- Dünya Ana Dil Günü[1]
UNESCO’nun[2] 1999’da aldığı kararla 21 Şubat tarihi Dünya Ana Dil Günü ilan edildi. Pek çok ülkede egemen olan faşist ve tekçi ideoloji taraftarları bu günü değersiz görmekte, ülkeyi bölen bir gün olarak lanse etmektedir.[3] Hâlbuki bu günün ülke bölünmesiyle hiçbir ilgisi olmadığı gibi kültürel çeşitliliğin sağladığı zenginliği ortaya çıkarmasıyla da ülkelere katkı sunmaktadır. Örneğin öyle coğrafyalar var ki binlerce yıldır aldığı göç ve barındırdığı kültürler nedeniyle inanılmaz bir mozaik[4] oluşturmuştur. Böylesi bir yerde kurulmuş bir ülkenin farklı dilli halkları o ülke için değerli bir çeşitliliktir.
Bir yurtta ne kadar çeşitlilik olur ve farklı olanlar enerjilerini adâlet, barış ve dostluk içinde ne kadar başarılı biçimde bir sinerjiye[5] dönüştürürse ülkenin mutluluğu da o oranda artar. Çünkü mutlak benzerlikler, zamanla pörsüme, üretici zekânın zayıflaması, tarihten gelen insanlık mirasının unutulması demektir; ama farklı dil ve kültürlerin ortak zeminde yaşaması yeni uygarlık yaratılmasına, birbirinden beslenen ve etkilenen halkların oluşmasına, farklı yetenek ve niteliğiyle kendini gösteren toplulukların topluma kendi özelliğiyle katkılar sunmasına ortam sağlar. Yani herkes kendi kalırken bütünün parçaları olmanın verdiği birliktelik bilinciyle hiç kimse bir başkasıyla didişmek zorunda kalmaz.
Bir toplumda biri herkesi veya herkes birini asimile etmek[6] yerine entegre etmeye[7] çabalarsa, bireyler çoğulcu bir toplum yaratmak için uğraş verirse bedenin farklı organları arasındaki uyum gibi barışçı bir toplum oluşur. Barıştan kimseye zarar gelmez, dostluktan herkes yararlanır, yakınlaşmaktan mutluluk ve güzellik doğar. Tüm zamanlar, ayrıştıranlar ile birleştirenlerin dünyaya verdiği kâr ve zararı ortaya koymuştur. Vicdân elçisi Muhammed gibi veya sosyalizmin yoldaşlık hukûkunda olduğu gibi herkesi bir tarağın dişleri gibi görüp hiç kimseyi ötekileştirmeden dayanışma ve kardeşliği ayağa kaldırmak gerekir.
İnsanları tek tipçiliğe mahkûm eden uygulama ve ideolojilerle mücadele etmek hem devrimciliğin karakteri hem Kur’ân emridir. Bu meselede devrimci sol ve sosyalizmin ne dediği bilinmekteyken Kur’ân’ın ne dediği sürekli gizlenmektedir. Bu sebeple Kur’ân’ın söylemlerini öne çıkararak Müslüman mahallesini tekeline alanların elinden mahalleyi kurtarmalıyız.
- İnsanlığın Kayyûm Dîni
“Varoluşumuza katkısı olan evren, doğa, insan, anne, baba, hayvan, bitki ve cansızlar gibi tüm bileşenlere karşı borç bilincinin gereğini yerine getirmek için saptığın yanlış yoldan çıkıp doğru yola ilerle. Ama bunun için önce başını kaldır, yaşadığın dünyanın nereye gittiğine bir bak ve ardından tüm benliğinle ayağa kalkmak için doğru tarafa yönel. Uygar halklarda, vahşet ve bedevîlikten çıkmış topluluklarda vicdân, sağduyu ve aklın doğal güç ve yetenekleri vardır. Bu nedenle sen de eğriden doğruya geçerken içindeki doğal yeteneklerini ortay koy, potansiyel gücünü harekete geçir. Vicdân, sağduyu ve aklın açık, anlaşılır ve tatlı bir anlatımı amaçlaması; vicdândan çıkan sözlerin ölçülü olmayı hedeflemesi, sağduyunun zaman ve mekânda orantılı olmayı idealleştirmesi hiçbir şeyin karşılığında değiştirilemez. İşte bir amacı gerçekleştirmek için insanlığı ilerleten yaşam biçimi, etik anlayışı ve değer yargısı; çoğulcu birlikteliği inşâ eden kararlı duruş; kaostan kozmosa ve karanlıktan aydınlığa gidişin ayağa kaldırılması budur. Fakat birbirlerine gelip giderek birbirlerini tanıyan uygar halklar bile bu meselenin pek farkında değil.”[8] âyeti hem dîni hem de kayyum dîni önümüze çıkararak vicdân, sağduyu ve aklın ulaşması gereken hedefini ortaya koyuyor. Bu âyet hayat yolculuğumuza levhalar yerleştiriyor. Bu nedenle önceliğimi âyette geçen kavramların açıklamasına ayırıyorum. Çünkü dîn kelimesi bile Kur’ân’daki maksadından ziyâde dîn baronlarının, dîn tüccarları ve simsarlarının[9] tanımları ve akîdeleri[10] üzerinden açıklanarak koskoca bir kavram dînidâr[11] insanların kaprislerine feda ediliyor.
Dîn, Arapçanın kapsamlı bir sözcüğüdür. Dînin Ârâmîce ve İbrânîceye dayanan bir kökü vardır. Dînin lügat ve Kur’ân’daki kullanımlarını dikkate aldığımızda dîn geniş bir tanıma sahiptir. Araplar “Ona borç verdim, borç istedim.” derken dîntu-hû derler. Bu bağlamda dîn; boyun eğme, alışkanlık ve gelenek gibi temel anlamlardan ilerlediğimizde insanların boyun eğmesiyle geleneğe dönüşmüş olan yaşam biçimleri, geçmişten ekleyerek getirdiklerinden âdete dönüştürdükleri davranışlar; var oluşumuza katkısı olan evren, doğa, insan, anne, baba, hayvan, bitki ve cansızlar gibi tüm bileşenlere karşı adâlet, sevgi, acıma, kardeşlik ve özgürlük borcu bilinci taşımak; varoluş bileşenlerine karşı saygının gereği olarak üretilen tüm sosyal, ekonomik, hukûksal ve etik üretimler; kaostan kozmosa, karanlıktan aydınlığa gidiş; çoklukta birliği inşâ etme amacı, insanı canlı ve cansızlara yakınlaştırdığı düşünülen vicdânî ve felsefi kabuller; kişiyi bir kutsala bağlayan veya bir inancı pekiştiren anlayış ve kabuldür.
Kur’ân kavramlarından olan millet ise dîn ile yakın ilişkili bir sözcüktür ve aynı dînin mensupları tarafından kendi ilke ve değerlerini esas alan hukûk veya hukûk düzeni demektir. Bu tanımıyla şeriata yakın durur, ancak şeriat yeryüzündeki birbirinden farklı tüm hukûk düzenlerini kastettiği için millet daha özel olmasıyla şeriattan ayrılır.
Bu âyette gayyum sözcüğü de kullanılır. Gayyeme; değer verdi, kıymet biçti, fiyat belirledi demektir. Gayyim; en doğru, düzgün, yönetici anlamlarına gelir. Gayyime; dosdoğru, onur, saygınlık, değer, bedel demektir. Gîyme ise değer ve kıymettir. Lügatte gavvâm; ayağa kalkma anlamındaki g-v-m’den türemiştir. Ancak gavvâm, bir abartı ifadesi olduğundan[12] sürekli ayağa kalkan, iletişim ve ilişkisini hiç kesmeden sürdüren demektir. Gayyûm kelimesi de gavvâm’dan türemiştir. Süryânîcede gayyûm sürekli uyanık duran, gözünü kırpmadan bakan, uyuşukluk göstermeyen ve gaflet hali yaşamayan demektir.
İlgili âyette Kur’ân’ın adres verdiği gayyûm din; insanların boyun eğmesiyle geleneğe dönüşmüş olan ve dipdiri biçimde uygulanan töreleri; insanların geçmişten ekleyerek getirdiklerinden âdete dönüştürdükleri ve kendilerine saygınlık kazandıran davranışlar; var oluşumuza katkısı olan evren, doğa, insan, anne, baba, hayvan, bitki ve cansızlar gibi tüm bileşenlere karşı adâlet, sevgi, acıma, kardeşlik ve özgürlük borcu bilincini hiçbir biçimde unutmadan taşıma; varoluş bileşenlerine karşı saygının gereği olarak üretilen tüm sosyal, ekonomik, hukûksal ve etik üretimlere gözünü kırpmadan sahip çıkma; insanı canlı ve cansızlara yakınlaştırdığı düşünülen vicdânî ve felsefi kabullere değer verip onları yaşatma; karmaşadan düzene, karanlıktan aydınlığa gidiş yol ve yöntemlerini ayağa kaldırma; kişiyi bir kutsala en doğru ve düzgün biçimde bağlama, bir inancı pekiştiren anlayış ve kabullerin aralarındaki ilişkiyi hiç kesmeden yönetmedir.
Yeryüzünde özgür, âdil ve barışçı bir toplum düzeni kurmak isteyen herkes gayyûm dînin gereğini hayata geçirmek zorundadır. Çünkü gayyûm dîn insanlığın köklü sorunlarına çözüm getirecek temel ilkeleri vermektedir. Özellikle modern ulus devletlerin sancılarından olan açıktan tekçilik veya gizli faşizan politikaların şifası gayyûm dindedir.
- Boylar, Kabîleler ve Uluslar
“Ey vahşî yaşamı terk etmiş, uygarlaşarak birbirine yaklaşmış ve sürekli hareket halinde olan insanlar! Sizi meyvesiz hurma ağacı, keskin ve sert bir kılıç, şiddetli yağmur gibi olan ve hakkını korumada çelikleşen bir erkekliğin demiri yumuşatan kadınlık karakteriyle yoğrulmasından yarattık. Farklı sayı ve bölümlere ayrılan çok kalabalık topluluklar biçiminde görünmenizin sebebi hamurunuzun farklı olmasından değildir. Bir vadinin iki kola ayrılması gibi ortak bir atadan gelip farklı boylara ayrılmış olmanızın veya kültür, gelenek, töre ve dil bakımından birbirinizden farklı nitelikteyken birbirinizi kabul edip birbirinizle karışan uluslara dönüşmenizin sebebi birbirinizi tanıyıp güzelleştirmeniz, birbirinizin farklılıklarını fark edip herbirinizin farklı özelliğinden karşılıklı yararlanarak görünmeyeni görme, bilinmeyeni bilme gücüne erişmeniz ve birbirinize önderlik etmenizdir.”[13] âyetinde değişik boylar, kabîleler ve uluslar[14] halinde yaşamamızın nedeni gayet net biçimde veriliyor.
Kayyûm dîn insanların tanıştığı ve kaynaştığı ortamda gerçekleşir. Bu nedenle Kur’ân insanları kayyûm dîni yaratacak tanışma ortamına çağırıyor. Çünkü tanışmayan, birbirine uzak duran kişiler gerçek insanları değil, kafalarında yarattıkları kimseleri iyi veya kötü olarak niteler. Tanımak, sohbet arkadaşı olmak, dostluk ve yoldaşlık kurmak tüm buzları eritir; dayanışma, paylaşma ve kardeşliğin kapılarını açar.
Bu âyete göre rafine[15] edilmiş topluluklar, banliyölerde[16] kendi yoksulluğuna hapsedilmiş insanlar, şehrin ötesine itilmiş Romanlar, varoşlaşmış[17] semtler, zenginlere ait sokaklar; Arap, Kürt, Boşnak, Arnavut, Laz; Alevî, Sünnî, Câferî, Müslüman, Hristiyan, Mûsevî, ateist, agnostik, homoseksüel, heteroseksüel mahalleler ile Konyalı, Trabzonlu, Muşlu, muhâcir ve yerli semtler üreterek insanların yaşam alanlarını ayırmak ve özel mahalleler kurmak yahut bina ve siteler oluşturmak yasaklanmıştır. Kamu yönetimi, sivil toplum, özgür basın, eğitim kurumları, aydın ve sanatçılar, sosyal ve dinsel kuruluşlar ile bilinçli halkın görevi tüm farklı kesimleri sosyal, ekonomik, psikolojik ve politik yönlerden birbiriyle sıkı ilişki içinde olan, birbiriyle dayanışma içinde bulunan ve birbirine yakın oturarak birbirinin olumlu kültüründen yararlanan ortak bir üst kültür ve üst değer üretmektir. Bu tür üst değer ve üst hukûk yapılanmasına Medîne Sözleşmesi’nde ümmet, modern zamanlarda ulus denir.
Ümmet ve ulusun uyumlu birliktelik oluşturması için de hakların birbirine yakın durması, eğlence, düğün, ticaret, eğitim, sevinç ve üzüntüyü paylaşmaları; ortak etkinlikler düzenlemeleri gerekir. Bu birliktelikte hiçbir taraf öbürüne egemenlik kurmaz, sadece yol gösterir; kültürel, sanatsal ve bilimsel gelişmesini kendinden geri kalmış olanla paylaşır. Bu ortamda ortak bir anlaşma dili yanında kimsenin dili, dîni, rengi, inancı ve mahallesi aşağılanmaz. Geride kalanın elinden tutulur ve kolektif[18] gelişimin gereği yerine getirilir.
- Orkestranın Güzelliği
“Bulutların gökten su indirdiğini görmedin mi? Gökten inen suyla yeryüzü birbirinden farklı renkte meyveleri ortaya çıkardı. Dağlara baktığınızda onların arasında boydan boya beliren kızıl,[19] beyaz[20] ve siyahın tonlarıyla kaplanarak[21] renk renk olmuş yollar[22] görürsünüz. Renklerin dansını ve tonların farklılığını insanlar ile vahşî ve evcil hayvanlarda da görürsünüz. Tanrı’ya karşı gerçekten saygı duyanlar bu farklılıklarda görülen ve değiştirilemez nitelikte olan Tanrısal iz, belirti, işaret ve kanıtı okuyabilenlerdir. Çünkü sadece bilginin heyecanını taşıyanlarda Tanrı’ya karşı saygıyla dolu bir ürperti oluşur.[23] Onur, değer, el üstünde tutulma ve bağışlanma istiyorsanız Tanrı’nın niteliklerinin bambaşka biçimlerde yansıdığı toplumun farklılıklarını heyecan ve hayranlıkla görün, toplumun kültürel ve biyolojik genetiğiyle barış içinde yaşayın.”[24] âyetinde tek tipçi bir yaklaşım reddedilir. Çünkü âyete göre hayvan, bitki ve renklerin türlü türlü olması gibi insanlık da çeşit çeşit karakter ve tipte yaratılmıştır. Bu sebeple insanların görevi farklılıkları görmezden gelmek veya tekçi bir mantıkla ötekini yok etmek değildir; bunun yerine çokluğun renk renk olmuş dansını görebilmektir. Bir orkestra, koro veya gökkuşağının çoklukta oluşturduğu renk ve ses uyumunun büyüsünü hissedebilen biri uyumlu biçimde örgütlenmiş bir toplumu da sevecen ve insânî bulacaktır.
âyete göre hayata ve insanlara farklılıklarıyla bakabilenler ve bu farklılıklardan uyumlu bir toplum yaratma amacı güdenler Tanrı’nın varlık kanıtlarını okuyabilenlerdir. Kur’ân’dan yola çıkan bir zihniyet hiçbir kavmi, dili, rengi, toprağı, bölgeyi, inancı, inançsızlığı, yaşam tarzı ve tercihi ötekine üstün yapma mücadelesine girişmez; eşit bir dünyanın peşinden koşar, üstünlük kompleksine girmiş ideolojilere karşı savaşır, faşizme karşı elinden geleni ardına koymaz.
- Barış Eli
“Sizinle savaşanlar savaşmaktan vazgeçip barış yapmak isterlerse sen de barışa yanaş.”[25] âyeti ile “Ey güvenli bir dünya kurmak için yola çıkmış olan yoldaşlar! Öfke, nefret, kin, düşmanlık, sınıflaşma, ayrıcalıklı yaşam, torpil ve bölücülük üreten düzenle savaşmak için yurdunuzdan çıktığınızda mücadele ettiklerinizin ne dediğini yoruma gerek duymayacak biçimde net anlayın. Siz değerleriniz için mücâdele verirken öldürülme riskini göze almışken, savunduğunuz düşüncelerin arkasında dimdik dururken; ortama göre konuşmayarak, adamına göre davranmayarak, beklentilere göre söz söylemeyerek güven yoldaşlığı sergilerken savaşmak için karşınıza aldıklarınız size barış çağrısında bulunursa, kavga yerine konuşmayı teklif ederlerse onlara karşı ‘Siz güvenilmez kimselersiniz, sizinle barış masasına oturmayız.’ demeyin, barış ve güvene giden yolları açın.”[26] âyeti barış için uzatılan eli geri çevirmemeyi, baltaları gömmeyi öneren bir dile sövmemeyi, ayrıştırıcı söylemi terk edenlerle konuşma ortamı yaratmayı önermektedir. Adı barış anlamına gelen İslâm hareketinin dayanağı olan Kur’ân’ın barışa giden yolları açanlarla birlikte olmasına şaşılmamalıdır. Çünkü Kur’ân, savaşı bile barışı bozanlara karşı bir savunma aracı olarak görür, asla toprak gasbı ve işgâli de onaylamaz. İnsanları dîni, mezhebi, dili, rengi, soyu ve kabîlesi nedeniyle ayırıp sonra da “Egemenliğime boyun eğ, doğal haklarından vazgeç.” demeye getiren söylemlerde bulunmak, bunu kabul etmeyenleri de kötü adam ilan etmek Kur’ân, vicdân, adâlet, eşitlik, özgürlük ve ulus bütünlüğü ile uyuşmaz.
Bir ulus ya hep birlikte eşit ve özgür halklardan oluşur ya da sınıflaşma ve ayrıcalıkların getirdiği zararların bedelini ödeyerek bütünlüğünü kaybeder.
- Ana Dilde Konuşma
“Vicdân, akıl ve sağduyu elçileri kültürel olarak ortak yaşam değerlerini yakalamış ve birlikte yaşamanın getirdiği doğal sonuçla ortak gen havuzu oluşturup soydaş olmuş bir topluluğun anlamadıklarını anlatmak, sorularını yanıtlamak, onlar için gerçekleri göz önüne sermek, manifesto yayımlamak ve onlara bildiri sunmak için o topluluğun diliyle haber verdiler, konuştular, içlerini boşalttılar, mesajlarını yolladılar ve çağrılarda bulundular.”[27] âyeti halkına iyi, güzel ve faydalı eylemleri önerenlerin halkının diliyle konuşmasını oldukça doğal bir davranış olarak belirtir. Geleneksel çevirilerde “Biz her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik.” biçimindeki çeviri bile maksadı anlatmada yeterlidir.
Kur’an, insanların en doğal hakkı olan ana diliyle konuşmasını, ana diliyle edebiyât ve sanat üretmesini asla yasaklamaz ve yasaklamanın da karşısında durur. Bir topluluğun dili, daha önceki âyetlerde de belirttiğimiz gibi Tanrısal işaretlerdir ve varlığın çeşitliliğine dair Tanrısal görüntülerdir. Nasıl ki tek renk gözleri zevksizleştirirse; tek dil kulakları, tek din inançları, tek üslup zihinleri uyuşturur, mutsuzlaştırır ve Tanrı’nın yarattığı çoğulcu evrenden uzaklaştırır. Evren ve tabiattaki tüm çeşitililiğin insan doğasına yansıyan farklı karakter, dil, renk ve inanç biçimleri mutluluğumuzun, kaynaşmamızın ve birbirimizden ilham alarak ilerlememizin çözümüdür.
- İdeoloji ve Kutsalın Dili
“İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan apaçık biçimde ayıran ve itiraz edilemez güçte olan bir Arapça ile”[28] âyeti Araplara seslenen Kur’ân’ın Arapça ile yazılmasının gerekçesini belirtir. Ayrıca âyet vicdân elçisi Muhammed’e belâğatla[29] çok ilgilenen Arap toplumunun beklentisine uygun bir Arapçayla konuşması gerektiğini söyler. Buna göre kişi hangi topluma özgürlük, barış, adâlet, eşitlik, paylaşım ve sevgi mesajları iletecekse o toplumun beğendiği kelimeleri, sevdiği üslûbu, önemsediği konuşma yöntemini ve takdir ettiği dili kullanmalıdır. Hatta dili öyle güzel kullanmalı ki dinleyenler mesajdan önce dilin güzelliğine hayran olmalı, konuşanı dinlemek için birbiriyle yarışmalı, birbirine harika konuşan bir kimseden bahsetmelidir.
Yüksek değerleri ulaştırarak erdemli bir toplum yaratma peşinde koşanlar iyi birer hatip[30] olmalı, fesâhat[31] ve cezâlette[32] parmakla gösterilmelidir.[33] Çoğu zaman birçok değerli fikir, konuşma yeteneği zayıf kimselerin elinde perişan olmakta, muhatabına ulaşamamaktadır. Bu sebeple kaliteli düşünceler iyi hatiplere, güçlü yazar ve şairlere gereksinim duyar.
Mekke âyetlerinde itiraz dilinin oldukça cezâletli ve fasîh olması; söz, anlam ve amaç arasındaki bağın etkileyici bir üslupta dile getirilmesi devrimci bir dilin temel niteliğini gösterir. Vicdân elçisi Muhammed’in Mekke’de yeni bir toplum inşâ etmek için kültür kodlarını kullanarak vurucu, sert ve ürperten bir üslup kullanması gibi Lenin de biçimlenmekte olan sovyet[34] toplumunun ideoloji ve umut ihtiyacına “Üçüncü Komünist Enternasyonal, Kızıl Ordu’ya Çağrı, Sovyet Gücü Nedir?” başlıklıklı ateşli hitabeleriyle katkılar sunmuştur.
“Şu anda, sosyalizm insanlığın tek kurtuluş yoludur. Manifesto’nun şu sözleri, kapitalist toplumun yıkılan duvarları üzerinde, alev alev yanan bir tılsım gibi ışıldamaktadır: Ya sosyalizm ya da barbarlık içinde çöküş!” diyen Rosa Luksemburg, Almanya’nın kadın önder ve hatiplerindendi. Rosa’nın işçi sınıfı için gerekli olan devrimci bir programı anlatırken ve sosyalizme geçiş pratiği hakkındaki görüşlerini sunarken yaptığı “Programımız ve Siyasal Durum” başlıklı konuşması tarihe iz bırakmış sosyalist hitâbelerdendir.
Ukaz ve benzeri panayırlara gelen Arap şairlerinin âyetlerin belâğatine hayran kalması, Muallakât şâirlerinden Lebîd’in Kur’ân ve onun yayıcısı olan vicdân elçisi Muhammed’in üslubundan etkilenerek Muhammedî barış devrimcisi olması nasıl bir gerçeklikse; Lenin, Rosa Luksemburg, Roger Garaudy, Antonio Gramsci ve Charlie Chaplin’den etkilenen yüz binlerce insanın sosyalizmi bir kurtuluş ideoloji olarak görmesi de tarihin kaydettiği bir diğer gerçekliktir. Bu konuda Muhammed İkbâl gibi vicdânlı dilleri de dinlemekte yarar vardır.[35]
Devrimci-sosyalist İmam Hatipliler, çağın gereksinim ve algısıyla uyumlu bir dünya görüşü yaratmak, özgür ve eşit halkların barış ve kardeşlik içinde yaşadığı bir selâm yurdu inşâ etmek istiyorlarsa Kur’ân ve sosyalizm sentezinden ilhamını alan sosyalist teolojiyi veya teolojinin sosyalizmini hem enine boyuna bilecek hem de belâğatın kuralları içinde konuşacak sözcülere ihtiyaçları vardır.
- Tanrı Âyeti Dil
“Onun evrendeki değiştirilemez nitelikli işleyiş yasalarını görmek isteyenler gökler ve yerin yaratılmasına, insan ve varlıkların bambaşka renklerine, konuşulan çeşit çeşit dillere bir baksınlar. Evrendeki yaratılış yasası ile birbirinden farklı tüm renk ve diller onun değiştirmeye güç yetirilemez kanıtlarıdır.”[36] âyetinde evrenin oluşumu, Dünya ve içindeki varlıkların yaratılışı, insan ve hayvanların dil ve renk bakımından farklı olması üzerinde durulur ve bu farklılık Tanrı’nın varlığına dair bir kanıt olarak sunulur. Tanrı, kendi varlığını dillerin farklılığı, renklerin çeşitliliği, evrenin oluşumu ve yeryüzünün canlı yaşamına uygun hale getirilmesi üzerinden belgeler. Bu âyet o kadar ilginç sonuçlar veriyor ki örneğin ABD’de siyahları ikincil ırk görenler bu âyete göre Tanrı’yı takmıyorlar. Çünkü Tanrı’yı ciddiye alanlar “Rengin veya dilin farklı olduğu için seni kendimden aşağı görüyorum.” deme cüreti gösteremez.
Dil özgürlüğü meselesi, tek tip ulus yaratma amacı güden gizli faşistlerin açık verdiği alandır. 15. yüzyılın başlarında dünyada 15 bin dil konuşulurken soykırım, savaş, yasaklama ve asimilasyonlarla bu sayı bugün 7 bine düşmüştür. Şu anda 2 bin 500 dil yok olmakla karşı karşıya, geri kalan 4 veya 5 bin dil de genelde yerelde konuşulan diller olup bunların 3 bini gelecek yüz yılda büyük olasılıkla yok olacak.[37] Hâlbuki âyete göre her yok olan dil, Tanrı’dan kopan bir parça; her kaybolan dil, bir âyetin kaybolmasıdır. Her yaşatılan dil, bir âyetin hayata döndürülmesi; her asimile edilen dil, bir âyetin asimilasyonudur. Bir halkın diliyle savaşmak Tanrı’yla savaşmaktır. Halkların dilleriyle barışmak, Tanrı’yla yakınlaşmaktır. Faşist güdülemenin etkisiyle bir halkın dilini yok saymak veya unutmaya yüz tutturmak, âyete başkaldırma ve Tanrı’yla hesaplaşmadır.
Namazı kaçırmayan, orucu unutmayan, tekkeyi ihmâl etmeyen, geleneksel zikri hiç bırakmayan bir Arap’ın “Türkçe keşke hiç konuşulmasaydı.” biçiminde düşünmesi ve ülkesindeki Türklerin dilini eğitim, sağlık ve hukûk gibi alanlarda yasaklatması; Hüseyin törenlerinde kendini zincire vuran ve Şiîliğin sadık bir takipçisi olan İranlı birinin “Keşke İran’da Ermeniler yaşamasa ve Ermenice konuşulmasaydı.” diyerek Ermenicenin yasaklanmasını istemesi; bir zamanlar Bulgaristan’da Türklerin köy ve şehirlerinin adının değiştirilmesi, çocuklara Türkçe adlar konmasının yasaklanması, Türk kimliğine savaş açıp “Hepiniz Bulgarsınız, Osmanlı zamanında Müslümanlaşmış ve Türkleşmiş Bulgarlarsınız.” biçiminde sahte resmî tarih tezleriyle dayatmalar yapılması, Türkçe eğitim hakkı ile Türk inanç ve geleneklerinin yasaklanması asla kabul edilemez faşist uygulamalardı. Yasakçılığı savunan Sünnî Arap, Şiî Fars ve Ortodoks Bulgar tek tipçi kaldıkça Tanrı’nın yoldaşı olamayacağı gibi Tanrı’nın âyetiyle savaşan birer müşriğe dönüşürler.
Siyonistler Tanrı’nın sevgili kulları olduğu iddiâsıyla kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımayarak Tanrı’ya savaş açtıkları için faşizmin dindar efendileri ve takkeli emperyalistleri oldular. Tıpkı Siyonistler gibi bir yandan dindârlık sergilerken öte yandan başka halkların dillerini yasaklayanlar Siyonistlere benzeyerek Yahûdîleşmiş bir Müslümana dönüştüler. Bu tür bir Müslümanlık ise Muhammedî barış yoldaşlığı değil, geleneksel bir dindârlık formatıdır ve bu biçimselliğin Kur’ân’da hiçbir değeri yoktur.
Bir kimse faşizmin ekmeğine yağ sürerek Müslümanlık yapamaz; faşistlik yapan önce faşisttir, sonra o faşistin bir dini vardır, ama bu din asla Kur’ân’daki İslâm değildir. Solcu ve sosyalist görünerek faşizmi meşrûlaştırmaya çalışan tek tipçi kripto faşistler bilsinler ki Siyonistler, mezheplerine tapanlar, soyunu kutsallaştıranlar, kendileri için istediklerini başkalarından esirgeyenler, sınıflı toplum düzenini savunanlar, her alanda eşitlikten yana olmayanlar ve yönetim erkini halktan üstün görenler sosyalizmin asla hazzetmediği tiplerdir.
İslâm’ın gelenekçilik ve mezhepçi hurafecilikle saptırılmaya çalışılması projesi gibi sosyalizmi ulusçu doktrinlerle terbiye etme ve kullanışlı bir aparata dönüştürme çabasına girenlere karşı bir mücadele cephesi oluşturmak Kur’ân Müslümanlarının, sosyalistlerin, devrimci-sosyalist İmam Hatiplilerin, antikapitalist Müslümanların ve İslâmî devrimci antikapitalistlerin temel görevidir.
_____________________________________________________
[1] Bu konuda daha önce yazmış olduğum yazıyı genişleterek günün anlam ve önemi nedeniyle yeniden yazdım.
[2] Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
[3] Lanse etmek: Bir şeyi tanıtmak için öne çıkarmak, bir konuyu sonuçlandırmak için ortaya atmak.
[4] Mozaik: Çeşitli malzemelerin irili ufaklı boyutlarda bir araya getirilmesiyle oluşturulan birliktelik.
[5] Sinerji: Farklılıkların birbirinden etkilenmesi ve iş birliği yapması sonucu oluşan ortak güç.
[6] Asimile: Özünü/benliğini kaybetme, sayıca az olanın sayıca çok olan içinde eriyip kaybolması.
[7] Entegre: Değişik birimlerden oluşan bütünlük, farklı üretim bölümlerinden oluşan bütünlük. aynı amaca hizmet eden ancak farklı özellikler taşıyan tesisler toplamı/üretim merkezi. (Entegasyon: Farklılıklara rağmen kendi kültür, anlayış ve yetenekleriyle başkalarıyla aynı amaçta birleşme. Birliktelik.)
[8] Rum, 30/Fe-egim veche-ke li’d-dîni hanîf(en) fitrata’l-lâhi’l-letî fetara’n-nâse ‘aleyhâ lâ tebdîle li-halgi’l-lâh(i) zâlike’d-dînu’l-gayyimu velâkinne eksere’n-nâsi lâ ya’lemûn(e)
[9] Simsar: Başkası adına ticârî iş yapan, komisyoncu, aracı. (İşi çıkar ve karşısındakini kandırma üzerine olan aracılığı kasteder.)
[10] Akîde (ç. akâid): Tanrı, ölüm sonrası, melek, peygamber, kutsal kitaplar, kazâ ve kader inancı konularını bir mezhebin bakışı çerçevesinde ele alan ve tek tip yorumu kutsayan ilâhiyât alanı. Bir mezhebin dogmatik bilgilerini içeren ilâhiyât alanı.
[11] Din-dâr değil dini dar.
[12] Gâim kelimesinin mübalağa sigasıdır.
[13] Hucurât, 13/ Yâ eyyuhe’n-nâsu innâ halagnâ-kum min zekerin ve unsâ ve ce’al-nâ-kum şu’ûben ve gabâile li-te’ârafû
[14] Ulus: Sınırları belli topraklarda yaşayan aşiretler, kavimler veya halkların birliği. Bir devletin içinde olup tüm farklılıklarıyla devleti oluşturan, ortak yasa ve değerlerde birleşen halklar. (Ulus, çoğulcu toplumun yasalarla kurduğu birlikteliktir. Modern ulus devletlerin bazıları ulusu egemen bir kavmin lehine tanımlayarak ulus birlikteliğini sarsmıştır.)
[15] Rafine: Arıtma, inceltme, kalitesini yükseltme; temizlenmiş, saflaştırılmış, istenmeyen maddelerden arındırılmış.
[16] Banliyö: Yörekent, şehir merkezinden uzakta veya şehrin sınırlarına yakın yerlerde bulunan kenar mahalleler, şehir merkezine yakın yerleşim bölgesi.
[17] Varoş: Bir kalenin dışında kalan mahalle, kale dışındaki yerleşim alanı. Şehrin imkânlarından en az düzeyde yararlanan dar gelirli halkın yaşadığı kenar mahalle/yerleşim yeri.
[18] Kolektif: Ağaç dalları gibi birbiri içine girerek kaynaşmak, politik güçleri birleştirerek yönetmek. Ortaklaşa, ortakçı, birliktelik.
[19] Humr(un)
[20] Bîyzun/Beyaz(un)
[21] Ğarâbiybu sûd(un)
[22] Cüded(un)
[23] İnne-mâ yehşe’l-lâhe min ‘ibâdi-hi’l-‘ulemâ(u)
[24] Fâtır, 27-28/Elem tera enne’l-lâhe enzele mine’s-semâi mâ en fe-ahrac-nâ bi-hi semerâtin muhtelifen elvânu-hâ ve mine’l-cibâli cudedun bîzun ve humrun muhtelifun elvânu-hâ ve ğarâbîbu sûd(un) ve mine’n-nâsi ve’d-devâbbi ve’l-en’âmi muhtelifun elvânu-hu kezâlike inne-mâ yahşa’l-lâhe min ‘ibâdihi’l-’ulemâu inna’l-lâhe ‘azîzun ğafûr(un)
[25] Enfal, 61/Ve in cenahû li’s-selmi fe’c-nah le-hâ
[26] Nisâ, 94/Yâ eyyuhe’l-lezîne âmenû izâ darab-tum fî-sebîli’l-lâhi fe-tebeyyenû velâ-tegûlû li-men elgâ iley-kumu’s-selâme leste mu’minen
[27] İbrâhîm, 4/Vemâ ersel-nâ min rasûl(in) illâ bi-lisâni gavmi-hi li-yubeyyine le-hum
[28] Şu’arâ, 195/Bi-lisân(in) ‘arabiyyin mubîn(in)
[29] Belâğat: Buluğ yaşına ermiş söz. Açık ve anlaşılır bir sözün doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişiye, doğru biçimde söylenmesi.
[30] Hatip: Hitap eden, seslenen, konuşan, konuşmacı.
[31] Fesâhat: Fasihlik. Arı duru olma, saflaştırma, söz sırasında gereksiz tüm sözcükleri atarak gerekli tüm kelimeleri ekleyip etkili ve güzel bir konuşma ortaya çıkarma. Sözün kabuğunu sıyırıp, soyarak özünü söyleme.
[32] Cezâlet: Konunun gerektirdiği etkileyiciliği oluşturmak için sert sesleri kullanmak.
[33] İskender Şahin, Kur’ân-ı Kerim ve Sâmî Dillerinde Ortak Sözcükler, Gece Kitaplığı, Ankara, 2020.
[34] Sovyet: Şûrâ, ortak akılla yönetme.
[35] İsmail Özcan, Marx’tan gökten inmemiş bir kutsal kitap: Kapital, 23.05.2012, www.t24.com.tr
[36] Rûm, 22/Ve min âyâti-hi halgu’s-semâvâti ve’l-arzi ve’h-tilâfu elsineti-kum ve elvâni-kum inne fî-zâlike le-âyâtin li’l-’âlimîn(e)
[37] www.aa.com.tr/tr/dunya/dunyadaki-dillerin-ucte-birinden-fazlasi-tehlike-altinda/754114