Araf suresindeki 45’nci ayette “zulüm” kavramı üç temel üzerine oturtuluyor, buradan hareketle zulüm ve zulmetmek üzerinde durmak istiyorum. İlkin ayetin değişik birkaç yazarın tercih ettiği mealine bakıp zulmün üç uygulama şeklini ve zulmetmek nasıl gerçekleştiriliyor onu görelim. “ Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve onu çarpıtmak isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkâr etmişlerdi.” (R. İhsan Eliaçık); “ Onlar ki Allah yolundan men edip onu eğriltmek isterler, ahireti de inkâr ederlerdi.” (Süleyman Ateş); “Allah’ın yolundan saptırıyor; onu eğritmeyi arzu ediyorlar. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.” (Mahmut Özdemir); “Onlar ki, insanları Allah yolundan çevirirler ve onu çapraşık, dolambaçlı göstermeye çabalarlar; üstelik onlar ahireti (de) inkâr ederler.” (Mustafa İslâmoğlu); “Ki onlar, Allah’ın yolundan men ediyorlar ve onu eğriltmekle zulmediyorlar. Ve onlar ahireti de inkâr ediyorlar” (Araf, 39: 45). Ayetteki mesaja göre zulmedici davranışlarından birincisi: “Allah yolundan menetmek”, ikincisi: “Allah’ın yolunu eğriltmek” ve üçüncüsü: “Ahireti inkâr etmek” tir.
Şimdi zulüm kelimesinin Türkçe anlamlarına bakalım, ama önce bu kelimenin değişik formlarda Türkçede kullanıldığını söyleyelim; aklıma gelen kullanımları şunlardır: zulüm, zalim, mazlum. mezalim, zulmet. Sözlük anlamına gelince de şu ifadeleri görüyoruz: Zulüm: ze-le-me/zlm; haksızlık etmek. Hak yemek. Hakkını vermemek. Haksızlık. Baskı. Despotluk. Adaletsiz davranmak. Doğru yoldan sapmaktır. Kararmak. Karartmak. Karanlık. Karanlığa girmek. Zulümden yakınmak, zulüm çekmektir. Dişin suyu, parlaklığıdır. Kar. Karaltı. Dağ. Erkek deve kuşu anlamı da taşır. Işığın yokluğu, karanlık. ‘Zulmet’ sözcüğüyle cehalet, şirk ve fasıklık da ifade edilir. Nitekim benzer bir şekilde bunların zıtları da ‘Nur’ sözcüğüyle ifade edilir. Gerçekleri görememek ya da onları saklamak anlamında ‘kör olmak’ demektir. Karanlık içinde (karın, rahim ve meşimenin içinde) olmaktır. Zulüm sözcüğü dilcilere ve âlimlerin çoğuna göre ‘bir şeyi ya eksilterek ya da artırarak veya zamanından ya da mekânından saparak kendine ait olmayan yere koymak’ demektir. Yanlış toprağı kazmak ve bu şekilde çıkarılan toprak demektir. Hakka az veya çok tecavüz etmek, haddi az veya çok aşmak demektir. Büyük veya küçük günah içinde olmaktır. Küfür, şirk ve nifak zulümdür. “Oğlum! Allah’a şirk koşma! Doğrusu şirk çok büyük bir zulümdür” (Lokman 31: 13). Şikâyet etmek. Hayıflanmak. Haksızlığa uğramak. Mağdur olmak. Adil olmayan bir muamele görmektir. Atlantik okyanusu (ezzulumat). Kötülük işlemek. Kötülük yapan. Günah işlemek. Yerinde olmayan hareketlerde bulunmaktır. Bir şeyi bulunması gereken yerden başka bir yere koymaktır; buna benzer durumlar çoğaltılabilir; söylenmemesi gereken sözü söylemek, yapılmaması gereken bir şeyi yapmak ya da söylenmesi gereken sözün söylenmemesi ve yapılması gereken bir şeyin yapılmaması, vb. Haksızlığı görmezden gelip göz yummaktır. Gerçekleri olduğu gibi söylememektir.
Yukarıda görüldüğü gibi “zulüm” kelimesinin birçok anlamı var. Ayetteki ifadelere baktığımızda en çok bir şeyi bulunması gereken yerden başka bir yere koymak ve karanlık anlamlarıı öne çıkmaktadır. Buna benzer durumlar çoğaltılabilir; söylenmemesi gereken sözü söylemek, yapılmaması gereken bir şeyi yapmak ya da söylenmesi gereken sözün söylenmemesi ve yapılması gereken bir şeyin yapılmaması gibi anlamlar ile örtüşüyor.
Yukarıda ayetteki ifadeye göre zulmün üç uygulama tarzının olduğunu söylemiştik. Şimdi onları inceleyelim:
Birincisi: “onlar, Allah’ın yolundan men ediyorlar”, oysa bu, hiçbir şekilde yapılmaması gereken bir davranıştır. Evet, insanları Allah’ın yolundan men etmek eşi benzeri olmayan çok büyük bir zulümdür. Çünkü bu davranış insan hürriyetini, hak ve özgürlüklerini yok saymaktır. Her toplumda ileri gelen kibirli egemenler vardır ve bunlar kendi çıkarlarını korumak ve keyiflerince hayat sürmek için çok çeşitli yöntemlerle insanları Allah yolundan alıkoyarlar.
İkincisi: “Allah’ın yolunu eğriltiyorlar”. Gerçekten Allah’ın yolunu eğriltmek, çok büyük bir zulümdür. Allah’ın yolunu eğriltmek, öyle kolay bir iş değildir; bunu yapacak insan çok cesur ve bilgili olmalıdır. Çünkü onun, Allah’ın Yolunu da onu eğriltmeyi de bilecek donanımda olması gerekir ki bu zulmü gerçekleştirebilsin. Bu nasıl olabilir dersek, verilecek cevaplardan birisi şu olabilir: Kur’an’daki tek ilah olan Allah yerine bambaşka bir Tanrı tasavvuru ile çeşitli şirk teorileri üreterek olabilir. Aynı şekilde Allah’ın Resulünü de Kur’an’da olduğundan farklı bir şekilde tanıtmak ve uydurulmuş hadislerle sahte bir sünnet uygulaması türetmekle olur… Gerçeklerle ilgisi olmayan bir sürü hurafe ve safsatalarla bambaşka bir peygamber icat ederler ve “işte bu sünnettir” diye insanları gerçek resul bilgisine ulaşmaktan alıkoyarak dini eğriltirler. Birinci madde ile bu maddeyi birleştirirsek şunu söyleyebiliriz: insanları Allah’ın yolundan alıkoymanın en verimli formülü uydurulmuş bir “din” üretmek ve onu tedavüle sokmaktır. Başka bir ifade ile gerçek dine ulaşmayı, sahte din ile engellemektir. Bundan daha büyük zulüm olabilir mi? Söz konusu engelleme ve dini eğriltme operasyonları genellikle egemenlerin sofrasından beslenen, geçimi ve yaşam konforları dinden olan din adamları (din sektörü elemanları) eli ile yapılır ya da onların marifetiyle yürütülür.
Üçüncüsü: “Ve onlar ahireti de inkâr ediyorlar”. Bilindiği gibi Müslümanlıkta Tevhid, Nübüvvet ve Ahiret inancı dinin temelidir. Allah’ın Yolundan men edenler ve Allah’ın Yolunu eğriltenlerin ahrete inanmaları diye bir şey olamaz. Yani ahrete inanmaları gerekirken, inanmıyorlar, bu tutumlarıyla çok büyük bir zulüm işlemiş oluyorlar. Bir kişinin cennetle ödüllendirilmesinin şartlarından birisidir ahrete inanmak; Bakara, 2: 62 ve başka birçok ayet bunu haykırmaktadır.
Burada üç madde üzerinden yaptığımız yorumlarda söz konusu olan ve “onlar” diye ifade edilen kişiler saldırgan, acımasız zalim kâfirlerdir. Onlar dünya hayatlarında insanlara zulmediyorlar. Kendilerine göre zayıf durumda olanları zorla ve yanıltarak Allah’ın dininden uzak tutmaya çalışıyorlar. Bu hareketleri ile emellerine ulaştıklarını sanıyorlar, oysa büyük bir kayıp içindeler; bu dünyada yani şimdi mutlu değiller; ihtiras ve şehvetli arzuları onları içten içe yiyip bitirmekte, ahirette yani sonralarında da dehşetli azaplara uğratılacaklardır. “Yaşasın zalimler için cehennem!”
Kendileri sürekli zulüm işlemekte olan müşrik müstekbirler, Resulullah’ı (s) da kendi zulümlerine ortak etmeye çalışıyorlar. Kur’an-ı Kerim’de bunun örnekleri çok, ancak burada Araf suresindeki 53’ncü ayeti örnek vermek istiyorum. Ayetteki “İlle onun teviline mi bakıyorlar? O’nun tevili geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar derler ki: “Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş” ifadesindeki “tevil” iki şekilde anlaşılabilir, buna iki mesajı birden taşıyor da diyebiliriz. “Tevil” kelimesinin, konu bağlamında “evvel” ve “yorum/tefsir” anlamlarında kullanıldığını söyleyebiliriz. Mekkeli müşrik müstekbir inkârcılar buradaki ifadeleriyle şunu demek istiyorlar: “Bize önceki Resullere gönderilenlerden, yani evvelkilerden getirseydin ya da sana indirileni yorumlayıp bize öyle getirseydin”. Aslında gelen vahyin gerçekliğini, anlamını ve önemini kavrıyorlar, ama inanmak istemedikleri için bahaneler ileri sürüp zulüm yapmak istiyorlar. Nitekim unuttukları ya da unutmuş gibi yaptıkları, önceki vahiyler ile Hz. Muhammed’e (s) indirilen vahyin açıklamalarının aynı temel meseleleri içerdiğini anlıyorlar. Diğer bir ifade ile biliyorlar ama bilmezlikten geliyorlar. Bunu da ayetin devamındaki kendi sözleri olan şu ifadede görüyoruz: “Doğrusu Rabbimizin elçileri gerçeği getirmiş.” En azından içlerinden bazıları, unuttuklarını söylediklerinde, Resulullah’ın(s) onlara önceki ve kendisine inen vahiyden söz etmesi karşısında bunu itiraf ediyorlar.
Müşrik müstekbir kâfirler, 45’nci ayette belirtilen üç zulmü birden işliyorlar, yani üçü bir arada zalimlik, matematik dili ile söylersek, suçun küpünü alıyorlar. Bu davranışları ile üç kat daha cezayı hak ediyorlar. İnsan bunları düşününce; “Ne gereği var? Hepimiz faniyiz, bugün varız yarın yoğuz! Adalet, özgürlük, paylaşım, esenlik, güvenlik ve mutluluk içinde, yani yeryüzü cennetinde yaşayabilmek mümkün iken; neden bu savaşlar, sürgünler, ötekileştirmeler, öldürmeler, çalmalar, yalancılıklar! Şu dünyada “Vikliks ve Panama belgeleri” karşısında titreyen, görevinden ayrılan, yüzünü kapatıp insanlardan kaçan ve zor durumlara düşen muhtemel suçluların haline bakıp Gerçek Hesap Gününü hatırlayabilmek, o kadar zor mu? Ey insanlık âlemi, Kur’an’ın barış ve esenlik yolu olarak ilan ettiği gerçek Din’e; ne zaman kulak verip ona; şimdi ve sonraki cennete döneceksin? Binlerce, on binlerce belki milyonlarca kişi evinden, barkından uzaklaşıp / uzaklaştırılıp dünyanın orasında burasında “vebnissebil(Tevbe, 9: 60; Enfal, 8: 41; Haşr, 59: 7) / yol, sokak çocuğu: /köprü altı; çadır çocukları durumundaki yolara düşmüş, aç ve açıkta kalmış insanların acıları yerde mi kalacak? Daha büyük helaki zalimler tatmayacak mı zannediliyor? Söylenecek daha çok şey var! …