Başıma bir şey gelmeyecekse sormak istiyorum: Bana saldırmak neden bu kadar moda oldu? Her ne kadar faşizm ve toplumda vahşet ihtiyacı yaratılması üzerine derin bir sosyo-psikolojik araştırmaya dayanan uzun bir yazıyı hak ettiğini düşünsem de kısa konuşup konuyu kapatacağım. Önce şunu söyleyeyim. Artık bu yurttan kükremeler korosu bana bir şey hissettirmiyor. Zira his dünyamın istihap haddi yazılarımı Türkçe değil İngilizce yazmak zorunda kalışımın üzüntüsüyle hali hazırda zorlanıyor. Acı çeken 3. Dünya yazarının sadece ülkesinin günahlarını anlatmak üzerine kariyer inşa etmesi kadar berbat bir şey yoktur herhalde. Onlardan biri olmamak için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsiniz. Öte yandan, Nuri Bilge Ceylan’ın nefis şiiri (!) “Bir Zamanlar Anadolu”daki elma sahnesinde yuvarlanıp giden elmalardan biri olmamak için seçeneklerim herkesin sandığından çok daha kısıtlı.
Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil yani, çok daha kötü.
Son The Guardian yazısı sebebiyle minik bir şaha kalkan öfkenin bulanık sebepleri arasında samimiyetimden tutuklu arkadaşlarımın çilesini kullandığıma kadar bir dizi tuhaf gerekçe var. Şu kükreyenlerden bir Samimiyet Tescil Kurulu terkip edilse de ben de bir teste tabi tutulsam çok bahtiyar olacağım. Testteki notumu, geçirirler geçirmezler, her yazımın başına damga olarak basacağım.
Arkadaşlarım Hrant, Ahmet ve Nedim’e gelince… Suçlamalara cevap vermek için asla değil ama bu suçlamalar karşısında beni savunmaya cesaret gösterip sonra da ağır darp edilen insanların güzel hatırı için şu küçük açıklamayı yapmayı gerekli buldum:
The Guardian gazetesinin yazı işleri ile tanışırız evvelden. Bir süre önce benden işsiz kalmamla ilgili, içinde Türkiye’deki siyasal durumu da anlatan bir yazı yazmamı istediler. Önce pek yazmak istemedim. Çünkü “Mağdur değil mağrur olmakla övününce adam olacağımızı” biliyorum, kerelerce sınandık hayatın ilgili ünitesinden. Bilen biliyor. Fakat sonra Ahmet ve Nedim’i de yargılandığı Oda Tv duruşması gününe denk gelecek şekilde, onlardan bahsederek bir yazı yazmanın fena bir fikir olmadığını düşündüm. Davada işe yarar belki diye. Gerçi bu ara ne yapsak işe yaramıyor o ayrı, ama en azından böyle bir hayrı dokunur diye umut ettim. Ve evet, hepimizin kaderinin Hrant’ın ölümüyle değiştiğini de düşünüyorum. Bana kitap yazdıran, Nedim’e haber yaptıran, Ahmet’i uğursuz haberlerin peşinde koşturan aynı şeydi çünkü… “Güzel ve yalnız ülkemde” işlenen günahlar ve bizim onu sevmedeki inadımız.
Bir de düşünün isterim: Hakkımda, hakkımızda bu acayip suçlamaları çarşıya hangi hayaletler salıyor? Bu psikolojik savaşın ilk kaynağını bulana milyon dolarlık çizmelerimden birini hediye edeceğim.”