İBN HALDUN VE MUKADDİMESİ
HAYATINA KISA BİR BAKIŞ
Ramazan başı 732 (27 Mayıs 1332) de Tunus’ta doğan ve 25 Ramazan 808/ 15 Mart 1406 da Kahire’de vefat eden İbn Haldun’un hayatı 4 safhada şöyle özetlenebilir:
1- Yetişmesi, talebeliği ve tahsil dönemidir. Doğumundan 751 senesinin sonuna kadar devam eder. İbn Haldun, ömrünün bu kısmını, doğum yeri olan Tunus’ta geçirmiş, bu dönemde 15 sene kadar Kur’an ezberlemek, kıraat öğrenmek ve ilim tahsil etmekle meşgul olmuştur.
2- Siyasi ve idari işlerle meşgul olduğu dönemdir. Bu dönem 751 senesinin sonunda başlar ve 776 senesinin sonuna kadar 25 sene devam eder. İbn Haldun bu sürede Tunus, Cezayir, Fas ve Endülüs arasında dolaşmış, vaktinin büyük bir kısmını siyasi işlere ve idari görevlere ayırmıştır.
3- Telifle meşgul olduğu dönemdir. Bu süre 776 senesinin sonundan 784 senesinin sonuna kadar devam eder. 8 senelik bu sürenin ilk yarısını İbn Selame kalesinde, son yarısını ise Tunus’ta geçirmiştir. Yedi cilt olarak yayımlanan el-İber adlı kitap bu dönemin mahsulüdür. Mukaddime ise el-İber’in giriş kısmını teşkil eder. Mukaddime’nin telifi 5 ay kadar bir sürede tamamlanmıştır. Ama bu eser, 55 senelik ilmi, idari, siyasi ve ictimai tecrübe, müşahede ve olgunluğun mahsulü olarak değerlendirmelidir.
4- Kadılık ve müderrislik dönemidir. 784 den 880 e kadar devam eder. 14 senelik bu zamanı İbn Haldun Mısır’da geçirmiş, bu süre içinde Hacca gitmiş, Kudüs’ü ziyaret etmiş, Şam’da Timur’la görüşmüştür.
Tam İsmi: Abdurrahman Ebu Zeyd veliyyüddin İbn Haldun Maliki Hadrami’dir.
Kendilerinden İlim Tahsil Ettiği Üstatları ve Bunların Okuduğu Eserleri:
Şatıbi: Lamiye (kıraat), Raiye (resm-i mushafa dair manzum eser),
İbn Melek: et-Teshil (nahiv),
Ebu’l-Ferec İsfehani: Kitabu’l-Eğani,
A’lem: Muallakat ve Kiatabu’l- Hamasat,
Ebu Temmam ve Mütenebbi’nin şiirleri,
Müslim’in Sahih’i ve İmam Malik’in Muvatta’ı başta olmak üzere hadis kitaplarının büyük bir kısmı,
İbn Abdulber: et-Takassi li Ehadisi’l-Muvatta,
İbn Salah: Ulumu’l-Hadis,
Berdai: Kitabu’t-tehzib,
Sahnun: Muhatasaru’l-Müdevvene (Maliki fıkhı)
İbn Hacib: İki Muhtasar (Biri fıkıh, diğeri fıkıh usulü),
İbn İshak: Siyer
779 senesinin ortalarına doğru sadece beş ay içinde meşhur Mukaddime’sini yazmıştır.
Bundan sonra Kitabu’l-İber isimli tarihini yazmaya başladı. Maksadı bütün insanlık tarihini yazmak değildi. Sadece Mağrip ve Berber hanedanlıklarının tarihini yazmak istiyordu. Fakat sonradan ilk planından vazgeçti, eserini yeni baştan ele alarak umumi tarih haline getirdi.
El-İber’i yazmaya 776/ 1374 senesinin sonlarında başlamış, ilk şeklini 780/ 1378’de bitirmişti. Mukaddime’yi 779/ 1377 senesinin ortalarında bitirdiğine göre, Mukaddime’nin, el-İber’in ilk şekliyle yazılmasından sonra kaleme alındığı anlaşılmaktadır.
Mısırda Nil üzerinde, bazan da Salihiye Medresesi civarında ikamet eden İbn Haldun 26 Ramazan 808 / 16 Mart 1406, kameri sene ile 76, şemsi sene ile 74 yaşında aniden vefat etmiştir. Şimdi Abbasiye denilen Ridaniye’nin karşısında, Babu’n-nasr dışındaki Makberatu’s-sufiyye denilen mezarlığa defnedildi.
el- İber ve Muhtevası
İbn Haldun’un Kitabu’l-İber ve divanu’l- mübtedei ve’l- haber fi eyyami’l- Arabi ve’l- Acemi ve’l- Berber ve men aserahüm min zevi’s-sultani’l-ekber isimli yedi büyük ciltlik umumi tarihi 1868’de Bulak’ta basılmıştır.
İbn Haldun bu kitabını bir mukaddime ve üç kitap şeklinde tanzim etmiştir. Buradaki mukaddime, Mukaddime’nin mukaddimesidir. Bugün Mukaddime dediğimiz eser, bir giriş (hutbe), tarihin faziletine dair bir mukaddime ve umrana dair olan birinci kitaptan oluşur. El-İber’in geriye kalan ikinci ve üçüncü kitapları, tarihe dair olup 6 cilt tutar.
MUKADDİME’NİN TEMEL KAVRAMLARI
1) ASABİYET
2) BEDEVİLİK-HADARİLİK
3) UMRAN
4) İKTİSAT
ASABİYET
İbn Haldun’un siyaset, mülk ve hatta amme hukukunun aslını asabiyet nazariyesi oluşturur. O, asabiyeti tarif ederken, “Himaye, müdafaa, mutalebe ve ortaklaşa yapılan her türlü içtimai faaliyet ve o sayede husule gelir. Memleketlerin zaptı, istilası, işgali, zaferlerin kazanılması bu şekilde tahakkuk eder” der. Demek ki asabiyet, kollektif his ve şuurdan doğan müşterek hareket etme anlayışı oluyor.
İbn Haldun’a göre iki türlü asabiyet vardır: Nesep ve sebep asabiyeti. Sebep asabiyeti üçe ayrılır:
1- Vela: Köleler ve efendileri arasındaki asabiyet
2- Hilf: Samimi dostluk ve yardımlaşma üzerine asabiyet
3- Istısna: Bir tür devşirme, özel manada kullar, sultanın has dostları ve çevresi
İbn Haldun’a göre asabiyetin gayesi, tek kelime ile mülktür, iktidar olmaktır, hakimiyeti tesis etmek ve devlet kurmaktır.
2) BEDEVİLİK-HADARİLİK
İbn Haldun’a göre aslolan bedevi (ibtidai) hayattır. Fakat bedevi hayat, hadari hayatı meydana getirdikten sonra tamamen ortadan kalkmış değildir.
Bedevi kelimesinin hususi manası, çöl ve sahralarda göçebe olarak yaşayan Araplardır. Umumi manası ise dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi ırka ve kavme mensup olursa olsun, yeryüzünde ilk defa görülen cemiyet şekilleri ve ibtidai kavimlerdir.
İbn Haldun, “Hadaret, önceki devletlerden sonraki devletlere intikal eder”, derken buradaki hadareti, medeniyet ve kültür manasında kullanır.
Bedevi cemiyetler ile hadari cemiyetler arasındaki farkları daha çok iktisadi amiller tayin etmektedir. Lüks, konfor, fantezi, aşırı bolluk ve tüketim, işbölümü hadari toplumların özellikleridir.
- Riyaset ve mülk: Bedevi cemiyetlerin sevk ve idaresine riyaset, hadarilerinkine mülk (hükümdarlık, saltanat) denir.
- Mülk ve hılafet: Mülk sözünden devlet, melik kelimesinden de hükümdar anlaşılır. O’na göre hilafete dayanan siyaset ve amme idaresi en iyi idaredir. Çünkü bu idare tarzının kanunları Allah-u Teala tarafından konulmuştur. Bundan dolayı O’nun laik bir devletten yana olduğu söylenemez. Fakat içtimai ve siyasi sistemi de hiç öyle değildir. Din tarafından kötülenen mülk sistemini, hukuki ve tabii sayması, O’nun dinden ayrı ve bağımsız bir devlet görüşüne yabancı olmadığını gösterir.
O’na göre hilafet iyidir, faydalıdır, mükemmeldir ama ona vücut veren şartlar geride kalmıştır. Tarihin akışı içinde de geriye dönüş söz konusu değildir. Eskinin iştiyaki içerisinde yaşamanın ise kimseye faydası yoktur. Geriye değil, hale ve istikbale bakmak gerekmektedir.
3- UMRAN
Alemdeki mamurluğa ve medeni faaliyetlere umran (umranu’l-alem) dendiği gibi, bu umranın incelenmesini ve araştırmasını konu eden ilme de (ilmu’l-umran) denir.
Aristo için “felsefe, mantık”, Marks için “iktisat”, ne ise İbn Haldun için de “umran ilmi”, ve onunla aynı manaya gelen tarih odur. Yani umran ilmi, bütün ilim ve sanatların çerçevesi ve temelidir.
- İbn Haldun, içtimai hadiseler arasında sebep-sonuç ve kanuniyet (cebriye, icabiye, determinizm) bağı görmüş ve göstermiştir. Fiziki hadiselerde var olduğu bilinen kanun anlayışını içtimai vakalara da tatbik etmiştir. Umran ilmi işte bu anlayışın ifadesi ve neticesidir. Bu manada sosyoloji ilminin kurucusu olarak İtalyanlar Viko’yu, Belçikalılar Quatelet’i, Fıransızlar ise Comte’u gösterirler. Halbuki bu manada sosyoloji ilminin gerçek kurucusu İbn Haldun’dur.
4- İKTİSAT
- İbn Haldun, her çeşit içtimai hadiseler ve bunların gelişmesi üzerinde iktisadi ve daha umumi bir ifade ile maddi şartların büyük tesiri olduğunu savunur. İktisadi şartların bozuk, ticari hayatın ölçüsüz olduğu cemiyetlerde sağlam bir ahlaki hayatın olmasına imkan yoktur. Aynı şekilde iktisadi faaliyetlerde görülen doğruluk ta ahlakın güzel olmasını temin edecektir. Bu arada ahlakın iktisada tesiri tali derecededir.
- Bu anlamda İbn Haldun Marks’a benzetilebilmektedir. Bunun en önemli sebebi; üretilen mal ve hizmetlerin değerinin, insan emeğinin değerine eşit olduğunu söylemesidir.
- İkinci olarak İbn Haldun, insan cemiyetlerinde ve çeşitli kavimler arasında görülen farklı durumları, geçimlerini temin etmek için tutmuş oldukları yol ve mesleklerle izah eder.
- Üçüncü olarak ta işbölümüne çok büyük ehemmiyet verir.
- Ama yukarıdaki sebeplerden dolayı O’nun inkarcı ve ateist Marks’a benzediği söylenemez. Belki de Marks İbn Haldun’a yaklaşır. Bu İbn Haldun’u sosyalizme ve komünizme kazandırmaya çalışma çabasıdır. Bunun yanında O’nu, liberalizme ve kapitalizme kazandırmaya çalışanlar da vardır.
- İbn Haldun mukaddimede aslında tarih felsefesi yapar. Bunu yaparken hem din sosyolojisini hem de sosyolojiyi kullanır. Asabiyet kavramı üzerinden toplumsal değişimi inceler. Asabiyetten kasıt, toplumsal dayanışmadır. Bunun iki nedeni vardır: 1- sebep 2- nesep
- Asabiyetin sebebi sadece kabilecilik değildir. Diğer unsurlar da vardır ve bunlar asabiyetin nedenidir. Bu nedenler ise toplumsal dayanışmayı sağlayan her şeydir.
İbn Haldun’a göre toplumlar a) bedevi b) hadari olmak üzere iki evreden geçerler. Bedevi toplumlarda asabiyet daha fazladır. Çünkü bu toplumlar daha fazla savunma ihtiyacı hissederler. Mesela İsrail’in asabiyesi Mısır’dan daha fazladır. Çünkü kendisine göre her zaman güvenlik sorunları vardır.
- Hadari toplumlarda ise asabiyet daha azdır. Çünkü fazla güvenlik sorunları yoktur. Aynı zamanda ekonomik refahları daha fazladır.
Asabiyet kavramıyla toplumların ortaya çıkması, gelişmesi ve kaybolması arasında nasıl bir bağ vardır?
Asabiyesi çok fazla olan bir bedevi toplum, asabiyesi daha az olan veya olmayan bir hadari topluma galip gelir. Sonra onun yerine yerleşir. Yerleşik hale gelince asabiyesi yavaş yavaş azalmaya başlar. Çünkü artık fazla güvenlik sorunu kalmamış ve refah seviyesi yükselmeye başlamıştır. Aynı zamanda kendi toplumunun bürokratlarını tasfiye ederek hadari toplumun bürokratlarını atamaya başlar. Bunu gerçekleştirdikten sonra lider artık tam bir lider olur. Dolayısıyla asabiye azalır. Çünkü transfer edilmiş bürokratlar ancak paralarını aldıkları sürece sadık kalırlar. Sonra israf dönemi başlar ve çöküş hızlanır. Yani zafer mutlakıyet barış refah israf ve çöküş.