Küresel krizin daha da derinleşip depresyona dönüşebileceği 2012’de mali disiplin emekçiler için daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk ve daha düşük ücret, sosyal harcama kısıntısı, yani “kemer sıkma” demektir
2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu, yaklaşık 351 milyar liralık bir harcama ve 330 milyar liralık bir gelirin, 29 milyar liralık bir faiz dışı fazlanın ve 10,5 milyar liralık bir özelleştirmenin hedeflendiği bir iktisadi ve siyasi bir belge ve ekonominin bütünü ve toplumsal sınıf ve kesimler üzerinde önemli etkilere neden olacak bir politika aracı niteliğinde. Bütçe demokratik hak ve özgürlükler konusunda hükümetin duruşunun da bir özetini verdiğinden ekonomi-politik bir bakış açısıyla analiz gerektiriyor.
2012 Bütçesi, Maliye Bakanı’nın söylediği gibi “büyüme ve istihdamı destekleyen, tasarrufları artırıp cari açığı azaltan, ekonomik ve sosyal kalkınma odaklı ve mali disiplini koruyup devam ettirecek olan bir bütçe” mi?
Mali disiplinle ilgili kısım dışında bu söylem gerçeği yansıtmıyor. Çünkü öncekiler gibi 2012 bütçesinde de bu hedeflere yönelik bir önlem yok. Cari açık küresel kriz nedeniyle daralacak, büyüme yavaşlayacak, dış kaynak girişi azalacak, sermaye yeterince vergilendirilmediğinden vergisel- kamusal tasarruflar azalacak, özelleştirmeler ve kamunun daha da küçültülmesiyle kamusal yatırımlar azalmaya devam edecek. Nitekim 2012 bütçesinde çoğunluğu yenileme yatırımları olan kamusal yatırımların payı yüzde 8’leri aşmayacak.
Öte yandan küresel krizin daha da derinleşip depresyona dönüşebileceği 2012 yılında sıkı bir mali disiplinin yarardan çok zarar getirmesi bir yana, mali disiplin emekçiler için daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk ve daha düşük ücret, sosyal harcama kısıntısı, yani “kemer sıkma” demektir. Bu, halkın “bütçe yapma hakkı”nın ortadan kaldırılmasıdır.
Bütçenin politik ekonomisi
Ülkesinin kalkınma, büyüme ve gelir bölüşümü gibi temel sorunlarını piyasaların insafına bırakmış hükümetlerin toplumun bütününün ihtiyaçlarına dönük bir bütçe hazırlayabilmesi çok zor. Çünkü bütçe sınıf mücadelesinin yoğunlaştığı alanlarından birisi. Sermaye, bütçe harcamalarını kendi düzenini sürdürüp pekiştirebilmek için biçimlendirirken, vergileri emekçilerin sırtına yıkmaya ya da devleti borçlanmaya zorluyor. Böylece hem vergi vermekten kurtuluyor hem de yüksek faizlerle devleti fonlayarak sermayesini daha da büyütüyor. Devlet ise egemenlerin yanında yer alıyor ve bütçenin nicel büyüklüğü ve nitel dağılımını onların lehine gerçekleştiriyor.
Bu bağlamda 2012 bütçesi de harcama tahminleri ve vergi boyutuyla yüzünü egemenlere, sermayeye; sırtını halka, emekçiye dönmüş bir bütçe görünümünde.
* Harcamaların GSYH içindeki payı yüzde 24,4’e düşürüldüğünden (2003: yüzde 31) halka dönük harcamalar daha da kısılacaktır. Bunun üçte birine yakın kısmı personel, üçte birinden biraz fazlası sosyal güvenlik kuruluşları ve yerel yönetimlere, altıda biri faize ve sadece on ikide biri kamusal yatırımlara gidecektir. Ayrıca bütçenin yüzde 8’ini oluşturan mal ve hizmet alımlarının yaklaşık yüzde 40’ı savunma ve iç güvenlik malzemesi alımı biçiminde olacaktır.
* Yeniden bölüşüm açısından sermayeye kepçe, yoksula kaşığın ucu ile dağıtan bir bütçe. Öyle ki yüzde 37 ile en yüksek paya sahip cari transferler içinde tarım desteğinin payı sadece binde 7, yoksullara dönük Sosyal Yardım Dayanışma Fonu için ayrılan pay ise binde 8. Oysa sermaye için cömert vergi indirimleri, muafiyetleri, teşvikler mevcut. Vergi harcaması adı altında sermayeden alınması gereken 18 milyar liralık (yüzde 5) vergiden vazgeçiliyor. Ayrıca işveren primindeki 5 puanlık indirim için 5,5 milyar lira, kredi faiz desteği için 11 milyar lira ve KOBİ desteği için 2,8 milyar lira olmak üzere ek bir yüzde 5’lik sübvansiyon söz konusu. Vergi harcamaları ile birlikte bu oran bütçenin yüzde 11’ine denk.
* Ödeneklerin fonksiyonel dağılımı önceliklerin asker, polis ve din hizmetleri olduğunu gösteriyor. Hükümet askeri harcamaların yüksekliğinden rahatsız değil. Oysa Milli Savunma Bakanlığı’na ayrılan 18,3 milyar liralık ödenek, toplam askeri harcamaların sadece yüzde 89’unu oluşturuyor. Ayrıca yüzde 10’luk bir pay ile milyarlarca dolarlık gelirin yaratıldığı Savunma Sanayi Destekleme Fonu (SSDF), yüzde 0,6’lık bir pay ile TSKGV ve dış askeri yardımlar söz konusu. Ayrıca 2008 krizinde hız kesmeyen tek harcama askeri harcamalar oldu ve dış askeri alımların kamu borç stokunun yüzde 7 – 10’unu oluşturduğu hesaplanıyor.
* Diyanet İşleri Başkanlığı’na (DİB) ayrılan pay ise 3,9 milyar lira (yüzde 1,1) olup (geçen yıla göre yüzde 22’lik bir artış), bu pay Kültür ve Turizm, İçişleri, Dışişleri gibi altı bakanlığın tekil bütçesinden fazla. Başkanlığın 107 bini kadrolu olmak üzere toplam 125,141 çalışanı var. Diğer taraftan Kültür ve Turizm, Çevre, Orman Bakanlığı gibi üç bakanlığın toplam çalışan sayısı ise sadece 32 bin.
Kısaca bu tablo “ileri demokratik” bir rejime doğru gittiğimiz savıyla çelişiyor. “Mütedeyyin” AKP’nin temsil ettiği “sivil” anlayış ve değerlerle yeniden yoğrulmakta olan bir militarizmin desteğindeki otoriter bir siyasetin yerleşmekte olduğu açıkça görülüyor.
* En çok pay ayrıldığı ileri sürülen Milli Eğitim Bakanlığı’nın yüzde 11’lik payının yüzde 82’si personele, sadece yüzde 6,6’sı yatırımlara; 103 üniversite, YÖK ve ÖSYM’nin yüzde 3,6’lık payının yüzde 63’ü personele, yüzde 21’i yatırımlara gidecektir. Toplam 313 bin personel içinde akademik personel sayısı ise Diyanet personelinin sayısından biraz fazla (164 bin), asker sayısı olan 600–650 binin çok altında.
* 2012 bütçesi gelirleri yönünden de son derece adaletsiz bir bütçe. Zira vergiler ağırlıklı olarak ÖTV ve KDV şeklinde halktan toplanacaktır. Ayrıca gelir vergisinin de üçte ikisi ücretliler tarafından ödenecek. Şöyle ki 2012’de toplamda yüzde 19’luk bir paya sahip olan gelir vergisinin yüzde 91’i stopaj, yüzde 6’sı beyanname usulü ile toplanacaktır. Stopajın yüzde 65’i ücret stopajları olduğundan gelir vergisi asıl olarak ücretlilerden alınacaktır. Nitekim sermaye geliri elde eden iki milyona yakın beyannameli mükellefin ödedikleri gelir vergisi toplam vergi gelirlerinin yüzde 1’ini ancak bulabiliyor. Ve AKP hükümetleri bu adaletsizliği gidermek için şu ana kadar hiçbir şey yapmadığı gibi, zenginlere uygulanan gelir vergisi üst dilimini yüzde 45’ten yüzde 35’e, kurumlar vergisi oranını yüzde 33’den yüzde 20’ye çekerek ve aynı zamanda emek lehine ayırma kuramına göre vergilendirmeye son vererek ve “nereden buldun” yasasını rafa kaldırarak, bu adaletsizliğin daha da artmasına neden oluyor.
MUSTAFA DURMUŞ: Doç. Dr., Gazi Üni., İİBF Maliye
Radikal