89 yerel seçimlerinde ANAP hezimete uğramış, %36’dan %21,75’e düşmüştü. Bir daha toparlanamadı ve tarih oldu. Turgut Özal, halkın tercihini beğenmemişti. Seçim sonuçları için, “Kantarın topuzu kaçtı.” dedi. Daha sonra, kardeşi Korkut Özal’dan yansıyan değerlendirmesi ise şöyleydi: “Halkın üzerine fazla gittik.” Gerçekten de temmuz memur zammı, cumhuriyet tarihinin en yüksek oranına ulaştı: “Yüzde doksan” Demek ki oluyormuş. Şimdi Ak Parti’nin gidişatı ANAP’ı hatırlatmaktadır. İktidardan düşerse, kapısından bile giren olmaz.
CHP’nin körüklediği laik-İslamcı gerilimi Ak Parti’yi iktidara taşıdı. Ak Parti uzun iktidarını, bir bakıma bu gerilime borçludur. Ak Parti’de yorgunluk belirtileri zaten bekleniyordu; çünkü halk uzun iktidarlardan sıkılır.
Erdoğan, ABD ziyaretinden eli boş dönmüştü. İçerde de Taksim olaylarıyla karşılaştı. Geziye çıkanı geri döndürecek ağırlıktaki olaylara rağmen o, yine de Kuzey Afrika gezisine çıktı. Parlamentolarda konuştu. Mutadı üzere yine Esat’a çattı. Olaylar yüzünden gezinin esamisi bile okunmadı; çünkü devran değişmişti. Hatta Esat, halkına, güvenlik kaygıları nedeniyle Türkiye’ye gidilmemesini tavsiye etti. Taksim’de gaz kullanılmasıyla ilgili olarak da, “Halkın istekleri böyle bir cezayı gerektirmiyor.” kabilinden öldüren laflar etti. (Aslan yaralar içinde kıvranmaktadır. Tilki onun bu halini görür, “Vah!” çeker ve sorar: “Sabah bizim çocuklar ava çıkmıştı, onlar yapmış olmasın?” Aslan mırıldanarak şöyle der: “Bu yaralar değil, ama bu laf beni öldürür.”) Taksim değilse de, Esat’ın bu lafları Erdoğan’ı öldürür.
Dönüşünde durum daha da karışmıştı. Erdoğan, Afrika gezisinde kendi yerine bıraktığı Arınç’a özür diletmiş ve onu bir kez daha açığa düşürmüştü; ancak kendi pozisyonunu hiç değiştirmiyordu. Obama ile bir görüşmede 2. Cenevre’ye ikna olan Erdoğan, kendi halkına karşı bir türlü ikna olmuyordu. Tavrının rasyonel bir izahı yoktu. Kontrolü kaybetmiş gibi görünüyordu. Cumhurbaşkanı’yla dahi ayrı taraflara düşmesinin başka bir anlamı olabilir miydi?
Sanırım Erdoğan, Taksim olaylarından yararlanmayı düşünüyordu. Kendisine seçim kazandıran laik-İslamcı çelişkisine benzer bir çelişki yakalamıştı. Bu çelişkiden bir post daha devşirmek istiyordu. Daha önce kışkırtmalara direnen Erdoğan, şimdi kışkırtan taraf olmuştu. Erdoğan, “Ya ben, ya onlar!” diyerek, muhafazakâr korkuları oya tahvil etmeyi planlıyor olmalıydı. Gerilim demek ona göre, “Bir seçim daha çantada keklik” demekti. Zaten sicili kabarık batı basını ve Hollywood ünlüleri dışarıdan; Ulusalcılar, eski tüfek darbeciler ve 28 Şubat’ın “beş atlısı” da içeriden bu gerekçeye zemin hazırlamıştı. Tek başına yürüttüğü, “Direnişe karşı direniş” stratejisinde izlediği yöntemle, ahlaki duruşunu dahi tartışmalara açtı. Yalan haberlerden, abartmalardan ve çarpıtmalardan medet umdu. “Tadında bırakma” yerine “tükenene kadar yeme”yi tercih etmiş gibi görünüyordu. Haksız bir enaniyete kapılmıştı. Rencide eden bir dil kullanıyordu. Her şey onundu: “Valime talimat verdim, belediye başkanıma söyledim…”
Erdoğan her gün televizyonlara çıkarak usandırmıştır. İzlediği tarz-ı siyaset geride kalmıştır. İşini yapacağı yerde, olur-olmaz Kılıçdaroğlu’na çatarak, yetmişlerin Ecevit-Demirel polemiklerine takılmıştır. Gücün azdıran etkisine direnememiştir. Konuşmalarına, sonradan görmüşlerin küstah üslubu egemen olmuştur. Mevkii, makamına ağır gelmiştir. Entelektüel birikimden ve felsefi derinlikten yoksun olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Zenginin Ağaoğlu’sunu, şöhretin Tatlıses’ini andırmaktadır. Artık heyecan yüklü bir gelecek vaat etmemekte, geçmiş hizmetlerini hatırlatarak, sonsuza kadar minnet beklemektedir.
Gerilim stratejisi sonuç verir mi bilinmez; ancak mağdura sahip çıkan halk, kışkırtana sahip çıkmaz. Kaldı ki mezkûr çelişkinin son kullanma tarihi de geçmiştir.
Erdoğan muhalifleri bir dalga yakalamıştır. Vazgeçmeye de niyetleri yoktur. Sonuç öngörülemez boyutlara ulaşmıştır. Belki de Erdoğan, bizim bildiğimizin dışında bir şeyler biliyordur. Belki bir taviz baskısı altındadır. (“Faiz lobisi” bu ihtimale göndermedir.) Böyleyse bile, onu yemeye çalışanlar eski dostlarıdır. Halktan yardım istemesinin de bir yararı olmayacaktır. İstedikleri tavizi verecektir.
Çünkü A.B.D.’ye rağmen iktidara gelemeyenler, A.B.D.’ ye rağmen iktidarda kalamazlar.