İstanbul ve Ankara, birbirinin ezeli rakibi iki şehirdir. İstanbul, Roma ve Bizans imparatorluklarının olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentiydi; Osmanlı tarihe gömülürken, yerine kurulan Cumhuriyet, Anadolu’nun ortasında, yepyeni bir başkent yarattı. Ancak Ankara, bürokrasinin, diplomasinin, siyasetin merkezi olduğu halde İstanbul, sermayenin, finansın, medyanın, kültür endüstrisinin başkenti olarak kalmayı sürdürdü. Bu rekabet, geçen 100 yıl içinde Ankara aleyhine gelişti. İstanbul, büyük göçlerle büyüdükçe büyüdü, Ankara, kirlenen siyasetle, hızlanan beyin göçüyle, Cumhuriyet kurumlarının yok edilmesiyle yıldan yıla ağırlığını kaybetti. O kadar ki bir ara başkentin yeniden İstanbul’a taşınması bile tartışıldı.
Türkiye siyasetinde, “İstanbul’u alan, ardından Ankara’yı alır” diye bir gelenek vardır; genellikle, Türkiye’nin en büyük kentinin belediyesini kazanan, peşinden genel seçim zaferi yaşamıştır. Erdoğan da öyle iktidara geldi; İstanbul Belediye Başkanı olarak parlayan siyasi kariyerini, Ankara’da Cumhurbaşkanlığına kadar tırmandırdı. Beş yıl önceki yerel seçimde İstanbul’u muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu kazanınca, herkes bu genel seçimde onun da Erdoğan’ın peşinden cumhurbaşkanı olacağını tahmin ediyordu. Ancak Erdoğan, dişli rakibini çok kolay devre dışı bıraktı. Yüksek yargıçlara hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında bir dava açtırdı. İmamoğlu mahkûmiyet alınca aday olamadı. İstanbul’u alan CHP, genel seçimde Türkiye’yi kazanamadı.
Şimdi büyük rövanş geliyor. 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu, yeniden adaylığını açıkladı. Erdoğan ise sahaya, eski Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’u sürdü. Siyasi gözlemciler Kurum’a çok şans vermese de iktidarın kampanya sürecinde bütün gücüyle devreye gireceğine kesin gözüyle bakılıyor. Buna rağmen İmamoğlu kazanırsa bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olması zor engellenir. 15 milyonu aşkın nüfusuyla İstanbul, yine Türkiye’nin geleceğini belirleyecek gibi görünüyor.