CHP’de değişim iddiasını elinin tersiyle itmeye çalışanları neden yadırgadığımı, birkaç yazıyla ifade etmeye çalıştım. Bu arada, ‘CHP’de değişim’den neler beklememiz gerektiğini’ düşündüğümü de yazdım. Kastettiğim, tabii, yalnız pasif bir beklenti değil, ‘daha fazla demokrasi’ isteyenlerin bu yönde CHP’ye, ‘demokratik baskı’ yapması ihtiyacı idi. Bu noktada en büyük kaygım, CHP’nin değişim iddiasını, ‘oldu da bitti maşallah!’ havasında heba etmek!
Öteden beri, sol veya sosyal demokrasi ve hatta demokrasi adına ortaya çıkıp, emekten, yoksulluktan, sosyal adaletten söz etmemeyi, ne kadar rahatsız edici bulduğumu söyleyip duruyorum. Ancak, bu yönde vurgu yapmanın, artık, sol, sosyal demokrasi ve demokratlık adına yeterli olmadığını bilmemizde fayda var. O nedenle, ‘değişim’ adına sadece ‘yoksulluk’, ‘yolsuzluk’ ve ‘işsizlik’ vurgusuyla yetinen bir CHP’den fazla bir şey umamayız. Bu durumda, ilkesel anlamda daha fazla demokrasi adına da, gittikçe otoriterleşen AKP’ye karşı siyasal bir denge olmak adına da, beklentilerimiz havada kalmaya mahkûm olur!
CHP’nin birdenbire bambaşka bir siyasal hüviyete bürünmesinden bahsetmiyorum. Öteden beri, nasıl sağ/muhafazakâr siyasetler, ‘ekonomik liberalizm ve muhafazakâr değerler’in bileşkesiyle tanımlanıyorsa, merkez sol siyasetler de, ‘sosyal demokrasi ve laiklik hassasiyeti’nin bileşkesiyle tanımlanıyorlar. Bunda yadırganacak bir şey yok. Ancak, merkez sağa yönelen İslamcılar, nasıl ‘muhafazakâr demokrat’ bir çizgi ile açılım yapabildilerse, merkez solun da, laiklik başta olmak üzere Cumhuriyetçi ilkelere yaptıkları vurguyu demokratik bir çerçeveye oturtmaya çalışması gerek.
Bu noktada tüm tarafların, hem Türkiye’de mevcut toplumsal/siyasi tabloyu, hem de tüm dünyada yaşanan siyasal krizleri iyi okuması gerekiyor. Dahası, siyasal tercih ve tutumlar, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada, hiçbir dönem, sadece sosyo-ekonomik politikalar çerçevesinde belirlenmedi. Kültür ve ideoloji, her zaman belli ölçüde etkili oldu, bu şimdi daha fazla böyle. Zira, tüm dünyada, siyaset giderek daha fazla bu eksenler etrafında şekilleniyor. Mesele bu gelişmeyi, yanlış veya doğru bulmak değil, öncelikle iyi okumak!
İnsanlar yoksulluktan kırılsa da bir noktadan sonra, siyasal tavırlarını belirleyen, ‘sorun’u ve ‘çözüm’ü nasıl tanımladıkları. Kürtler, tüm sorunlarından ancak ‘özerklik’le kurtulacaklarını düşünüyorlarsa sosyo-ekonomik söylemlere ve hatta politikalara fazla kulak asmayacaklar. Benzer bir şekilde, muhafazakârlar, sorunlarını ancak ‘dindar’ siyasetçilerin iktidar olması ve iktidarda kalmasıyla çözüleceğini düşünüyorlarsa, oylarını büyük ölçüde AKP’ye vermeye devam edecekler.
Herkesin seçmeni ‘sabit, değişmez’ demiyorum, ama her siyasi çevrenin oylarını artırmasının sınırları var. Siyasi tutumları geçişli bir zeminde belirlenenlerin desteğini almak da, ancak daha ‘esnek’, ‘kapsayıcı’ siyasal söylemleryle mümkün. Bu noktada, demokratik esnekliğini kaybeden AKP’nin de, onu dengelemeye soyunan CHP’nin de, uzun boylu düşünmesi gerekiyor.
Şimdilerde sadece CHP’yi konuşuyoruz ve AKP’nin darboğazlarından söz etmek neredeyse ‘yasak’. Ama, daha demokratik bir muhalefetle dengelenemeyen AKP’nin de, yolunu çizmesi giderek zorlaşacak. Zira, muhafazakâr demokratlık çizgisi liberal çevrelerin desteğini yitirdiği ölçüde, yine iktidarını koruyabilecek ancak, ‘siyasal enerji’sini tazelemek için, muhafazakârlığa daha fazla abanmak durumunda kalabilecek.
Halihazırda, Türkiye dışındaki Müslüman ülkelerde, demokratik dinamik olarak görülen ‘ılımlı İslamcı’ veya ‘ılımlı İslami’ siyasetler bir noktada tıkandı. Zaten, ılımlı İslami söylemler ile demokrasinin buluşması imkânının ‘model ülke’si Türkiye idi. Bu model kendi içinde zorlanırsa, bu imkanda tüketilmiş olacak.
AKP, İslamcılık ile arasına çizdiği mesafeyi büyük ölçüde netleştirirken, ‘demokrasi’ adına giderek daha fazla zaaf sergilemeye başladı.
Radikal