındaki kişi çıkmış Hobbes’u yalanlıyor: Birilerinin dediği gibi insan insanın kurdu değildir. İnsan insanın kardeşidir.
Oysa devletin başındaki kişi her gün Hobbes’u pratiğiyle doğruluyor. Bir kurt gibi, Dicle’nin kenarındaki kuzuları avlıyor; Cihan’ı aldı, Mira’yı aldı, Serhat’ı , Sultan’ı aldı. Kurt can almaya devam ediyor.
Bu zulüm üzerinden kimse zafer elde etmez. Bir yıkım üzerinden kimse başarı devşirmesin…
Dicle’nin suretine zulüm çizgileri çizilmiş.
O bodrum katında Fekiye Teyran’ın kavalı yaralı, o yaralı kaval herkese onur fısıldıyor.
Botan Miri Bedirxan’în tüm çabası ‘Kürdistani birlik’ti. Şimdi Mir’in evinin bir bodrumunda birliğin tılsımı oluşuyor.
Miri Bedirxan’ı sürgün edenler Kürdistan coğrafyasının son iki yüzyıllık kanlı tarihini kurdular. Cizre’den yükselen Kürtlük ve onun oluşturduğu direniş yok edilmek isteniyor. Botan mirinin sürgünüyle oluşan kaos ortamında Kürdistan’da Ermeni soykırımı peydahlandı. Bugün Cizre’de kurulan oyun yeni bir kaosun ve katliamın provası…
Dicle nehrinin aktığı Cizre’de nehrin 500 metre yakınındaki bir bodrum katında su tükeniyor…
Galileo “Dünya dönüyor”, Muhammed “Allah birdir” dediği için o günün mutkedirleri tarafından deli damgası yediler ve taşlandılar. Şimdi de “Tek dil yoktur.”, “Öz yönetim haktır.” diyenler, vatan haini oluyorlar, terörist damgası yiyorlar. Onları vatan haini ve teröristlikle damgalayanlar tarafından, şehirleri, evleri bombalanıyor, canlarını kaybediyorlar.
Dicle feryat ediyor.
Frida Kalho bir yatağa mahkum bedeni için, “Ben uçmak isteyip uçamayan bir kuş gibiyim.” demişti.
O bodrum katında, yangın binasında, Cudi Mahallesinde uçmak isteyip de uçamayan kırık kanatlı kuşlar var. Dicle, kırık kanatlı kuşların feryadıyla inliyor.
Bıro, Esther ve Fadıl’ın sesi yaralı…
Yaralıların aileleri yollarda, Kürt kurumları ayakta ve her gün yaralılara ambulans gönderilmesi için hükümete çağrı yapıyorlar.
Aileler çocuklarının o ateş çemberinden çıkartılması için hükümete merhamet diliyorlar. Rabbim sen bize merhamet dilendirenleri kahret…
Bu enkazda bizler de varız. Bu yangında yanan bizleriz… Yüz metre yakınımızda sesler geliyor ve duymamak için durmadan konuşuyoruz. Gelen sesler susuz kalmış bedenlerden ve yangında katledilenlerin kalp sesleridir. O uzaklaştırdığımız sesler o bodrum katındakilerin ve yüz metre yakınında alevlerde can verenlerin nabız atışlarıdır. Biz bu seslere kulaklarımızı tıkadıkça gün gün can verenlerin sesleri tüm şiddetiyle zonklayacak. Kapatıldığımız o bodrumdan çıkamazsak her an çıldırabiliriz.
Başımızı kaldırıp o tank sürüsünü üstümüze salan insan kılığındaki iktidar müsveddesine bakamazsak bilin ki bir ömür boynumuz eğik olur!
Dünya malına zerre tamah etmeyen Cizre yakılıyor, yıkılıyor. Yine de zalime inat, zalimin talim ettiği yola minnet etmiyor.