Şimdi daha iyi anlıyoruz; neden İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıktıklarını; neden “aile birliği yok olur” dediklerini, değil mi?
Elbette İstanbul Sözleşmesi’yle gelecek kurallar dizisi, 6 yaşında bir kız çocuğunun, bir tarikat bünyesinde evlendirilip senelerce tecavüze uğramasına engel olabilirdi. Babası eliyle 6 yaşında kocaya verilen o çocuk, istismar şüphesiyle hastaneye kaldırıldığında kemik yaşı raporu gizlenemezdi. Doktorlar ayağa kalkar, savcılık soruşturma açar, kamuoyu hesap sorardı.
Timur Soykan’ın BirGün Gazetesi’nde yazdığı “6 yaşındaki gelin” haberinden hepimiz utandık; hükümet utanmadı. Aile Bakanlığı, bırakın soruşturma açmayı, tepki bile vermedi. Devletin tarikatların eline geçtiği bir kez daha anlaşıldı; tabii laikliğin kıymeti de…
Bu korkunç skandalın birkaç ibretlik yanı var:
Birincisi tarikatların gün ışığı görmeyen kapalı düzeninde nasıl korkunç suçların işlendiğinin yeniden ortaya çıkmış olması…
İkincisi hükümetin tarikatlarla elele olduğunun, yani suç ortaklığının kanıtlaması…
Üçüncüsü bu suça, hastanelerin, savcılıkların, siyasetçilerin de ortak olması…
Dördüncüsü, bir cesur savcının, bu paslı kilidi kırabileceğinin anlaşılması…
Beşincisi, mağdurun, başına gelenlerin gerçek anlamını bir radyo programındaki eğitici konuşmalardan öğrenmesi ve sosyal medyada tanıştığı bir kadının tavsiyesiyle eşiyle konuşmalarını kaydetmesi… Bu da bize iletişim araçlarının neden önemli olduğunu ve bugün neden engellenmek istediğini açıklıyor.
Ama en önemli ders, 6 yaşından beri tecavüze uğrayan bu kızın, başına gelenlerin farkına varınca, esir düştüğü tarikat dünyasına ve onu kollayan devlete karşı tek başına mücadeleye girişmesi…
Bizler, o ünlü sloganda söylendiği gibi, “bir çocuğun çıkaramadığı ses” olamadık. Şimdi hiç değilse onun çıkardığı sese destek çıkmalı, bu çocuk tecavüzcülerine karşı laik bir devlet hedefi için seferber olmalıyız.