Bugün size öngörüleriyle, ülke meselelerindeki tutumlarıyla her zaman en doğru, en isabetli yorumu yapan kimi yazar, gazeteci akademisyen ve kamuoyu araştırmacılarından bahsedeceğim.
Köşe yazılarıyla, TV konuşmalarıyla toplumu uyaran ve insanların meseleler karşısında en doğru tavrı almasını sağlayan, bir anlamda topluma ışık tutan, pusula görevi gören bu insanları anmamak, haklarını teslim etmemek onlara haksızlık olur.
Son 20 yıldır neredeyse her konuda en isabetli yorum onlardan gelmiş.
Son 20 yıldaki bütün öngörüleri neredeyse birer birer gerçekleşmiş.
Son 20 yılda köşe yazıları, TV konuşmaları topluma adeta ışık saçmış.
Tek bir konuda yanılmamış, tek bir öngörüleri boş çıkmamış, bütün yorumlarında isabet kaydetmiş, entelektüel ahlakın hakkını sonuna kadar vermiş bu insanlara ülke olarak duyduğumuz minnet duygusunu kendi adıma ifade etme zorunluluğu hissettim.
Böyle hissettim çünkü bu kimseler isabetli yorumlarıyla, öngörüleriyle, siyasi analizleriyle ülkemizin bu günlere gelmesine büyük katkı verdi.
Bu başarılarının görmezden gelinmesine, haklarının teslim edilmemesine vicdanım el vermiyor.
Bunların kim olduğunu esasında hepiniz az çok tahmin edebiliyorsunuz.
Ama yine de daha iyi tanımanız için son 20 yılda yaşanan olayları ve bu olaylara karşı tavırlarını anlatarak onların kim olduğunun anlaşılmasına kendimce mütevazı bir katkıda bulunmak istiyorum.
Mesela AK Parti kurulduğunda “Bir dakika AK Parti vadettiği demokrasi hedefini gerçekleştirebilir mi, zihinsel kapasitesi buna imkân verir mi” endişesi gütmeden, yani en küçük bir temkin belirtisi göstermeden AK Parti’nin yanında yer aldılar.
AK Parti’nin doğru politikalarını destekleyip yanlışlarını dile getirmek yerine böyle küçük yanlışlara takılmayıp gözü kara bir AK Parti taraftarlığına soyundular.
Cumhurbaşkanının, başbakanın uçağına binmek gazetecilik ve yazarlığın en temel kurallarından biriydi.
Bu arkadaşlar da mesleki sorumluluk gereği olup biteni topluma daha iyi anlatabilmek amacıyla o uçaklarda olmak için yoğun çaba sarf etti.
Her ne yaptılar, her ne fedakarlıkta bulundularsa emin olun ki ülkemiz için yaptılar.
Ardından ülke gündemine ABD’nin Irak’ı işgal edeceği 1 Mart tezkeresi geldi.
O dönemde yapılan anketlere göre toplumun neredeyse yüzde 90’ı ülkemizin bu işgale ortak olmasına karşıyken bu arkadaşlar toplumu karşılarına alma pahasına ABD’nin Irak’ı işgalini destekledi.
Bütün yazı ve konuşmalarında bu işgalin zorunluluğuna ve Türkiye’nin niçin işgalin bir parçacı olması gerektiğine toplumu ikna etmeye çalıştılar.
Çünkü toplum bu meseleleri anlamıyor, ABD’nin Irak’ı özgürleştireceğini göremiyor, ülkemizin de bu işgale ortak olarak elde edeceği yararı fark edemiyordu.
Bu arkadaşlar entelektüel sorumluluk gereği toplumu bu işgale ikna etmeye çalıştı.
ABD’nin Irak’ı işgaline o kadar sevinmişlerdi ki içlerinden kimileri bu sevinci yerinde yaşamak için “Şimdi Bağdat’ta olmak vardı” diye yazmıştı.
Sonuçta ABD Irak’ı işgal etti, ülkeyi Saddam’dan kurtardı ve Irak’ı demokrasinin tıkır tıkır işlediği cennet gibi bir ülkeye dönüştürdü.
Bu işgale karşı çıkan toplumun yüzde 90’lık kesimi yanılmış, buna karşılık yazar, gazeteci, akademisyen sıfatı taşıyan bu arkadaşlar yorumlarında ve öngörülerinde haklı çıkmıştı.
Ardından Fethullah Gülen Cemaati meselesi başladı.
Kimileri bu cemaatin gizli hesapları olduğunu yazıyor, devleti ele geçirmek gibi planları olduğunu anlatıyordu.
Bu arkadaşlar büyük bir ferasetle bu yaklaşımlara da prim vermedi.
Yazılarında, konuşmalarında Gülen Cemaati’nin ne kadar barışçı olduğunu anlatıyor, bu cemaatin Türkiye için bir şans olduğuna vurgu yapıyorlardı.
Toplumun bir kısmı buradaki tehlikeyi fark edip duruma itiraz ediyordu ama ülkemizin kimi aydınından, yazarından, akademisyeninden daha iyi bilecek değillerdi ya.
Çünkü neyin doğru, neyin yanlış olduğunu sadece onlar bilirdi.
Bütün bu itirazlara, uyarılara, baskılara rağmen sırf ülkemizin iyiliği için Gülen Cemaati’ne prim vermekten, cemaatin bir vakfının organize ettiği demokrasi toplantılarına katılmaktan asla vazgeçmediler.
Nihayetinde, Gülen Cemaati yetişmiş elemanlarıyla ülkemize çağ atlatmış, ülkeye demokrasi getirmiş, toplum ile devletin barışmasını sağlamış, bir sivil toplum örgütü olarak büyük işler başarmıştı.
Bu konuda da cemaate karşı çıkanlar yanılmış, yine bu arkadaşlar haklı çıkmıştı.
Ardından Ergenekon-Balyoz davaları başladı.
Bu arkadaşlar her meselede olduğu gibi bu sefer de doğru tarafta yer aldı.
Çünkü esas olan ülkemizin askeri vesayetten kurtulmasıydı.
Uydurulan deliller, kurulan kumpaslar, yapılan haksızlıklar vardı ama bunlar çok da önemli değildi.
“Buradaki asıl amaç vesayeti bitirmek değil” uyarıları yapılıyordu ama entelektüel olmak bu tür itirazlara kulak asmamayı gerektiriyordu.
Öyle de yaptılar.
Onca kumpası, onca sahte delili, kurunun yanında yaşı da yakan yaklaşımları zerre kadar umursamayıp ülkemizin askeri vesayetten kurtulmasına bu kararlı duruşlarıyla büyük katkı verdiler.
“Bu davaların başka amacı var” diyenler haksız çıkmış, bu arkadaşların dediği gibi ülke askeri vesayetten kurtulmuştu.
Ülke askeri vesayetten kurtulmuş, tek adam vesayetine geçmişti ama bu kadar küçük bir sorun bu arkadaşları haksız yapmaya yetmezdi.
Ardından Suriye savaşı başladı.
Bu arkadaşlar görev sorumluluğu gereği bu sefer de toplumu Suriye savaşına ikna etmeye çalıştı.
Suriye savaşı toplumu tedirgin ediyor, toplum, Suriye’nin yaşayacağı bir yıkımın ülkemize vereceği zararın endişesini taşıyordu.
Her zaman doğru yerde durmuş, en doğru analizleri yapmış bu arkadaşlar neredeyse her yazı ve konuşmalarında Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini savundu.
Bu meselede, iktidara yakın yazarlara kimi muhalif yazarlar da katıldı.
Topluma, medeni dünyanın bir parçası olup Suriye savaşına ortak olmanın doğru olduğunu anlattılar.
Tayyip Erdoğan Suriye savaşına dahil olma konusunda tereddüt gösterdiğinde ‘böyle davranmanın büyük liderliğe yakışmayacağını‘ söyleyip Türkiye’nin bir an önce Suriye’ye müdahale etmesini savundular.
Sonuçta Türkiye Suriye’ye müdahale etmiş, Suriye’yi bir diktatörden kurtarmış, bölgeye barış getirmişti.
Artık milyonlarca Suriyeli kendi ülkelerinde barış içinde yaşayabilirdi.
“Ülkemiz zarar görür” diyerek bu savaşa karşı çıkanlar yanılmış, her zamanki gibi yine haklı çıkan bu arkadaşlar olmuştu.
Ardından Gezi süreci başladı.
Bu arkadaşlar orada da her zamanki gibi en doğru tavrı göstermiş, iktidarın yanında yer almıştı.
Bu arkadaşların ülkemize karşı sorumluluk bilinci o kadar yüksekti ki içlerinden kimileri Kabataş yalanına da ortak olmuştu.
Ortak olmaktan da öte kimileri “Evet Kabataş’ta bir kadına saldıranları gözlerimle gördüm” diyerek ülkemizin iyiliği için kendisini iktidara siper etmişti.
Çünkü entelektüel ahlak bunu gerektiriyordu.
Derken ülkemizi tek adam rejimine götürecek rejim değişikliği tartışmaları başladı.
Bu arkadaşlardan bazıları yazılarında ve konuşmalarında bu değişikliğin ülkemiz için ne kadar önemli olduğunu anlatıp toplumu bu değişikliğe ikna etmeye çabalıyordu.
Sonunda rejim değişikliğiyle ülkede bütün yetkiler tek bir kişide toplanmış ve nihayetinde çözülemeyen sorunlar çözülmüş, Türkiye cennet gibi bir ülkeye dönüşmüştü.
Burada da rejim değişikliğinin ülkeyi yıkıma sürükleyeceğini söyleyenler yanılmış, bu arkadaşlar her konuda olduğu gibi bu meselede de haklı çıkmıştı.
Evet size böyle bir yazı yazmayı çok isterdim.
Kimi yazar, gazeteci, aydın ve akademisyenlerin yorum, öngörü ve tavırlarıyla ülkemize sunduğu katkıların gururunu sizinle paylaşmak isterdim.
Ama ne yazık ki böyle olmadı.
Şaka bir yana utanç verici bir tabloyla karşı karşıyayız.
Kimi yazar, gazeteci, aydın ve akademisyenlerin, bu sıfatları gereği gazetelerde köşe yazıp TV’lerde konuşma yapanların, güya topluma fener işlevi görecek konumda bulunanların derin bir sefaletiyle karşı karşıyayız.
AK Parti konusunda yanıldılar. Irak işgali konusunda yanıldılar. Gülen Cemaati’nin tehlikesini göremeyip bu konuda yanıldılar.
Suriye konusunda yanıldılar.
Barış sürecinde yanıldılar.
Rejim değişikliği meselesinde yanıldılar.
Kimileri bu süreçte iktidar muhalifi oldu ama farklı konularda yanılmaya devam etti.
Bunlara katılan kimi muhalif yazarlarla berber bu sefer de 2015 seçim tahmininde yanıldılar, 2018 seçim tahmin ve öngörülerinde yanıldılar.
Buna rağmen hâlâ yazıp konuşmaktan, tahminde bulunmaktan, öngörüler paylaşmaktan imtina etmiyorlar.
Yukarıda yazdığım yanılgıları yaşayanlar bu ülkede hala gazeteci, aydın, akademisyen ve kamuoyu araştırmacısı muamelesi görüyor.
İktidar muhalifi oldukları için ekranlarda yer buluyorlar; yorumlarına başvuruluyor, öngörüleri merak ediliyor.
Yanılgılarıyla ülkenin felaketine neden olmuşlar ama şimdilerde muhalif siyasetçilere akıl veriyor, topluma da nasıl davranması gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyorlar.
Toplumdan utanmadıkları gibi kendilerinden de utanmıyorlar.
“Bu kadar yanıldım, yanılgılarımla ülkeyi felakete sürükledim. Ne öngörülerim tuttu ne de yorumlarım isabet etti, bari bir süre susup kenara çekileyim” de demiyorlar.
Ortalama vatandaşın gördüğünü yıllarca göremedikleri halde büyük bir pişkinlik ve utanmazlıkla insanlara akıl vermek için yazı yazıp TV’lere çıkıyorlar.
Bütün bu yaşananlara rağmen akıl verme cüretini gösteriyorlar çünkü Murathan Mungan’ın da dediği gibi “Bu ülkede her şey olabilirsin ama asla rezil olamazsın.”
Yanılgılarıyla, öngörüsüzlükleriyle, kişisel çıkara dayalı tavır alma alışkanlıklarıyla hem AK Parti iktidarını felakete sürüklediler hem de ülkemizi.
Şimdi aynı kötülüğü muhalefete ve muhalif kamuoyuna dönük yapıyorlar.
Geçmişte birçok önemli konuda yanılmış kimi muhalif veyahut sonradan muhalif olmuş kimi yazarlar, gazeteciler bu yanılgılarından zerre kadar utanmıyor.
2023 seçimleri için öngörüde bulunup bu tahminleri ışığında toplumu ve muhalefeti yönlendirmeye çalışıyorlar.
Kimse de “15 yıldır ülkenin en önemli meselelerinde hep yanılmışsın, hangi hakla bize akıl vermeye kalkıyorsun, bu cüreti nereden buluyorsun?” sorusunu sormuyor.
Kimi muhalif siyasetçiler tarafından el üstünde tutuluyor, aydın, yazar muamelesi görüyorlar. Dahası yıllardır olup biteni görerek feveran eden muhalif kamuoyuna “Bu insanların gördüklerini ben göremedim” demeden akıl veriyorlar.
Kimseyi hatasından dolayı yakalım, yıkalım, yok edelim diyenlerden değilim.
Ama yazarlığın, gazeteciliğin, akademisyenliğin, aydın olmanın da bir namusu var/olmalı.
Bu namusu, bu ahlaki yeterliliği de görmezden gelmeyelim.
Bunca yanılgıya rağmen susup kenara çekilmemek, olayların gidişatını fark etmede kendilerinden daha basiretli davranmış toplum kesimine akıl vermeye kalkışmak pişkinlik, utanmazlık değil de nedir?
Yazar, gazeteci, aydın olmadan önce utanma duygusuna ve entelektüel ahlaka sahip olmak gerekiyor.
Haksız mıyım?