Her kalkışmada ve her iktidar kapışmasında hedefe gazeteciler konulur.
15 Temmuz darbe kalkışmasından hemen sonra Nazlı Ilıcak, Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne, Mustafa Ünal, Nuriye Akman, Ahmet Turan Alkan, Şahin Alpay, Hanım Büşra Erdal ve onlarca gazeteci tutuklandı.
Bu gazeteciler ne yaptı da tutuklandılar?
Yazdılar ve konuştular.
Nerede?
Cemaatin yayın organı Zaman Gazetesinde… Ne zaman?
15 Temmuz darbe kalkışmasından önce. Aynı gazetede Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’da yazdı. Belki de orada yazmasa bugün Erdoğan’ın basın sözcüsü olmazdı. Kalın Beştepe koridorlarında gazerken Zaman Gazetesindeki çalışma arkadaşları cezaevi koridorlarında volta atıyorlar.
Örneğin biri çıkıp ’15 Temmuz darbe kalkışmasının arkasında ve içinde Fetullah Gülen Cemaati yoktur. Gülen Cemaati terörist bir örgüt değildir’ demedi.
Diyebilir de…
Demokrasilerde bunu söyledi diye kimse gözaltına alınamaz ve yargılanamaz. Başka bir gazeteci, siyasetci yada aydın bu kişiyi kınayabilir veya eleştirebilir.
Bu kadar!
Ilıcak, Akman ve Bulaç’ın evine polis gitti ellerine kelepçe vurdu.
Ne tanka bindiler ne de silah kuşandılar!
Hiçbiri darbe kalkışmasının arkasında durmadı.
Nazlı Ilıcak özeleştiri yaptı!
Buna rağmen hapse atıldı.
Onlarca gazeteci hapse atılırken Türkiye’deki merkez medya’nın kaçı bunu manşetine taşıdı?
Teki bile bunu yapmadı.
Sayfalarında görür gibi yaptılar o kadar. Hükümet gazeteleri ise elinde kaleminden başka birşeyi olmayan gazetecileri darbeci ilan etti.
Adeta hakim ve savcı cübbesi giydiler.
Bu durum karşısında benim yüzüm kızardı, ya sizin?
Bir gazetecinin yazdıkları nedeniyle hapse atılması zulümdür.
Yapmayın!
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha yakın bir tarihte Gülen’e övgüler diziyordu. Ona şiirler okuyordu. Yardım ediyordu.
Nitekim bunu kendisi de itiraf etti.
Özeleştiri yaptı.
Cumhurbaşkanı daha yakın bir tarihte “ne istedilerde vermedik?” deyip 17-25 Aralık operasyonu yapan Gülen Cemaatine sitem ediyordu.
‘Ne istediler de verecek’ kudreti olmayan gazeteciler terörist ilan edilip ellerinde kelepçe vurulup vatan haini ilan edilirken ‘ne istedilerde veren’ muktedirler demokrasi kahramanı öyle mi?
Zaman gazetesini hiç sevmedim ve hayatımda tek bir tanesine para vermedim.
Tekini odama koymadım. Ancak hükümetin katlarında olanların odalarından eksilmezdi.
Her sabah ilk ona göz atarlardı.
Zaman gazetesine ve Gülen Cemaatinin medyasına tek bir kere röportaj vermedim.
Gelip isteseler röportaj verir miydim?
Muhtemelen evet.
Ancak bu gerçekleşmedi çünkü ne ben onları sevdim nede onlar beni!
O nedenle benim kapımı çalmadılar, ben kapılarına gitmedim.
Ancak bu böyledir diye bugün maruz kaldıkları hak ihlalini onaylamam mümkün değil.
Hanım Büşra Erdal ellerinde kelepçeyle cezaevine götürülürken meslektaşlarına şöyle seslendi: “Sadece gazeteciyiz, attığımız tveetlerden dolayı tutuklandık.”
Meslektaşları sesini duymazdan geldiler. Bu sesi duymazdan gelmek gazetecinin gazeteciye zulmüdür.
Türkiye’de özgür basın dışındaki medya iktidarın kürsüsü gibi çalışıyor.
İktidar kürsücülüğü terk edilmedikçe Türkiye’de gazetecilik yapılamaz. Dün Kürt ve sosyalist gazeteciler hapse atılıyordu bugün Gülenci gazete çalışanları… Dün Kürt ve sosyalist gazeteciler hapse atılırken Gülen gazeteleri bırakın gazetecilerin yanında durmayı tutuklamaların arkasında duruyorlardı.
Onlar o gün onu yapmadıkları için bugün kendileri de zulme uğruyorlar.
Peki ya yarın?
Eğer bugünün gazetecileri suskunluk ve çarpıtmayı devam ettirseler yarın onlarda benzer bir nuameleye maruz kalacaklar.
Bu zulme karşı durmak ve gazeteciliğe sahip çıkmak gerekiyor.