Fırat Turgut, Avcılar Belediyesinde sendikalaştıkları için işten atılan işçilerden Ali Polat’la direniş ve hayatla ilgili sohbet etti.
Fırat TURGUT
İstanbul
Sendikalaştıkları için işten atılan işçilerin direniş çadırında, direnişi yakından takip eden Eren’den bilgi alırken yanımıza geliyor Ali Polat. Oturmak üzere 2 metre ötedeki tabureyi alırken “Biraz da gençlerle oturayım. Ben gençlerin sohbetini çok seviyorum” diyor. Biz onun, “Eee, ne var ne yok gençler” sorusuna karşılık verirken o elini gömleğinin cebine atıyor. Son yıllarda sayıları giderek artan tütüncülerin birinden daha ucuz diye aldığı, şeffaf bir poşetin içine konulmuş sigaralardan birini alıyor. Yaktığı sigarasından bir nefes çektikten sonra “1 ayı aştı direnişimiz” diyor: “Bakalım ne olacak?” Karşılıklı soru ve cevaplarımız sürerken Ali Polat, işten atıldığı Avcılar Belediyesinde 10 ay çalıştığını söylüyor. “Ya daha öncesi” diye sorduğumuzda ise çobanlıktan gemiciliğe, ayakkabı boyacılığına kadar birçok işte çalışan Polat’ın hikayesi çıkıyor ortaya.
İLK İŞBAŞI 9 YAŞINDA
Henüz 9-10 yaşlarında, ilkokul 3’e giderken Amasya’nın Karsan köyünde yaz tatillerinde hayvan yavrularını otlattığını anlatıyor. İlkokul bitene kadar yaz ayları, ‘geçim sıkıntısı yaşayan ailesine katkı’ anlamı taşıyor onun için. İlkokul bittikten sonra da okula devam etmek istiyor ama babasının kendisini okula göndermemesine dair anısını şöyle anlatıyor: “Hiç unutmuyorum. Dağda iki arkadaş çobanlık yapıyorduk. Arkadaşımın babası onu ortaokula zorla götürdü ve arkadaşım gitmemek için ağladı. Ben de babamın beni ortaokula göndermesi için saatlerce ağladım, ama göndermedi. Maddi imkansızlık da vardı. Rahmetli babamda bilgisizlik de vardı. En azından yatılı sınavlar vardı. Bunu da bilmediği için yönlendiremedi beni.”
HAMALLIK, BOYACILIK, BULAŞIKÇILIK…
Ali Polat’ın çobanlık yapması Amasya’nın çeşitli köylerinde devam ediyor. Ta ki İstanbul’a geldikleri 17 yaşına kadar. “Babamın herhangi bir mesleği yoktu. Pazarlarda eşya, kömür taşırdı. Yani hamallık yapardı. Orada geçinemiyorduk. İstanbul’daki şartlar daha iyiydi” diyor. Babasıyla köydeki okuyup okumama tartışması, İstanbul’da istediği işi yapıp yapmama şeklinde devam ediyor: “Ben oto tamircisine girmek istedim. Tamirci çırağının aldığı para azdı. Biz de maddi sıkıntı yaşıyorduk. Olmadı.”
Sonrasında babasıyla birlikte hamallık yapmaya başlıyor. Hamallığı ayakkabı boyacılığı, lokantalarda bulaşıkçılık takip ediyor. Askerlik çağına kadar böyle geçici işler yer ediniyor hayatında.
GEMİCİLİK VE İLTİCA HAYALİ
Askerden sonra ise yeni bir mesleğe atılıyor: Gemicilik. Onun hikayesini de şöyle anlatıyor: “Askerlik yaparken Trabzonlu bir arkadaşla tanıştım. Gemicilik yaptığını öğrendim. İşin nasıl olduğunu sordum. Anlattı, ikna oldum. ‘Tamam askerliği bitirince ben de yapacağım, yardımcı olur musun?’ dedim. ‘Olurum’ deyince askerlik bittiğinde Trabzon’a gidip gemiciliğe başladım. Tankerde başladım. Petrol nakli yapıyorduk.”
“Bu işe başlarken de benim başka bir idealim vardı” diyor Ali Polat. Avustralya ya da Kanada’ya iltica etmek. Aklından geçen ise ‘vukuatsız geçirilen 5 sene ve ardından oturma izni koparabilmek.’ Polat’ın aklına bu fikri düşüren ise Türkiye’deki yaşam koşulları. Çobanlık, ayakkabı boyacılığı, bulaşıkçılık, hamallık ve gemicilik… Hangi işi yaparsa yapsın yine maddi sıkıntı, yine kötü yaşam koşulları. “Türkiye’de şartlar çok zor. Hani sınıf çatışması var diyorlar ya. Bunu birçok insan bilmiyor” diyor ve ‘iltica etme gerekliliğini’, gün geçtikçe kemerine bir delik daha açan işçiyle, büyümüş midesinden ötürü pantolonunun düğmesi fırlayan patron arasındaki ilişkiyi ve çelişkiyi anlatarak destekliyor: “Bir insanın yaşaması için vücudunda 1 kilo kana ihtiyaç varsa patron 800 gramını alıyor bizden. 200 gramla yaşamaya çalışıyoruz. Patron seni köle, kendisini sahibin olarak görür. Hayat böyle benim için. Şimdi böyle bir ülkede nasıl yaşamayı istersin?”
Gemicilik yaptığı yıllarda Avrupa’nın birçok ülkesine gittiğini anlatıyor. “Hatta Avrupa’ya iltica etmeyi düşündüm” diyor ama iltica fikrinden vazgeçiyor. Kendisini vazgeçiren olayı şöyle anlatıyor: “Avrupa’da bir markete girip bir kola bir ekmeğin fiyatını sordum. Türkiye’dekinin 8 katıydı. Evet hayat şartları dolayısıyla insanların gelir düzeyleri de yüksekti ama buradan çok da farklı değildi. Bir tanıdığım, akrabam da yoktu ve o riski göze alamadım.” 3 senesini geçiriyor denizlerde. 3 senenin ardından çalıştığı geminin en son uğradığı yer Hindistan oluyor. Bu süreç içerisinde patronun kârı azalınca gemi Hindistan’da satılıyor. Oradan uçakla Türkiye’ye yollanan Ali Polat’ın gemicilik hayatı böylece bitiyor.
10 AYDIR BELEDİYEDEYDİ
Yaş geliyor 28’e. Evliliğin, çoluk çocuk sahibi olmanın vakti geldi de geçiyor bile. Zira “Geç evlendim” diyor kendisi.
O sırada Esenyurt’ta bir inşaat demir deposunda çalışıyor. “O zaman işlerim iyi sayılırdı” diyor. Hatta borçla da olsa bir bina diktiğini anlatıyor. Ancak borcunu ödeyemeden çalıştığı firma batıyor. Kısa dönemler halinde 2-3 iş değiştiren Ali Polat’ın yolu sonunda Avcılar Belediyesine düşüyor. “Ama burada da sendikalaşınca bizi işten çıkardılar ve şu an buradayız, direniyoruz, direnmeye de devam edeceğiz. Ha, tekrar işe dönebilecek miyiz bilmiyorum. Dönemezsek, ne iş yapacağım konusunda şu an bir fikrim yok. Ama direniş boyunca hiç tanımadığım insanlarla dostluk kurdum. İnancı, mezhebi, ırkı ne olursa olsun bir araya gelebiliyorsun. Siyaseten hangi görüşte olursa olsun beraber olabiliyorsun” diyor.
‘ÇOCUKLARIMIN GELECEĞİ İÇİN BURADAYIM’
4 çocuğu var Ali Polat’ın. 3’ü okuyor, biri henüz 7 aylık. “Eşim çocuğumuza baktığı için çalışmıyor” diyor. Tek maaşla bile değil, hiçbir ücret almadan geçindirmeye çalışıyor ailesini. Nasıl geçindiklerini şu sözlerle anlatıyor: “Borçla bina yapmıştım. Zamanında sıkıştığım için binayı satmak zorunda kaldım. Sattığım evimde kiracı olarak oturuyorum şimdi. Bu 3. ay olacak kirayı veremedim. Telefon açıp durumu anlattım. Direnişte olduğumuzu söyledim. ‘Tamam Ali bey canın sağolsun, yapacak bir şey yok’ dedi ev sahibi. Şu an 2’şer tane faturam duruyor zaten. Çıktığım işyerinde geçen aya ait 15 günlük alacağımız vardı. Onu aldım. Sendika da bir miktar maddi yardımda bulundu. Geçen ayı bu şekilde atlattık. Bu ay ne olacak bilmiyorum.”
Hadi kira, fatura birikiyor. Ya çocuklar? “Benim çocuklarımın 3’ü de okula gidiyor” diyor Ali Polat: “Hepsine harçlık vermek zorundayım. Çalıştığım zaman yapıyordum. Şu an çalışmıyorum. Liseye giden büyük kızıma harçlık vermek zorundayım. Okula gidiyor. Dışarı çıkamıyor. Okulda yeyip içmek zorunda. Ama diğer çocuklarıma harçlık veremiyorum. Evde peynir zeytin var. Ekmeğin arasına koyuyorum. Çeşmeden su da doldurup, ‘Çocuğum bununla idare edeceksin’ diyorum. Benden bir şey talep ettiklerinde, onlara durumu anlatıyorum. Onlar da durumun farkına varıyorlar” Sadece ilkokul 3’ giden çocuğu ‘huysuzluk’ yapıyormuş: “Çocuğum ‘Arkadaşımda var bana da al’ deyip bir şey istiyor. Alamıyorum. Ona anlatınca durumu kabullenmek istemiyor. Yaşı küçük, çocuk nihayetinde. Zaten ben de onların geleceği için buradayım.”
KİRALIK İŞÇİLİĞE KARŞI ZAYIF KALINDI
İşten atılan işçiler 1 ayı aşkındır direnişte. İşe geri dönerler mi bilinmez. Peki dönmedikleri durumda ne olacak? Malum, kiralık işçilik yasası da yürürlüğe girdi. “Bilmiyorum” diyerek söze başlıyor Ali Polat: “Ama özel istihdam bürolarıyla yasaya Türkiye’deki sendikalar karşı çıkması gerekiyor. Yeterince karşı çıkmadılar. 3 konfederasyonun da bu yasaya karşı bir araya gelmesi lazım. Sendika merkezlerine çağrı yapıyorum. Şimdi de geç değil. Sokağa çık, genel grev ilan et. Fransa’yı görüyoruz, işçiler sokaklarda.”
SİSTEM ZENGİNİN SİSTEMİ
Kendisinin CHP’ye oy verdiğini söylüyor. Sadece ilk döneminde AKP’den yana tavır aldığını aktarıyor. O da CHP’ye olan siteminden dolayı. Sonra yine CHP’ye oy vermeye devam ediyor. En çok da oy verdiği partiye bağlı belediyenin kendilerini kapı önüne koymasına kızıyor: “Genel başkandan yöneticilerine kadar ‘Taşeronu kaldıracağız’ demelerine rağmen gördük işte. Sen bunu çıkıp meydanlarda söylüyorsun. Ama kendi yerel yönetimlerinde bunu yapmıyorsun. Ama burada Ak Parti de olsa, CHP MHP de olsa aynı. Sistem zenginlerin sistemi. Paranın gücünün sistemi. Dürüst çalışan, hırsızlık yapmayan, çalmayan-çırpmayan hep yerinde sayıyor. Ama çalan çırpan, yalan söyleyenler almış başını gidiyor.”