İkili Dikotomilere Mahkûm Değiliz.
Asıl mesele kelimeler ya da kavramlar değil, onlara yüklediğimiz anlamlardır. Evet, kelimeler de bir oluş içerisindedir. Ne hikmetse bazı kelimelerin anlamları hiç değişmez. Diğer bir ifadeyle değiştirilmek istenmez. Dil mi düşünceyi yoksa düşünce mi dili yaratır, bilmiyorum; fakat bildiğim bir gerçek var ki, o da dil aracılığıyla ayrımcılığı yaratmamızdır. Dilimiz masum değildir.
Dil bir yönüyle düşüncelerimizde ki; kibri, egoyu, büyüklenmeyi, hiyerarşiyi kısacası gücü açığa çıkarır. Büyük olduğunu hissedenler sanki bir içgüdü gibi farklı olduklarını her daim hissederler. Bu toplum sınıflı bir toplumdur ve hiyerarşi üzerine kuruludur. Adeta sınıflandırır, kategorilendirir, ayrıştırır ve etiket değerini belirleyip piyasaya sürer. Sonra alt ve üst arasında çatışma vuku bulur. Her şey zıttı ölçüsünde tezahür eder. Genelleme yapılır, “istisnalar kaideyi bozmaz” gibi kılıf bulunur. Beyefendi bir kelimeye milyarca insanı doldurur da sanki hepsi kelle şekerleriymiş gibi aynı kategoriye sokar. Renklerin farklılığını görmez. Kelime ve imgelem ilişkiselliğinde zihin haritası oluşmuştur. Oturduğu yerden, daktilo başında bu kadar farklılığı tek bir şeymiş gibi sunar. Oysa böyle yapmak zorunda değildiler; ancak güç arzusu onları bu yöne itti. Böyle düşünmek hem işlerine geliyor hem de anlamayı kolaylaştırıyordu. İkilikler dahilinde düşündüler ve bizleri liminal mekanlara hapsettiler. Diğerleri görülmedi; çünkü onlar azınlıktı. Azınlık olanlar daima kaybedenlerdir, kuralın böyle olduğunu söylüyorlar. Kuralı kendileri icat ediyor ve bir temele sabitleyerek ebedileştiriyor.
Batı entelijansiyası ve bizim onları taklit eden bazı aydınlarımız bu açıdan kelle şekerleri gibidir. Aynı düşünürler. Sürekli sorgulamadan bahsederler; fakat sorgulamadan anladıkları sadece dini sorgulamaktır. Sorgulamaya yüklenen bu anlamın kendisinin sorgulanmaya ihtiyacı yok mudur? Güncel literatürü okumayı sevmezler. 200 sene öncesinde takılıp kalmışlardır. İman ve akıl üzerine keskin bir sınır çizilmiştir. Akıl kendi dayanaklarını delilik üzerinden mi almıştır? Postmodern epistemeden gittiğimizde bu karşımıza çıkar. Akıl ve ilerleme kendi meşruiyetini ancak ve ancak din karşıtlığı üzerinden almıştır. Acaba din olmasaydı ne yapacaklardı? Her şey her şeyle ilişkiselken keskin sınır çizmek neden gereklidir? Bu sınırların bizleri böldüğünü görmüyorlar mı? Bağlamına göre hareket etmeli ve bu minvalde ilerleyerek gerektiği yere sınır çekilmelidir ve bu sınır çekmenin tek bir amacı olmalıdır: Karmaşıklığı ortadan kaldırmak.
Doğu ve Batı gerilimi yüzyıllardır tartışılmıştır. Edward Said Oryantalizm kitabıyla oksidentalistlerin kalbinin dehlizlerinde yer etmiştir. Batı entelejansyası bile kendi geçmişinden utanç duymuştur. Artık aydınları genellemelerden uzak durmakta ve daha temkinli konuşmaktadır. Doğu denilince zihinlerinde oluşan imgelemin ne olduğu bilinse de onu dışarıya yansıtmamak için çırpınmaktadır. Batı aydınlarının önemli bir kısmı bu çizgiye yanaşmışken bizim ilerici sert pozitivistlerimizde bir değişim yoktur. Onlar için Doğu bir tanedir. Doğu düşün dünyalarında gerici, miskin, vahşi, sefil, gerici ve medeniyet düşmanıdır. Fakat hatırlatmak gerekir ki onlar için Doğu en nihayetinde İslam’dır. Tüm kötülüklerin kaynağıdır. Dogmaya karşı çıkarlar.
Nedir dogma? Değişmeyen ilkeler bütünüdür. Bulunan bir temek üzerinden yaşamı yorumlamaktır. Bu temel sabit ve değişmezdir. Bu zihniyete karşı mücadele ettiklerini söylüyorlar. Bilmiyorum, fakat görünenin arkasındaki yapıya baktığımda onlar için Doğu ve İslam anlayışı da değişmezlik üzerine kuruludur. Bu bakışın dogma olmadığını söylüyorlar. Dogma diye kavram icat etmiş ve koca bir medeniyeti ona mahkûm etmişler. Oysa ne Doğu onların 200 yıl önceki epistemolojisinin bu anlayışa mahkûm ettiği bir imgelemdir ne de Batı pirüpaktır. Bizim bu episteme tarafından kuşatılmış aydınlarımız, Doğu’da kanı görür de Batı’dakini görmez. Doğu insanı kan akıtınca suçlu tüm Müslümanlar olur da Batı yapınca tek suç diktatörlerindir. Araçsal akla eleştiri getirmez onlar. Aklın bir taraftan yalancı özgürlüğü diğer taraftan gücü büyüttüğünü fark edemezler. Doğu’dan çıkan Gandi’yi görmez ama Hitler’i ortaya çıkaran teknik aklı kutsallaştırır.
Baylar özgürlük, eşitlik, kardeşilik, ilerleme ve akıl hiçbir kimliğe ait değildir. Bu kavramları da sadece Batılılar icat etmemiştir. Böyle yaşamayı arzulayan da sadece Batılılar değildir. Kavram üreten, düşünen, derinleşen, özgürlük arayışı arayan hep Batı olmamıştır. Zihinlerde oluşan hayaller tarafından kuşatıldıkları için Doğulu aydınları görememişlerdir. Koca bir İslam medeniyetini, alimlerini, ilmini arkaik gerekçesiyle dışlamışlardır. Dini görmemiş; bilimi, felsefeyi ve sanatı kendi tekellerine almışlardır. Batı sanatı ve felsefesi üstündür de Doğu’nun hali nicedir.
Doğu parçalıdır, çokludur, karmaşıktır, renklidir. Bakış açınız ne ise, ne kadar geniş bakmak istiyorsanız o kadarını görürsünüz. Tekilliği kutsamak adına çoğulluğu, parçalılığı, heterojenliği görmek istemeyenler kendi istençleri adına hayali düşmanlar icat ederek meşruiyetlerini kazanmışlardır. İyisiyle ve kötüsüyle Batı, medeniyete ne kadar katkı yaptıysa Doğu’da o kadar yapmış ve yapmaktadır. Eğer itiraz edilirse şu sözü söyleriz: “Geçmişte ‘bilim ve hakikat’ adına sömürdüklerinize sayınız.”
Gelelim Oksidentalistlere…
Sosyal bilimlerde rahatsız olduğum bir husus var: Ajitasyon. Maalesef düşünürler, daha ilgi çekici olması, okuyucuyu etkilemesi sebebiyle bu yola başvurmaktadır. Örneğin Foucault, Damiens’i anlatırken edebi dile başvurur. Sanki o acıyı bizlerde yaşıyormuşuz hissini verir. Fikirlerinizi ne kadar usta bir dil ile pazarlarsanız bulunduğunuz camiada ses getirirsiniz, maalesef her şey hakikat değildir. Edward Said’de bu durumdan beri değildir. Said, geçmişte oryantalistlerin yaptığı hatalardan yola çıkarak onları itham altına alırken, gözünde Doğu çiçek, böcek gibi canlanmıştır. İkili dikotomileri eleştirirken diğerine tutulmuş ve bu durumu tam olarak aşamamıştır.
Postmodern söylem etkisini sosyal bilimlerde hissettirmiş ve bu sayede artık yerellik, parçalılık, hererojenlik ve genelleme yapmamak sosyal bilimcileri etkisi altına almıştır. Bu ilkelere (bağlamına göre hareket etmek suretiyle) katılıyor ve bir hatırlatma yapmak istiyorum: Postmodernizm güce karşı olarak kendi gücünü yaratmış ve olumlu başlayarak abartıya doğru sürüklenmiştir. Geçmişten beri yapılan ve muzdarip olduğum bir husus da ezilenler her zaman haklıdır yanılgısıdır. Bize düşen olaylara bağlamına göre bakmak olmalıdır.
Batı, Habermascı bir anlayışla yorumlamak gerekirse güce aracı yapılan aklı yine akıl bağlamında eleştirmekte ve çözüm üretmektedir. Batı Janus’un yüzü gibi ikiyüzlüdür. Yapılan hataları yine akıl ekseninde telafi edebilmektedir. Peki postmodernistler yerelliği kutsarken felaket tellalığı yaptıklarının farkındalar mıdır? Ben Doğu gibi milyarlarca insanı içine alan bir kavramı kullanmayacağım; çünkü bu kadar geniş bilgi sahibi değilim. Fakat ben geleneksel İslamcıların ülkelerinin başına geçerek ne beter işler yaptıklarını onlara kanıtlarıyla gösterebilirim. Bizim muhafazakâr bazı aydınlarımızın postmodern söylemi suiistimal edip aşı karşıtlığı yaptığını ve tüm Batıyı nasıl öcü gibi gösterdiğini ispat edebilirim. Batı yaptığı hatalardan ders almaktadır. İslam coğrafyalarında maalesef bu durumu görememekteyim.
Afganistan, Pakistan, Sudan vd. ülkelerin nasıl vatandaşlarına zulmettiğini görmelerini ve Batı’nın şeytan, Doğunun ise melek olmadığını, hakikatleri adı altında dezavantajlı insanlara nasıl zulmettiklerini, insanları rezalete, sefalete ve cehalete mahkûm ettikleri canlı olarak şahit olmalarını yeğlerim. Radikal İslam denen, insanlığın başına bela olan bir pisliğin Batı insanında yarattığı tedirginliği görmeyip bu coğrafyaları tüm yönleriyle çiçek gibi ele almak dikenleri görmemektir. Cehaletiyle Batı’ya gidip pisliklerini insanlara anlatan ve dayatan radikallerden rahatsız olunduğunda hemen itiraz edilmekte ve oryantalist zihniyete sahip olunmakla suçlanılmaktadır. Ne hikmetse başlarına bir iş gelen bu bedbahtlar yine batıya kaçmaktadır. İslam coğrafyalarında cemaat ve tarikat pisliklerinin çocukları ve gençleri nasıl zehirlediğini görmek istiyorlarsa popülizmden vazgeçsinler ve oryantalizm ile ön plana çıkmayı bırakıp bu insanlara ses versinler.
Postmdodernistler Batı’nın özgürlüğü altında özgürce yaşarlarken meta anlatılara ve genellemelere karşı olduklarını belirtip büyük bir hata yaptılar ve şu hususu göremediler: Doğuda fikir çatışmasında kan akarken Batı yaratmış olduğu özgürlük ortamında tartışarak ilerlemekte ve sorunları aşmaktadır. Postmodernistler genellemeye karşıyız diyerek Batı kavramını yine genellemeler olarak ele alıp, bu medeniyetin ilerlediğini görmemiştir. İlerleme karşıtı olan Foucault, sıcak ve huzurlu evinden yazarak Fransa’nın özgür ortamında, özgürlük adına yapılan tüm mücadeleleri görmemiştir. Böyle bir durumda insanlara pislik saçan yobazlarla özgürlüğün vücut bulduğu bir anlayışı nasıl aynı kefeye koyabiliriz?