- İdeoloji ve Kutsalın Dili
“İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan apaçık biçimde ayıran ve itiraz edilemez güçte olan bir Arapça ile”[1] âyeti Araplara seslenen Kur’ân’ın Arapça ile yazılmasının gerekçesini belirtir. Ayrıca âyet vicdân elçisi Muhammed’e belâğatla[2] çok ilgilenen Arap toplumunun beklentisine uygun bir Arapçayla konuşması gerektiğini söyler. Buna göre kişi hangi topluma özgürlük, barış, adâlet, eşitlik, paylaşım ve sevgi mesajları iletecekse o toplumun beğendiği kelimeleri, sevdiği üslûbu, önemsediği konuşma yöntemini ve takdir ettiği dili kullanmalıdır. Hatta dili öyle güzel kullanmalı ki dinleyenler mesajdan önce dilin güzelliğine hayran olmalı, konuşanı dinlemek için birbiriyle yarışmalı, birbirine “harika konuşan bir kimseden” bahsetmelidir.
Yüksek değerleri ulaştırarak erdemli bir toplum yaratma peşinde koşanlar iyi birer hatip[3] olmalı, fesâhat[4] ve cezâlette[5] parmakla gösterilmelidir.[6] Çoğu zaman birçok değerli fikir, konuşma yeteneği zayıf kimselerin elinde perişan olmakta, muhatabına ulaşamamaktadır. Bu sebeple kaliteli düşünceler iyi hatiplere, güçlü yazar ve şairlere gereksinim duyar.
Mekke âyetlerinde itiraz dilinin oldukça cezaletli ve fasih olması; söz, anlam ve amaç arasındaki bağın etkileyici bir üslupta dile getirilmesi devrimci bir dilin temel niteliğini gösterir. Vicdân elçisi Muhammed’in Mekke’de yeni bir toplum inşâ etmek için kültür kodlarını kullanarak vurucu, sert ve ürperten bir üslup kullanması gibi Lenin de biçimlenmekte olan sovyet[7] toplumunun ideoloji ve umut ihtiyacına “Üçüncü Komünist Enternasyonal, Kızıl Ordu’ya Çağrı, Sovyet Gücü Nedir?” başlıklı ateşli hitabeleriyle katkı sunmuştur.
“Şu anda, sosyalizm insanlığın tek kurtuluş yoludur. Manifesto’nun şu sözleri, kapitalist toplumun yıkılan duvarları üzerinde, alev alev yanan bir tılsım gibi ışıldamaktadır: Ya sosyalizm ya da barbarlık içinde çöküş!” diyen Rosa Luksemburg, Almanya’nın kadın önder ve hatiplerindendi. Rosa’nın işçi sınıfı için gerekli olan devrimci bir programı anlatırken ve sosyalizme geçiş pratiği hakkındaki görüşlerini sunarken yaptığı “Programımız ve Siyasal Durum” başlıklı konuşması tarihe iz bırakmış sosyalist hitâbelerdendir.
Ukaz ve benzeri panayırlara gelen Arap şairlerinin âyetlerin belâğatine hayran kalması, Muallakât şâirlerinden Lebîd’in Kur’ân ve onun yayıcısı olan vicdân elçisi Muhammed’in üslubundan etkilenerek Muhammedî barış devrimcisi olması nasıl bir gerçeklikse; Lenin, Rosa Luksemburg, Roger Garaudy, Antonio Gramsci ve Charlie Chaplin’den etkilenen yüz binlerce insanın sosyalizmi bir kurtuluş ideoloji olarak görmesi de tarihin kaydettiği bir diğer gerçekliktir. Bu konuda Muhammed İkbâl gibi vicdânlı dilleri de dinlemekte yarar vardır.[8]
Devrimci-sosyalist İmam Hatipliler, çağın gereksinim ve algısıyla uyumlu bir dünya görüşü yaratmak, özgür ve eşit halkların barış ve kardeşlik içinde yaşadığı bir selâm yurdu inşâ etmek istiyorlarsa Kur’ân ve sosyalizm sentezinden ilhamını alan sosyalist teolojiyi veya teolojinin sosyalizmini hem enine boyuna bilecek hem de belâğatın kuralları içinde konuşacak sözcülere ihtiyaçları vardır.
- Tanrı Âyeti Dil
“Onun evrendeki değiştirilemez nitelikli işleyiş yasalarını görmek isteyenler gökler ve yerin yaratılmasına, insan ve varlıkların bambaşka renklerine, konuşulan çeşit çeşit dillere bir baksınlar. Evrendeki yaratılış yasası ile birbirinden farklı tüm renk ve diller onun değiştirmeye güç yetirilemez kanıtlarıdır.”[9] âyetinde evrenin oluşumu, Dünya ve içindeki varlıkların yaratılışı, insan ve hayvanların dil ve renk bakımından farklı olması üzerinde durulur ve bu farklılık Tanrı’nın varlığına dair bir kanıt olarak sunulur. Tanrı, kendi varlığını dillerin farklılığı, renklerin çeşitliliği, evrenin oluşumu ve yeryüzünün canlı yaşamına uygun hale getirilmesi üzerinden belgeler. Bu âyet o kadar ilginç sonuçlar veriyor ki örneğin ABD’de siyahları ikincil ırk görenler bu âyete göre Tanrı’yı takmıyorlar. Çünkü Tanrı’yı ciddiye alanlar “Rengin farklı olduğu için seni kendimden aşağı görüyorum.” deme cüreti gösteremez.
Dil özgürlüğü meselesi, ulusçu/ulusalcı pek çok düzenin çakıldığı alandır. 15. yüzyılın başlarında dünyada 15 bin dil konuşulurken soykırım, savaş, yasaklama ve asimilasyonlarla bu sayı bugün 7 bine düşmüştür. Şu anda 2 bin 500 dil yok olmakla karşı karşıya, geri kalan 4 veya 5 bin dil de genelde yerelde konuşulan diller olup bunların 3 bini gelecek yüz yılda büyük olasılıkla yok olacak.[10]
Âyete göre her yok olan dil, Tanrı’dan kopan bir parça; her kaybolan dil, bir âyetin kaybolmasıdır. Her yaşatılan dil, bir âyetin hayata döndürülmesi; her asimile edilen dil, bir âyetin asimilasyonudur. Bir halkın diliyle savaşmak Tanrı’yla savaşmaktır. Halkların dilleriyle barışmak, Tanrı’yla yakınlaşmaktır. Faşist güdülemenin etkisiyle bir halkın dilini yok saymak veya unutmaya yüz tutturmak, âyete başkaldırma ve Tanrı’yla hesaplaşmadır.
Namazı kaçırmayan, orucu unutmayan, tekkeyi ihmâl etmeyen, zikri hiç bırakmayan bir Arap’ın “Arap topraklarında keşke Türkler olmasa ve Türkçe konuşulmasaydı.” biçiminde düşünmesi ve ülkesindeki Türklerin dilini eğitim, sağlık ve hukûk gibi alanlarda yasaklatması; Hüseyin törenlerinde kendini zincire vuran ve Şiiliğin sadık bir takipçisi olan İranlı birinin “Keşke İran’da Ermeniler yaşamasa ve Ermenice konuşulmasaydı.” diyerek Ermenicenin yasaklanmasını istemesi; bir zamanlar Bulgaristan’da Türklerin köy ve şehirlerinin adının değiştirilmesi, çocuklara Türkçe adlar konmasının yasaklanması, Türk kimliğine savaş açıp “Hepiniz Bulgarsınız, Osmanlı zamanında Müslümanlaşmış ve Türkleşmiş Bulgarlarsınız.” biçiminde sahte resmî tarih tezleriyle dayatmalar yapılması, Türkçe eğitim veren kurumlar ile Türk inanç ve geleneklerinin yasaklanması asla kabul edilemez faşist uygulamalardı. Yasakçılığı savunan Sünnî Arap, Şiî Fars ve Ortodoks Bulgar tek tipçi kaldıkça Tanrı’nın yoldaşı olamayacağı gibi Tanrı’nın âyetiyle savaşan birer müşriğe dönüşürler.
Siyonistler Tanrı’nın sevgili kulları olduğu iddiâsıyla kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımayarak Tanrı’ya savaş açtıkları için faşizmin dindar efendileri ve takkeli emperyalistleri oldular. Tıpkı Siyonistler gibi bir yandan dindârlık sergilerken öte yandan başka halkların dillerini yasaklayanlar Siyonistlere benzeyerek Yahûdîleşmiş bir Müslümana dönüştüler. Bu tür bir Müslümanlık ise Muhammedî barış yoldaşlığı değil, geleneksel bir dindârlık formatıdır ve bu biçimselliğin Kur’ân’da hiçbir değeri yoktur.
Bir kimse faşizmin ekmeğine yağ sürerek Müslümanlık yapamaz; faşistlik yapan önce faşisttir, sonra o faşistin bir dini vardır, ama bu din asla Kur’ân’daki İslâm değildir. Bir de “Sosyalistim.” diyerek ulusalcı sosyalizm safsatasına sarılanlar var, bunlar asla sosyalist olamaz. Sosyalizm üzerinden faşizmi meşrûlaştırmaya çalışan ulusalcı sosyalistler bilsinler ki Siyonistler, mezheplerine tapanlar, soyunu kutsallaştıranlar, kendileri için istediklerini başkalarından esirgeyenler, sınıflı toplum düzenini savunanlar, her alanda eşitlikten yana olmayanlar, yönetim erkini halktan üstün görenler sosyalizmin asla hazzetmediği tiplerdir. İslâm’ın gelenekçi ve mezhepçi hurafecilikle saptırılmaya çalışılması projesi gibi sosyalizmi ulusçu doktrinlerle terbiye etme ve kullanışlı bir aparata dönüştürme çabasına girenlere karşı bir mücadele alanı oluşturmak Kur’ân Müslümanlarının, sosyalistlerin, devrimci-sosyalist İmam Hatiplilerin ve İslâmî Devrimci Antikapitalistlerin temel görevidir.
- Dünya Ana Dil Günü
UNESCO’nun[11] 1999’de aldığı kararla 21 Şubat “Dünya Ana Dil Günü” ilan edildi. Pek çok ülkede egemen olan merkeziyetçi, ulusalcı, milliyetçi ve tekçi ideoloji bu günü değersiz görmekte, ülkeyi bölen bir gün olarak lanse etmektedir.[12] Hâlbuki bu günün ülke bölünmesiyle hiçbir ilgisi olmadığı gibi kültürel çeşitliliğin sağladığı zenginliği ortaya çıkarmasıyla ülkeye katkı sunmaktadır. Örneğin öyle coğrafyalar var ki binlerce yıldır aldığı göç ve barındırdığı kültürler nedeniyle inanılmaz bir mozaik[13] oluşturmuştur. Böylesi bir yerde kurulmuş bir ülkenin farklı dilli halkları o ülke için inanılmaz bir çeşitliliktir.
Bir yurtta ne kadar çeşitlilik olur ve farklı olanlar enerjilerini adâlet, barış ve dostluk içinde ne kadar başarılı bir biçimde sinerjiye[14] dönüştürürse ülkenin mutluluk ve refahı da o oranda artar. Çünkü mutlak benzerlikler, zamanla pörsüme, üretici zekânın zayıflaması, tarihten gelen insanlık mirasının unutulması demektir; ama farklı dil ve kültürlerin ortak zeminde yaşaması yeni uygarlık yaratılmasına, birbirinden beslenen ve etkilenen halkların oluşmasına, farklı yetenek ve niteliğiyle kendini gösteren toplulukların topluma kendi özelliğiyle katkılar sunmasına ortam sağlar. Yani herkes kendi kalırken bütünün parçaları olmanın verdiği birliktelik bilinciyle hiçkimse bir başkasıyla didişmek zorunda kalmaz.
Bir toplumda biri herkesi veya herkes birini asimile etmek[15] yerine entegre etmeye[16] çabalarsa, bireyler çoğulcu bir toplum yaratmak için mücadele ederse bedenin farklı organları arasındaki uyum gibi barışçı bir toplum oluşur. Barıştan kimseye zarar gelmez, dostluktan herkes yararlanır, yakınlaşmaktan mutluluk ve güzellik doğar. Tüm zamanlar ayrıştıranlar ile birleştirenlerin dünyaya verdiği kâr ve zararı ortaya koymuştur. Vicdân elçisi Muhammed gibi veya sosyalizmin yoldaşlık hukûkunda olduğu gibi herkesi bir tarağın dişleri gibi görüp hiç kimseyi ötekileştirmeden dayanışma ve kardeşliği ayağa kaldırmak gerekir.
İnsanları tek tipçiliğe mahkûm eden uygulama ve ideolojilerle mücadele etmek başta Kur’ân’ın emri ve devrimciliğin karakteridir.
_____________________________________________________________
[1] Şu’arâ, 195/Bi-lisân(in) ‘arabiyyin mubîn(in)
[2] Belâğat: Buluğ yaşına ermiş söz. Açık ve anlaşılır bir sözün doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişiye, doğru biçimde söylenmesi.
[3] Hatip: Hitap eden, seslenen, konuşan, konuşmacı. (İmam-Hatip, )
[4] Fesâhat: Fasihlik. Arı duru olma, saflaştırma, söz sırasında gereksiz tüm sözcükleri atarak gerekli tüm kelimeleri ekleyip etkili ve güzel bir konuşma ortaya çıkarma. Sözün kabuğunu sıyırıp soyarak özünü söyleme.
[5] Cezâlet: Konunun gerektirdiği etkileyiciliği oluşturmak için sert sesleri kullanmak.
[6] İskender Şahin, Kur’ân-ı Kerim ve Sâmî Dillerinde Ortak Sözcükler, Gece Kitaplığı, Ankara, 2020.
[7] Sovyet: Şûrâ, ortak akılla yönetme.
[8] İsmail Özcan, Marx’tan gökten inmemiş bir kutsal kitap: Kapital, 23.05.2012, www.t24.com.tr
[9] Rûm, 22/Ve min âyâti-hi halgu’s-semâvâti ve’l-arzi va’h-tilâfu elsineti-kum ve elvâni-kum inne fî-zâlike le-âyâtin li’l-’âlimîn(e)
[10] www.aa.com.tr/tr/dunya/dunyadaki-dillerin-ucte-birinden-fazlasi-tehlike-altinda/754114
[11] Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
[12] Lanse etmek: Bir şeyi tanıtmak için öne çıkarmak, bir konuyu sonuçlandırmak için ortaya atmak.
[13] Mozaik: Çeşitli malzemelerin irili ufaklı boyutlarda bir araya getirilmesiyle oluşturulan birliktelik.
[14] Sinerji: Farklılıkların birbirinden etkilenmesi ve iş birliği yapması sonucu oluşan ortak güç.
[15] Asimile: Özünü/benliğini kaybetme, sayıca az olanın sayıca çok olan içinde eriyip kaybolması.
[16] Entegre: Değişik birimlerden oluşan bütünlük, farklı üretim bölümlerinden oluşan bütünlük. aynı amaca hizmet eden ancak farklı özellikler taşıyan tesisler toplamı/üretim merkezi. (Entegasyon: Farklılıklara rağmen kendi kültür, anlayış ve yetenekleriyle başkalarıyla aynı amaçta birleşme. Birliktelik.)