“En geniş kitleyi kucaklamaktan, herkesle işbirliği yapmaktan başka yolumuz yok” dedi Vedat, önündeki bilgisayar çıktılarından meydana gelmiş küçük tepecikten başını kaldırarak.
“Buyrun, hesap ortada” dedi sonra.
“Ne yaparsanız yapın partinin aldığı oy oranlarıyla başkan olma şansınız sıfır.”
“Parti bunu bilmiyor mu peki?”
“Bence biliyor, ama zaten onların böyle bir talebi veya beklentileri de yok. Her seçim döneminde aldıkları oy oranı üç aşağı beş yukarı aynı. Biraz artırabilirlerse ne âlâ, başka da bir dertleri yok.”
“Onlara burayı kazanabileceğimizi göstermeliyiz belki de?”
“O zaman da sizin kazanmanızdan rahatsız olmasınlar?”
“Bir parti bir yeri kazanmaktan niye rahatsız olsun ki?”
“Bilmem!”
Semtin belediye seçimlerindeki son üç dönemin oy oranlarını ve seçmen eğilimlerini anlamak için önümüze yığdığımız bilgisayar çıktılarında, gözümüze sürekli olarak, niye orada olduğunu anlamadığımız bir isim çarpıyordu: “Abit Güleryüz.”
Her seçimde istisnasız mutlaka aday olmuş, yok sayılamayacak kadar değilse de bir miktar oy almış, ama hep almış. Kronik bir aday. Çok düşük, bir daha aday olamayacak kadar utanç duyulacak bir oy değil aldığı oy; ama bir sonraki seçimler için de en küçük bir ümit uyandıracak kadar çok değil. Böyle tuhaf bir oy oranı!
“O her seçimde mutlaka adaydır, onun da işi bu işte” dedi, Foto Sadi ve devam etti:
“Fakat, kendi köylüleri çok sever onu ve sadece ona oy verirler. O da sadece onların oyunu alır, başka da almaz. Yıllardır böyle, hiç değişmedi bu tablo!”
“Kendisi farkında değil mi bu durumun peki?” dedim saflıkla.
“Yooo. O her seferinde ‘bu sefer kesin kazanıyorum!’ diye giriyor. Abit Abi, her seçimde etrafa para saçar, yemekler yedirir, hediyeler dağıtır. Hemşerileri de bildikleri için bu durumu seçim zamanını beklerler, borç istemek, yemek yemek, mobilya almak, başka işlerini halletmek için. Seçimler biter, üç aşağı beş yukarı yine aynı oyu alır.
Abit Güleryüz, öfkelenir, kırılır, herkese küser. Bir kaç hafta eve kapanır, kimseyle görüşmez. Ondan sonra çıkar tekrar, dükkânın işlerine bakar. Aşağıda, adliyenin karşısında mağazası var, orada durur. Hemşerileri bir süre gözükmezler gözüne. Abit Abi, içerde bekleyen borçlu senetlerin bir kısmını, sahiplerinden en çok kızdıklarını icraya falan verir, bir süre dükkâna gelen ziyaretçilerin yüzüne bakmaz, çay ısmarlamaz. Sonra nasıl olursa, tekrar Abit Abi’nin gönlü alınır, söz verdiği halde oy vermeyenlerin çetelesi yırtılır atılır, ‘insanoğlu çiğ süt emmiş işte” diye mırıldanır Abit Abi ve işine döner. Ta ki seçimlere bir yıl kala. O günler yaklaştıkça, Abit Abi’nin, bazı insanların bahar gelip havalar ısındıkça ruh hallerinin değişmesi gibi, haletiruhiyesi de değişir. Önce her zaman giydiği, kadife pantolon, gömlek ve üzerindeki hırkayla birlikte kalın palto fırlatılır atılır. Lacivert, kolları uzun, kuru temizlemeye gidip gelmekten artık parlamaya başlamış kumaşıyla, evladiyelik takım elbise çıkartılır dolaptan ve o akşam Abit Abi, memleketinin dayanışma gecesinde köye yapılacak mezarlık duvarına gelir sağlamak amacıyla açık artırmaya çıkartılan Atatürk posterine ya da köyün uzaktan çekilmiş panoramik manzarasının olduğu büyük boy çerçeveli fotoğrafa, herkesten daha fazla fiyat verir. Tüm salon dakikalarca alkışlar. Abit Abi, tantana ve alayıvala ile sahneye davet edilir, konuşma yaptırılır ve şilt verilir. Konuşmaya sesi heyecandan titreyerek başlayan Abit Güleryüz, ortalarda iyice açılır, alkışlar artarak yükselir, en sonunda da ‘hemşerileri isterse ve onların desteğiyle ve de Allahın izniyle, hiçbir görevden kaçmayacağını’ söyleyerek yine alkışlar arasında ve omuzlarda yerine oturur. Evet, seçim sezonu başlamıştır ve Abit Güleryüz, üstü örtük de olsa geleneksel adaylık bildirisini açıklamıştır.”
Ertesi sabah itibariyle adayımızın mutat yolculuğu başlar. Dükkân büyük oğlan Erdal’a teslim edilir, 1973 model Mersedes’in sağı solu elden geçirilir, yeğen Samet direksiyona geçer ve yola çıkılır.
Bu arada, çekyat taşımada kullanılan Doblo’ya Abit Güleryüz’ün güler yüzlü bir fotoğrafı giydirme suretiyle yerleştirilmiş, araba çoktan dolaşmaya başlamıştır, semtin kargacık burgacık boktan sokaklarında. Cıngıl, geçen dönemden kalma: “Güleryüzlü bir semt için Abit Güleryüz!”
“Abi, değiştir artık şu cıngılı, başka bi şey dinleyelim” deyince de cevabı hazırdır:
“Aygaz değiştiriyor mu oğlum reklam müziğini? Değiştirmiyor! Neden? Evinde oturan bayan, ofisinde çalışan adam, sokaktaki kadın, erkek, çoluk çocuk bu cıngılı tanıyor, biliyor ve sevmiş. Duyduğunda ne yapıyor, alıyor tüpünü çıkıyor kapıya. Şimdi bizim cıngılı duyan da zaten tanıyor, biliyor Abit Güleryüz’ü, evelallah bu sefer oyları alıp yürüyecekler arkamızdan…”
“Bu sene de aday o zaman” dedim kayıtsızca.
Foto Sadi her zamanki bilmişliğiyle konuştu:
“Yok, bu sene zannetmiyorum artık. Birincisi, dükkânın işleri kötü, hemşerilerine veresiye dağıttığı mobilyalardan para ödeyen kimse yok, dükkân tamtakır, fabrika mal vermiyormuş artık, ikincisi yaşlandı, geçen ay iki stent koydular kalbine, şekeri de var galiba, sağlığı iyi değil.”
Fotoğrafçı değil, istihbarat elemanı mübarek!
“İyi, kime oy verir hemşerileri o zaman, Abit Abi yoksa?”
“Başkan adaylığı yok ama galiba bu kez encümen üyeliği istiyormuş, kim onu aday gösterirse bu sefer de oylar toplu halde oraya gider” dedi Sadi.
Kara Korsan’ın batık hazinelerinin krokisini ele geçirmiş gibi heyecanlandım birden. Çil çil üç bin beş yüz oy!
Bir anlık suskunluktan sonra Vedat’la aynı anda konuşmuşuz:
“Tamam, biz gösterelim o zaman Abit Abi’yi, encümen adayı!”
***
Şef garson Hamit, hiç sormadan masaya mezeleri dizmeye başladığında saat de akşama yaklaşıyordu. Çalı fasulye, peynir, acılı ezme, arada iki adet sigaraböreği ya da yarım paçanga, ana yemek tavuk şinitzel, yanında bir kaşık pirinç pilavı, üstüne de karışık meyve tabağı. Son on dört yemek buluşmasını da burada yapmış, Hamit’in acılı ezmesi artık rüyalarıma girmeye başlamıştı. Bu yüzden yemeklere karnımı doyurarak geliyor, Hamit’ten sadece karışık meyve tabağı ile, yarım paçangayı istiyordum. Ne yapalım, baştan öyle anlaşmış, menüyü de fiyatı da fikslemiştim.
Yaklaşan yeni yıl için cep telefonlarına göndereceğimiz mesajın son haliyle uğraşırken, lokantanın çarpan kapısından, uzunca boylu, gençken yakışıklı denebilecek surette, eprimiş mavi takım elbiseli yaşlıca bir adam girdi. Yanında da bizim Sadi; Foto Sadi yani.
Evet, işte geliyordu Abit Güleryüz, halkın güleryüzü için!
Hemen kalktım ayağa, kucaklaştık, birbirimizden sonra oturmaya gayret ediyormuş gibi hareketler yaparak oturduk yerimize.
İlk izlenim önemlidir, çaktırmadan inceliyorum adamı.
Sadi birini telefonla aramış, belli ki ortak tanıdıkları, Abit Abi’nin kulağına tutmuş, konuşturuyor.
“Yemekteyiz Mahmut’um” dedi sesinde onore edilmeyi bekleyen bir tınıyla.
“Doktor bey’le bir görüşmemiz var da… Evet… Tabii, tabii canım. Hayırlısı olsun…”
Abit Abi konuşurken, nasıl bir adam olduğunu da anlamaya çalışıyorum. İyi ve mütevazı birine benziyor. Fakat dişleri problemli galiba, konuşurken bir ara üst protez öne doğru fırlayacakmış gibi ilerledi, Abit Abi hiç farkında değilmiş gibi bir el hareketiyle yerine itti hemen.
Az sonra konuşma bitti, ordan burdan laf olsun sohbeti başladı. Ufak ısınma hareketleri bunlar. Ben, lafa girmek için uygun bir cümleyi ararken, Abit Abi pat diye daldı mevzunun ortasına.
“Doktor bey, hayırlı olsun, adaylığınızı duyduk…”
“Valla, var öyle bir niyetimiz” falan diyerek zaman kazanmaya çalışırken o bastı gitti:
“Ben sizin yanınızdayım bu seçimlerde, beş bin oyum var; sizindir.
Yav, çok hızlı oldu bu, Sadi’ye bakıyorum, tuhaf bir sırıtışla izliyor ortamı, bi de üç bin beş yüz değil beş binmiş oy sayısı, bakar mısın!
“Bu saatten sonra reis adayı olacak halim yok, yeter artık, yalnız siz de uygun bulursanız birinci sıradan encümen adaylığına yazarsınız beni, seçilirsek inşallah yardımcınız olurum, semtimize hizmet etmeye gayret ederiz Allahın izniyle” diyerek devam etti gitti.
Abit Güleryüz hiç kimseyi zahmetlere sokmadan masaya tüm kartlarını açmıştı.
Garip bir biçimde ortamdaki gerilim kalktı, rahatladık. Hamit’e işaret ettim, her zamanki menünün dışında kuzu pirzola söyledim, ortaya da güzel bir yaprak ciğer. İlk defa yolunda gidiyordu galiba işlerimiz.
“Hay sen çok yaşa Abit Güleryüz” dedim içimden.
İşlerin bu kadar kolay olacağına dair erken bir kanaate vardığımı, Abit Güleryüz’ün tavuk şinitzele başladıktan beş dakika sonra dile getirdiği taleple anlamalıydım aslında.
Abit Abi, irice bir şinitzeli ağzına atıp boğuşmaya başladıktan bir süre sonra, mücadeleyi bıraktı ve hemen önündeki peçeteyi ağzına doğru götürerek içine epeyce hırpalanmış ama tam olarak ezilmemiş şinitzel parçalarını ve üst ağız yarım protezini çıkartarak koydu. Sadi de, ben de, bir an öylece kaldık. Ağzımdaki pirzola parçasını beklenmedik bir kusma tehlikesini düşünerek hızla yuttum. Sadi çatalın ucundaki paçangayı tabağa geri koydu. Abit Abi, peçeteyi biraz daha yayarak manzarayı tüm ciddiyet ve açıklığıyla ortaya serdi ve çok olağan bir biçimde konuşmaya devam etti.
“Bir de bu işim var yanlış anlamassan Doktor bey” dedi.
Yanlış anlaşılacak bir şey niye olsun ki, her şey ortada!
“Ben bunu yirmi beş sene evvel Kırıkhan’da yaptırdıydım, biliyorsun oranın dişçileri meşhurdur. İyi de dayandı, lakin artık işi bitti. Ucu iyice körlenmiş namussuzun. Ne yaparsan yap kesmiyor. Kesmediği gibi olur olmaz yerde fırlayıp çıkıyor, rezil oluyoruz yani. Nihayetinde politikada bi yerimiz var, değil mi! Senden istirhamım, bana alt üst güzel bir protez yaptıracaksın, porselen olacak, şöyle kaliteli bir şey… O kadar, başka da bi şey istemiyorum senden…”
Peçeteye bakmamaya çalışarak dinledim Abit Abi’yi. Ortamdaki suskunluğu ve masadaki peçeteyi daha fazla taşıyamayacağımı anlayarak çabucak konuştum:
“Ne demek abi, protez… Emrin olur. Kolay o iş…”
Espri yaparak devam etmeliydim artık, hem sözleşmeyi de bağlamış olacaktım.
“Başkan yardımcımın ağzında diş yokmuş dedirtir miyim ben, en güzel protezi yaptıracağım, söz!” dedim…