Andrew Arato’nun Milliyet gazetesinde Devrim Sevimay’a verdiği röportaj üzerine (26-27 Nisan) kopan kızılca kıyamet tüm şiddetiyle devam ediyor. Arato ile ilgili yazdığım ilk yazıda da belirttiğim gibi, siyaset kuramı üzerine, kimsenin söylediği şeyler, ‘son söz’ olarak kabul edilemez, sonuna kadar tartışmaya açıktır. Ancak, Arato üzerine söylenenlerin çoğu bu türden bir tartışmanın, hatta söz söyleme, yazı yazma adabını aşıyor. Konu o kadar saçma bir noktaya geldi ki, genel bir çerçeve çizme çabasıyla, ilk kez maddeler halinde yazı yazmayı deneyeceğim.
1. Her şeyden önce, Arato’ya yöneltilen itirazların içinde ‘Türkçe bilmemesinin’ vurgulanması akıl
alır şey değil.
alır şey değil.
Bu vahim itiraza karşı söylenecek çok şey var, ama bu kadar mantık dışı bir konuyu tartışmaya değmez. Hele, yazılarında sürekli, Batılı yazar ve siyasetçilerin görüşlerine yer verenlerin bile Arato’yu, ‘ithal malı’ olmak ve ‘hariçten gazel okumak’ gibi şeylerle suçlamasının birilerini ‘Soros’un çocukları’, ‘dış mihrakların uzantısı’ diye yaftalamaktan ne farkı var, takdirinize sunuyorum.
2. Kim ne demiş olursa olsun, bunu Arato’ya yapıldığı gibi, ‘alet olmak’, ‘kullanılmak’, ‘oyuna gelmek’, ‘parayla konuşan biri’ gibi bir söylemle mahkûm etmeye çalışmak otoriter siyasal söylemlerin, otoriter siyasal dönemlerin tipik bir özelliğidir. Halihazırda, Arato’ya itiraz edenlerin dili bu özelliği fazlasıyla sergiliyor.
3. Mustafa Erdoğan gibi, aklı başında bir hukuk profosörünün bile, yazısında makul tartışma izleğini bir noktada yitirip, Arato’nun ‘kötü niyetli olduğunun bir kanıtı’ndan söz etmesi (Star, 1 Mayıs), benzer her durumda olduğu gibi, tartışma adabının dışında, niyet okumanın dahi ötesine geçen karanlık bir ithamdır.
4. Gazetelerde köşe yazan arkadaşlarımızın tümünün siyaset kuramı konusunda çalışan, yazanların tümünü tanımaması, bu alanda son tartışmalardan habersiz olması yadırganacak bir şey olmayabilir. Ancak, bunlardan haberdar olunmasının karalama konusu olması fevkalade tuhaf bir durumdur. Arato tartışmasında, oysa bugünlerde, Arato’dan haberdar olmak, neredeyse suç olarak görülmektedir. Ayrıca, bir yazıda, Arato’yu ilk ‘keşfeden’ olarak adım geçmiş. Türkiye’de Arato’yu ilk benim keşfettiğimi sanmıyorum. Nitekim, Hasan Bülent Kahraman, 2008 tarihli röportajından sonra yazdığı ‘Arato ve Baykal’ın Başarısı’ (13 Haziran 2008) başlıklı yazısında Arato’nun kitabını derslerinde okuttuğundan söz etmişti. Ayrıca, ben de Arato’yu son tartışmalardan tanıyan biri değilim, hatırlayabildiğim kadarıyla kendisine yaptığım ilk referans 1998 tarihlidir (‘Sivil Toplum Tartışmaları’, Toplumbilim, Haziran 1998).
Özetleyecek olursak, Arato’nun görüşlerine katılmayıp, sonuna kadar eleştirmek son derece anlaşılır ve ufuk açıcı bir yoldur. Maalesef Türkiye’de bugüne kadar, bu yolu izleyenler sayılıdır. Hasan Bülent Kahraman, 2008 röportajından sonra iki yazı ile bunu yapmıştı (13 Haziran, ‘Arato ve Baykal’ın Başarısı’, 16 Haziran ‘Arato’ya bir Cevap’, Sabah). Son röportaja ilişkin olarak karalama, saldırı yolu dışında konunun ciddiyetle tartışıldığı yazılar ise şunlar; Mithat Sancar, ‘Arato, anakronik liberalizm ve zayıf demokrasi’, ‘Paternalizm ya da demokrasi’, (29, 30 Mayıs/Taraf), Taha Akyol, ‘Mahkemeden döner mi?’ (1 Mayıs/Milliyet) ve Kürşat Bumin, ‘Arato’nun görüşleri fazla alaturka kaçtı’, ‘87 referandumunda iptal davası nasıl geri çevrilmişti, (1, 2 Mayıs/Yeni Şafak). Gerisi maalesef, düzeysiz bir karalama edebiyatının çeşitlenmiş halidir.
Arato’nun görüşlerini, Anayasa, demokrasi ve Anayasal demokrasi gibi üstbaşlıklar ve Türkiye’de mevcut siyasal koşullar çerçevesinde ciddi biçimde tartışmanın çok yararlı olduğunu düşünüyorum.
Ancak, bunu yapmadan önce siyasi tartışma adına ortalığı kaplayan düzeysiz karalama edebiyatını teşhir etmek gereği duydum. Çünkü, Türkiye’de sadece siyasal tartışma ortamını değil, demokratikleşmeyi zehirleyen bu düzeysiz ve ‘dayatmacı’ karalama diline teslim olmamak için sonuna kadar çaba harcamalıyız diye düşünüyorum.
Not: Ayrıca, Arato’nun 28 Aralık tarihinde konuşma yaptığı toplantıda, Prof. Ergun Özbudun, Serap Yazıcı ve Mustafa Erdoğan da hazır bulunuyordu, yani kendisiyle yüz yüze tartışma imkânları vardı. O toplantıda söylenenlerin kaydının Radikal gazetesi tarafından yayınlanmasının artık zaruri hale geldiğini düşünüyorum.
Radikal