JİM’e diyorum ki “Allah’ını seversen (artık bunun İngilizcesini düşünün) biraz hızlı sür.”
Hayır, Jim hızlı süremez, çünkü bu hızda sürmeyi seviyor.
Dayanamıyorum, kalbine hitap edeyim diyorum:
“Bak Jim, beni işten atacaklar yemin ederim. N’olursun hızlı gidelim.”
Hayır arkadaş. Gitmiyor adam. Başında kasketi, ayağında beyaz spor ayakkabılar, 80’lerden kalma bir kot pantolon ve Jim zinhar alıştığının ışında tek bir sapmaya yer vermiyor hayatında. Ve nihayet beş gün süren Amerikan kâbusumu Jim’in üzerine patlatıyorum:
“Şu Allah’ın belası arabayı hızlı sürsen ölür müsün be adam!”
Ağlamaya başlıyorum. Jim hikâyenin başını bilmediği için ve bu yanında bir kadının delirmesinden korkan her adam gibi hızlanmaya karar veriyor. Gözyaşları arasında ona küçük Amerikan kâbusumu anlatmaya başlıyorum.
Tanrı, küçük oyunlar oynamayı seviyor ve bu kez sanırım parmağı New York’ta, havaalanında beni işaret ediyor:
“Evet bayan, bavulunuz şu anda Roma’da.”
Görevli tabii ki ne zaman geleceğini bilmiyor ama kesinlikle gelecek. Ne de olsa burası Amerika! Ve fakat olaylar öyle gelişmiyor.
Öncelikle şunu söyleyeyim: Ortadoğu’nun gözünü seveyim. İşler ters gittiğinde hiç değilse sizinle kafa bulanlar insanlar oluyor. Oysa Amerika’da sizinle bir kayıt, dalgasını geçiyor. Üç gün boyunca yaşayan bir insana ulaşamadan bütün Delta Havayolları numaralarını arıyorum. Bu ilk makineyle konuşma tecrübem. Bana cevap veren ve söylediklerimi anlayan bir makineyle hiç konuşmamıştım. Bir erkek sesi ve bir kadın sesi olmak üzere (ve aralarda en ucuz aşk şarkılarını dinleyerek) iki kayıtla üç gün boyunca onuşuyorum. Başlangıçta New York eyaletinin bir dağında (bir yazarlar evindeyim kırlık arazide) ince oraplar ve incecik bir elbiseyle kalmak komik. Ama üçüncü gün Jim (yazar evinin kâhyası) bana acıyarak daha önce burada bulunan bir yazar kadının giysilerini veriyor. Ama olacak gibi değil ve nihayet Walmart eferine çıkıyoruz.
Walmart estetik olarak Sümerbank yarında. Ve 5. günün sonunda gerçek bir Walmart insanına dönüşüyorum. İçeriden dışarıya bir kötü giyinen Amerikalı oluyorum. İşte her şey o sırada başlıyor. Bavulumun elme ihtimali var, onu beklemeliyim ama Jim haftada bir Walmart’a gidiyor, gitmezsem eşyasız kalacağım. Üstelik yazıyı yazmam azım. Bu korkunç seçeneksizlik içinde Walmart’ı seçiyorum, çünküon iki gün boyunca konuştuğum yaşayan(!) Delta görevlileri bana avulun Atlanta’da olabileceğini, gümrüğe takıldığını söylüyor.
“Peki bayan, bavul niye gümrüğe takılsın ki?” diye soruyorum ve aldığım cevabı söylüyorum:
Çok güzel. Karşınızda bir kayıt makinesinden daha zeki olmayan canlı insanlar!
Bavulun gelmeme ihtimalinin yüksek olduğunu çeşitli geri zekâlılık düzeylerinde anlatıyorlar. İşte bu yüzden yazı yazmam gerekirken ve Jim asla acele etmezken Walmart’a gitme zorunluluğum buradan kaynaklanıyor. Yazı yetişecek mi telaşıyla ve beş gündür yaşadığım sinir harbi yüzünden ağlarken kaldığım Yazarlar Evi’ne varıyoruz
veeee…
Bavul kapının önünde!
Tanrı küçük oyunlar oynamayı sever. Ama sanırım bu kez beş günlük bir uzun tatili vardı ve “Neden olmasın!” dedi, “Şurada Ece diye bir kız var. Biraz da onunla eğleneyim!”
Biraz önce bir bavulu öptüm. Çok ciddi söylüyorum. İnsan böyle böyle deliriyor herhalde.