Carullah ez zemahşeri ünlü bir müfessirdir. “Keşşaf” isimli eseri çok meşhurdur. Kâbe’nin yanında ikamet ettiği için “Carullah” (Allah’ın komşusu) unvanını almıştır. Kendisi bir Türk olmasına rağmen, Kâbe’nin duvarlarına çıkıp, “Ey Araplar, gelin size dilinizin inceliklerini öğreteyim!” dediği rivayet edilir.
Arapçam iyi değil. İmam Hatip ve İlahiyat dışında Arapça öğrenmedim; ama bu gün Araplara bile Arapça öğretmeye kalkacağım.
Saffat Suresi 50-59 ayetlerinin meali şöyledir:
Birbirlerine yönelip sorarlar. İçlerinden biri der ki: “Benim bir arkadaşım vardı. ‘Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?’ derdi. ‘Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?’” Konuşan o kimse, yanındakilere, “Bakar mısınız, hâli ne oldu?” der. Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür. Ona şöyle der: “Allah’a andolsun neredeyse beni de helâk edecektin! Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum. Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?” (Diyanet mealinden alınmıştır.)
Son iki ayeti anlamakta oldukça sıkıntı yaşadım. Çünkü “İlk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek miymişiz?” demek “Bir daha öleceğiz.” demektir. Oysa ahiret hayatı ebedidir.
Konuya ilişkin yorumlara gelince:
1. Bazı mütercimlere göre muhatap cennetteki sohbet arkadaşlarıdır:
“(Ey cennetteki arkadaşlarım,) biz gerçekten (bir daha) ölmeyeceğiz, önceki ölümümüz dışında ve (bir daha) azaba uğratılmayacağız, değil mi?” (M. Esed)
M. Esed’in tercümesine bakılacak olursa, cennet ehli cennette ölüm ve azabın olmadığını bilmez. Garip de olsa bunu muhtemel sayanlar olmuştur. Nitekim Razi şu yorumu nakleder:
“Cennetlikler, cennete girdikleri sırada kendilerinin ölmeyeceklerini bilemiyorlardı. Binaenaleyh, ölüm, beyaza çalan bir koç biçiminde getirilip kesildiğinde, artık bundan sonra hiç ölmeyeceklerini anlarlar.
2. Tefhimu’l Kur’an tercümesi ise şöyledir:
“Nasıl, Biz ölecek olanlar değil miymişiz? Yalnızca birinci ölümümüzden başka (öyle mi?) Ve biz azaba uğratılacak olanlar da değilmişiz (öyle) mi?”
Yukarıdaki üslubun sıkıntılı olması bir yana, Mevdudi’nin konu ile ilgili açıklaması özet olarak şöyledir:
“Cennet ehlinden bir şahıs, cehennemdeki tanıdığı ile konuşurken kendi kendine söylenmiş ve kontrol dışı olarak bu cümleler ağzından dökülmüştür.”
Diyanet tercümesini esas alacak olursak, Mevdudi’nin aksine, cennetteki şahıs bu sözleri kendi kendine söylememiş, cehennemdeki arkadaşına hitaben -bize göre de doğrusu budur- söylemiştir:“Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?”
“Bize azap edilmeyecek miymiş?” ifadesinde sorun yoktur; ancak, “İlk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz?” ifadesi sıkıntılıdır. Mırıldanarak söylenmiş olsa da, açıktan söylenmiş olsa da fark etmez. Çünkü, yukarıda da belirttiğimiz gibi, cennet hayatı da, cehennem hayatı da ebedidir.
3. “(İşte bak,) biz dünyadaki ilk ölümümüzden başka bir daha ölecek değiliz ve biz azaba uğratılacak da değiliz.” (A. F. Yavuz)
A. Fikri Yavuz’un tercümesi bu sıkıntılı durumu çözmüş gibi görünmektedir. Yavuz’a göre muhatap cehennemdeki arkadaş olmakla birlikte, cennetteki mümin, ona hesap soran bir üslup kullanmamış, (“Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin? Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?” demesinin hesabını sormamış.) sadece kendi durumunu izah etmiştir. Oysa sözün akışına göre kendi durumunu izah etmesi değil, inkârcı arkadaşına dünyadaki kâfirliğinin hesabını sorması gerekirdi. Kaldı ki Arap dili kurallarına göre böyle bir tercüme yapılamaz; çünkü soru edatı görmezden gelinmiştir ve Yavuz’un dışında kimse böyle bir tercüme yapmamıştır.
Bu çelişkili durumlardan bir çıkış yolu bulduğumu düşünüyorum:
Minibüslerdeki “İndi- Bindi” tarifesiyle başlamak yararlı olabilir. Bunun, “Bindi-İndi” olması gerekirdi. Çünkü önce binilir, sonra inilir.
Arap dilinde de benzer bir durum olabilir miydi? Bir Arap’ a sordum:
– Biz, “yaz –kış” deriz, siz ne dersiniz?
– “Rıhlete şşitai ve ssayf (Kış ve yaz)”
– Biz “hayat ve memat” (doğrusu mevattır.) deriz, siz ne dersiniz?
– “Halakal mevte vel hayat (ölüm ve hayat)”
“Ulaşmak için menzile / Gidiyorum gündüz gece” Ancak bunu sormadım; çünkü cevabı biliyorum: “Halaka leyli vennehar (Geceyi ve gündüzü O yarattı.)”
Demek ki hangi kelimenin önce söyleneceği dilden dile ve kelimeden kelimeye değişebiliyormuş.
Gerçektende hayat ve mematın birlikte geçtiği tüm ayetlerde, ölüm kelimesi hayat kelimesinden önce geliyor:
“Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız, tekrar diriltilecek de değiliz. (Müminun 37)”
“Dediler ki: Dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder… (Casiye: 24)”
Diğer yandan,“Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? / Bize azap edilmeyecek miymiş?” ifadesi, cehennemdeki arkadaşa hitaben ve onun birkaç ayet önce aktarılan görüşlerine (Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?) gönderme yapılarak söylenmiştir.
Bu sohbet bir örnektir. Ahiret günlerinde bu konunun ele alındığı sayısız sohbetin gerçekleşeceğini tahmin etmek zor değildir. Çünkü her müminin, ikinci bir hayatı inkâr eden birçok arkadaşı olmuştur. İşte onların, “Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız, (Türkçesi: yaşarız ve ölürüz) tekrar diriltilecek de değiliz.” Şeklinde özetlenen inançları hatırlanacak ve bunun üzerine yukarıdakine benzer görüşmeler gerçekleşecektir. O halde 58-59. ayetlerde geçen, “Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz?” ifadesi, inkârcının dünyadayken söylediği, “Bu hayattan başka hayat da, ölüm de yoktur.”; “Bize azap edilmeyecek miymiş?” ifadesi ise yine, “Bundan sonra herhangi bir azap da, ödül de yoktur.” şeklindeki görüşünü temsil eder.
Kur’an, inkârcının dünyadayken dile getirdiği sözlerin tamamını nakletmemiş, birer kelimeyle (ölüm ve azap) görüşlerine atıf yapmıştır.
O halde söz konusu ayet şöyle anlaşılmalıdır: “Nasıl, ilk hayatımızdan başka bir hayatımız olmayacak mıymış? Bize azap edilmeyecek miymiş?”