Tevâzuya gerek yok. Ben yüksek öngörü sahibiyim. Zaman zaman bahse girdim, çoğunu da kazandım. Fakülte yıllarında Nurlu Süleyman’ın arkasına takılan bir zavallı ile İran-Irak savaşını kimin kazanacağına dair bahse girmiştik. O, savaşın ilk günlerine bakarak Irak’ın yeneceğini iddia etmişti -ki bu, aynı zamanda onun temennisiydi- fakat kısa zamanda savaş Saddam’ın aleyhine döndü. Hesap sordum, inkâr etti. Oysa “Aha şu amfinin duvarına da yazıyorum!” demişti.
Lisede çalıştığım yıllardı. Yerel seçim dönemiydi. İstanbul belediye başkanlığını Tayyip’in kazanacağını tahmin ettim. Solcu iki öğretmen, “Hayır, Zülfü kazanacak.” diyorlardı. Maaşına bahse girdik. Maaşlarını alamadım; ama bu temennileri onlara bir kebaba mal oldu. Oysa onları, “Siz temenninizi söylüyorsunuz, ben tahminimi.” diye uyarmıştım. Bildiğiniz gibi bu seçim, İslamcı güçler açısından dönüm noktası oldu. Ardından Refah iktidara geldi. Ben din öğretmeniydim ve ister istemez Refah hareketinin temsilcisiydim. Bayan öğretmenler, “İktidara gelirseniz başörtü zorunlu olacak mı?” diye sordular. Şöyle dedim: “Tabi ki olacak! Yetmiş yıl yasağa karşı, yetmiş yıl yasak getireceğiz; ama maaşınızı ikiye katlayacağız.” Kabul etmediler. Onlara şu teklifte bulundum: “Siz dininize benden daha çok bağlısınız, siz benim maaşımı yüzde elli artırın, ben komünist olayım.” Neyse, biz konumuza dönelim.
Cezayir’de seçimlerin ilk turunu İslami Selamet Cephesi (FIS) büyük bir oy oranıyla kazanmıştı. Bizimkiler “Cezayir’de devrim olacak.” diyorlardı. Ben Abbas Medeni’nin (FIS başkanı) bir mülakatını okumuştum. “Bu adam devrim yapamaz.” öngörüsünde bulundum. Bildiğiniz gibi ordu müdahale etti ve hem Abbas’ı, hem de yardımcılarını hapse tıktı. Daha sonra darbeciler 120.000 İslamcıyı katlettiler; fakat bizim televizyonlarımız ve gazetelerimiz o gün de, yalancılıkta bu günden aşağı kalmıyordu. Şimdi de, “Esat Pazar yerine bomba attı .” diyorlar ya, -oysa katliam Esat’ın işine gelmez- o gün olayları, “İslamcılar halkı katlediyor!” diye veriyorlardı.
Yazar Hekimoğlu İsmail bir sohbet esnasında, “Şadırvanda abdest alırken yanıma birisi oturdu. Bana doğru eğilip Erbakan’ın mit ajanı olduğunu söyledi; ama ben bunu yazmadım.” dedi. Ben olsam adama önce, “Onu bilmem; ama sen kesin olarak ajansın.” der, ardından da yazardım: “Basit bir tezgâha düşecekmiş imajı verdiğim için yazılarıma ara veriyorum.”
Şimdi “Adil Medya” sayesinde öngörülerimi kanıtlayacak durumdayım. Bildiğiniz gibi İsrail’in özür dileyeceğini öngörmüş, hatta nedenini bile tam olarak tutturmuştum. Dün, kalite yazılar yayınlayan “Medya Şafak” ta Ahmet Cibril’in bir mülakatını okuyordum ki bir öngörümün daha isabet ettiğini fark ettim. İşte o satırlar:
“…Bu Hamad var ya Hamad, Katar’ın Şeyhi, Suriye ile ilişkilerini geliştirmeye başladığında Şam’a sürekli geliş gidişlerini görmeye başladık. Ben Cumhurbaşkanı Beşşar’a bu konu hakkındaki düşüncelerimi açıkça söyledim. Bu adam sevgisinden dolayı gelmiyor, bu adam Amerika’nın mesaj taşıyıcısı dedim. Hamad sana, ‘Lübnan’daki Hizbullah’tan ve İran’dan uzaklaş ve dile bizden ne dilersen!’ diyecek dedim. Katar Emirliği’nin Şeyhi Hamad başarısız olunca, aynı görevi üstlenen Erdoğan oldu. Erdoğan geldi ve Beşşar Esad ile görüştü. Ben de bu konuyu Dışişleri Bakanı Velid Muallim ile görüştüm. Ona, ‘Size gelenlerden Golan’ı isteyin. Önce Golan konusunda yardım etsinler, sonra da taleplerinize bakarız deyin.’ dedim. Muallim de bana, ‘Şu anki taktiğimiz tamamen budur.’ cevabını verdi. Erdoğan bu konu görüşülürken, elini göğsüne vurup, ‘Ben size Golan konusunda yardım edeceğim; ama İran İslam Cumhuriyeti’nden uzaklaşmanız ve Filistin ve Lübnan mukavemetine desteğinizi kesmeniz şartıyla.’ demişti.
G. B. Ciddo: ‘Bu talepleri Erdoğan mı dillendirdi?’
A. Cibril: ‘Evet, bu konuları açıkça konuşuyorlardı.’…”
İşte ben bunları da tahmin etmiştim. Kanıt Adil Medya’da 04.09.2012 tarihinde yayınlanan makale: “Dostluk zamanında Erdoğan Suriye’yi İsrail barışına ikna etmişti. Sanırım barışın şartı, ‘Golan’a karşılık Filistin davasından desteği çekme’ şeklindeydi.”
Gerçi kehanetim tam olarak tutmamış olabilir. Çünkü ben Erdoğan’ın, Göğsüne vura vura, (Biliyorsunuz böyle yapar.) “İran İslam Cumhuriyeti’nden uzaklaşmanız ve Filistin ve Lübnan mukavemetine desteğinizi kesmeniz şartıyla…” diye açık açık konuşacağını sanmıyordum. Peki, A. Cibril’in söylediklerine inanıyor muyum? Tabi ki inanıyorum! İşime geldiği sürece artık ben her şeye inanırım; hatta abdest alırken kulağıma eğilip, “Tayyip mit ajanı” deseler bile…