22 Şubat 2010’da toplanarak; 26 Mayıs’ta işçilerin ve kamu emekçilerinin en yakıcı sorunları için hükümeti ve patronları “uyarmak” amacıyla “1 günlük iş bırakma da dahil” “genel eylem” kararı alan dört konfederasyon, 26 Mayıs için bir açıklama yaptı.
Bu açıklamaya göre:
1-) Dört konfederasyona bağlı sendikaların örgütlü oldukları bütün işyerlerinin önünde 26 Mayıs günü saat 13.00’te ortak bildiri okunacak.
2-) 26 Mayıs günü alan gösterilerine tüm sendikalar katılacak.
3-) İş bırakma kararının nasıl uygulanacağına her konfederasyon kendisi karar verecek.
Açıkça görüldüğü gibi, yukarıdaki karar dört konfederasyonun ortaklaştığı asgari koşulları ifade etmektedir. Ancak “asgari koşullar” bile olsa, şu açıkça görülmektedir ki, bu karar 22 Şubat’taki “bir günlük genel eylem” kararının çok gerisindedir. Dahası, konfederasyonlar serbest bırakılarak, eylemin arkasındaki irade zaafa uğratılmıştır. Oysa bildiride de belirtildiği gibi, taleplerin yakıcılığı devam etmektedir.
Dahası; bu tür eylemlerde asıl olan, eylemin birlik ve bütünlük bakımından emekçilerin birleşmesine katkı yapması ve konfederasyonların aldıkları kararın arkasında kararlılıkla durduklarını dosta düşmana göstermesidir. Ancak konfederasyonların aldığı karar iki bakımdan da amaca hizmet etmemektedir.
Tersine, konfederasyonların kararında “günü kurtarma”, “bir şey yapıyor görünme kaygısı”nın ağır bastığı anlaşılmaktadır.
Sendikalardan ilk gelen tepkiler de konfederasyonların 22 Şubat kararını çok geriye çektiği ve bunun hesabını vermek zorunda kalacakları biçimindedir.
Daha şimdiden anlaşılmaktadır ki, 27 Mayıs 2010’dan itibaren konfederasyonların bu geri tutumu tartışılmaya başlanacaktır. Ve bu tartışmanın, sendikacılık anlayışı ve sendikal hareketin sorunlarının nasıl aşılabileceği tartışmasıyla birleşmesi kaçınılmaz görünmektedir. Ancak bugün açısından, karar böyle çıktıktan sonra yapılacak şey, konfederasyonlar ve bağlı sendikaların, 26 Mayıs kararının gerisine düşmeyecek biçimde uygulamak için harekete geçmeleridir.
Elbette bu mümkündür. Ancak burada; 26 Mayıs’ın gerçek bir mücadele günü olması için çaba göstereceğini ilan eden güçlerin, sorumluluğu üstlenmekte gereken inisiyatifi göstermesi belirleyici olacaktır. Elbette burada dün, tüm gün iş bırakarak 22 Şubat’ta alınan kararı hayata geçireceğini açıklayan KESK ve bağlı sendikalara, kararın geriye çekilmesine karşı çıkan her konfederasyondan sendikacılara, “genel grev için 1000 imza” veren sendikacılara, sınıf partisine, emek mücadelesi kaygısı güden tüm parti ve çevrelere düşen görevin önemi ve ağırlığı artmıştır.
Eğer 26 Mayıs’a birkaç gün kala bile, 26 Mayıs’ın emek mücadelesi için unutulmaz bir gün olmasını isteyen güçler, tam bir birlik ve yardımlaşma içinde hareket ederlerse, konfederasyonların aldığı karar bile mücadeleyi geriye düşürmeye yetmez.
Ancak böyle bir başarı için burada vazgeçilmez ilke;
1-) Mücadeleyi üretim hizmet birimlerinden örgütlemek, bu birimlerdeki emekçilerin ileri kesimlerinin inisiyatifinin öne çıkmasını teşvik etmek, eldeki araçları (sendikaların imkanları, gazete, TV, bildiriler vb.) büyük bir girişimcilik ruhuyla kullanmayı başarmak,
2-) Çağrıların gerekli kararlılık ve cesaretle yapılması; iş ve hizmet birimlerinin (şu sendikada mı bu sendikada mı örgütlü, sendikalı mı sendikasız mı olduğuna bakılmaksızın) greve, okulların, dershanelerin boykota çağrılmasında tereddüde düşmemektir.
Evet, böylece 26 Mayıs için son etaba da girilmiş oldu. Dört konfederasyon topu birer birer konfederasyonlara atmıştır. Konfederasyonların birer birer tutumu ise az çok bellidir. Ve şimdi görev ve sorumluluk, emek mücadelesinin ileri kesimlerine düşmüştür.
Şimdi sıra, bu görev ve sorumluluğun gerektirdiği ataklık ve cesaretle davranmaktadır!
(*) KESK Genel Başkanı Sami Evren, dün bir basın açıklaması yaparak, 22 Şubat’ta alınan bir günlük iş bırakama da dahil tüm kararları uygulayacaklarını ilan etti.
Evrensel