Dünyanın en etkili gazetelerinden The Wall Street Journal Türkiye’de kansız bir iç savaş yaşandığını yazmış. Doğrusu bu yaşadıklarımızın bir iç savaşa benzediği muhakkak. Nitekim biz de bu savaşı bu köşede konu etmiş, hatta savaşın “cephe” savaşından çıkıp “süngü” savaşına dönüştüğünü yazmıştık (8 Nisan 2010).
Bu savaşın yapıldığı en son cephe ise Meclis ve konu da anayasa değişiklikleri. Şimdiye dek AKP lehine gelişen bu savaşta iki gün önce parti kapatılmasının zorlaştırılması maddesinde fire verilmesi çeşitli tartışmalara yol açtı.
Bu tartışmaların önemli bir kısmı BDP’nin oylamada bulunmayıp destek vermemesiyle ilgiliydi. Tabii Ufuk Uras’ın da parti disiplinine uyması gerekmediği halde oylamaya katılmaması paketin desteklenmesi gerektiğini düşünen kesimler arasında eleştirilere neden oldu. Bu eleştirilere hem BDP ve hem de Ufuk Uras yanıtlar verdiler.
Benim burada bu eleştirilere ve yanıtlarına girmek değil niyetim. Ama AKP ve AKP’yi mevcut ceberut devletle mücadelesinde destekleyen sol ve liberal çevrelerin zaman zaman içine düştükleri durumla ilgili bazı noktalara işaret etmek.
AKP, bir siyasi parti olarak İslami kesimin partisi. İslami kesim ise kim ne derse desin bu ülkede Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, kurulan devletçi sistem karşısında mağdur olan bir kesim. Tıpkı Kürtler, tıpkı Aleviler ve tıpkı diğer farklı toplum kesimleri gibi.
Bu mağdur kimlik zaman içinde “demokrasiyi ve sandığı” kullanarak mağduriyetini gidermeye çalışmışsa da her seferinde devletin sillesini yemiş ve ezilmiştir. Ama ne var ki sayıca geniş bir kitle olmaları ve seksenli yıllardan bu yana gelişen yeni ekonomik aktörlerle buluşabilmiş olmaları onları değişimin aktörü haline getirdi.
Bu nedenle de AKP’nin ülkenin modernleşmesi ve demokratikleşmesi için çalışan bir siyasi parti olduğu konusunda hiçbir kuşkum yok. Yaptıkları ve yapmayı istediklerini de böyle okuyorum. Bu nedenle de son anayasa değişiklik paketini de bu çerçevede değerlendiriyorum.
Ama öte yandan şu soruyu da sormadan edemiyorum: AKP’nin bir mağdur kimlik olarak hak arayışı, bu haklılığı gidermeye yönelik uyguladığı politikaların da otomatik olarak haklılığını sağlıyor mu?
Bu soru esasında bir başka mağdur kimlik olan Kürtlerin siyasetleriyle ilgili olarak Etyen Mahçupyan’ın sorduğu önemli bir soruydu. Etyen “Barışa Layık Olmak” başlıklı yazısında “Adalet talebinin kuramsal meşruiyeti, yaşanan siyasetin meşruiyetini otomatik olarak sağlamaz” diyerek siyasetin hedefleriyle kendisi arasında bir tutarlılık gerektiğinin altını çizmişti.
Şimdi yukarıda sorduğum sorunun yanıtına gelince, ben AKP’nin de bu tutarlılığı göstermeyen bir parti olduğunu ve uyguladığı politikaların da meşruiyet sorunları olduğunu düşünüyorum.
Çünkü sanırım bir mağdur siyasetinin meşruiyeti, evrensel değerlere uygunluğu, mağdur kimlik tarafından desteklenip desteklenmediği ve belki de asıl önemlisi muhatabı olan kesimleri de anlamaya çalışıp onların da onayını arayıp aramadığıyla ilgilidir.
Şimdi bu açıdan baktığımızda, demiyorum “düşmanca” olan kesimleri, ama AKP’nin başta BDP olmak üzere, belki yalnızca bir kişiyle temsil olsa bile toplumun vicdanına seslenen solla ve liberal aydınlarla kurduğu ilişki bu tanıma uyuyor mu? Yani AKP muhatabı olan kesimler arasında Kürtleri, solcuları ve liberal aydınları anlamaya çalışıp, onların da onayını almaya çalışıyor mu?
Bana kalırsa hiç de böyle bir niyeti yok AKP’nin. Burada daha çok “Yerse!” diyen bir ses var bence. Yani daha kibar biçimde söyleyecek olursam; “Biz seçildik, iktidardayız, biz yapıyoruz, bizi isterseniz desteklersiniz istemezseniz desteklemezsiniz, bu da sizin sorununuz!” diyen bir ses.
Durum bu…
Bu durum karşısında kendi siyasetini örgütleyemeyen, mevcut sistemin değişimi konusunda bir enerji ortaya koyamayan ve bu durumu değiştirmeye yönelik çabalara da çeşitli gerekçelerle kendi içinde bölünerek cevap veren sol siyaset ise AKP’nin siyasetleri etrafında savrulup duruyor, başörtüsünde ve en son anayasa değişikliklerinde olduğu gibi ne kendi duruşunu ve ne de mevcut partiler arasındaki kendi farklılığını topluma anlatabiliyor.
Buradan anayasa değişikliklerine karşı olduğum sanılmasın. Aksine AKP’nin “adil olmayan” siyasetine rağmen ben bu değişikliklerin arkasındayım. Ama bunu, topluma yukarıdan bakan bir demokrasi yerine topluma değen ve meşruiyetini buradan alan bir demokrasi özleminin altını çizerek yapmaktan yanayım.