Yalan, Yalancı, Yalanlayıcı aynı kökten olan bu üç kelime farklı anlamlar taşır. Kur’an’da bu kelimelerin kökü “kzb”dir. Arapça kuralları içinde az önce Türkçelerinde de gördüğümüz gibi değişik formlarda değişik anlamlara gelir ve Kur’an’da yüzlerce yerde geçer. Türkçeye geçip yerleşen kâzib, tekzip, kezzap gibi kullanımları vardır. Yalandan yalancı, yalanlamaktan da yalanlayıcı çıkar. Biz ikincisi üzerinde duracağız. Kur’an’da “yalan sayan ve yalanlayıcı(mukezzibin)” sözü, “inkâr etme” ile yakın bir anlama gelir. Bu anlamda sözün kendisi de üzerinde bulunduğu kişi da çok tehlikelidir. O durumda olmak ve bunu sürdürmek, büyük bir zulümdür; hem kendine hem başkalarına! Yalanlayıcı ve zalim; ne kadar uyumlular! Değil mi? Birincisi, var olan bir şeyi yok sayıyor, ikincisi her şeyi bulunması gereken yer ve konumun dışında bir yer ve konumda bulunduruyor. Aslında bu tutum ve davranışların ikisi de çok zor yerine getirilebilen eylemler olmalı. Doğruyu olduğu gibi söylemek ve bir şeyi yerinde ve olması gereken konumunda bulundurmak kolaydır. Yalanlamak ve zalimlik özel, fazladan bir çaba gerektirir.
Gündelik yaşamın bireysel ve toplumsal akışı içinde çeşitli şekillerde ortaya çıkan yalan ve yalancılık, Allah-İnsan ilişkisinde itikat, tevhid, nübüvvet ve ahiret inancı ile ahlak konuları bağlamında meydana geldiğinde yalanlama ve yalanlayıcılık boyutuna geçer. Ve artık burada sayılan temel konularda yalanlama içinde bulunanlar “yalanlayıcılar” topluluğunu oluştururlar. Yalanlayıcılar! İnsanlık tarihinin her döneminde bolca bulunurlar ve birbirlerine çok benzerler. Yalanlayıcılık velayeti, veraseti ve vesayeti korkunç bir mekanizmadır. En belirgin yanlarından birisi, çok hızlı yayılma özelliğinin bulunmasıdır. Çevremize orta derecede bir dikkatle baktığımızda, mekanizmanın çok yüksek derecede işlediğini görebiliriz. Öyle bir hızla ve artan ivme ile işler ki, insan onu gözlemlemekte naçar kalır. Beş gün önce oturup saatlerce bir şey üzerinde mutabık bir şekilde konuşup plânlar kuran birilerini, beş gün sonra başkalarını hayretlere düşüren bir karşıtlık ve yalanlama içinde görmek mümkün olur. Bu derecede karşıtlık, ancak ortak değerleri karşılıklı yalanlama ile gerçekleşebilir. Bu sahnede acaba gerçekte yalanlanan nedir? Birileri karşılıklı “Allahu Ekber” deyip canını alarak öldürüyor, bir başkaları da Allah’a yakarış ile karşılıklı olarak canları tende bırakıp kişilikleri, itibarları ve varlık nedenlerini öldürüyor. Şimdi gene soruyorum: Bu sahnede acaba gerçekte yalanlanan nedir?
Muhammed el Cabiri’nin şöyle bir sözü var: “Hz. Muhammed’i inkâr eden ve Kur’an’ı alaya alan inkârcılar, aslında geçmişte peygamberi yalanlayanlardan farksızdırlar.” Bilindiği gibi bu konuda Kur’an’da birçok ayet bulunmaktadır. Bu bağlamda Kaf Suresinde hatırlatılan önceki yalanlayıcılara bir bakalım: “Önceki çağlarda Nuh’un kavmi, Ress halkı ve Semud kavmi de bütün bunlar yalan deyip yalanladı. Ad, Firavun, Lût’un kardeşleri de. Eykeliler ve Tubba’nın kavmi de. Bunların hepsi gönderilen elçileri yalanladılar. Sonunda vaad edileni hak edip gerektiği gibi cezalandılar. Biz ilk yaratmada yorulduk mu? Boşu boşuna onlar yeni yaratmadan kuşku duyuyorlar.” (Kaf, 50: 12-15).
Bunca topluluk yalanlamış. Yalanladıkları nedir, diye baktığımızda iki şey görüyoruz. Birisi “bunlar” dedikleri vahiy/mesajlar, diğeri de resuller/elçiler. Bunu açık bir şekilde Kur’an’dan öğrendik. Söz konusu iki önemli değeri yalanladıkları için suç işlemiş oldular ve cezalandırıldılar. Allah, ayetlerde geçen kavimleri yarattığı gibi sonrakileri ve bizi de yarattı, bundan sonra da yeni yaratmalar sürecektir. Boşu boşuna anlamsız yere kuşku duyuyorlar. Buradaki “kuşku duyuyorlar” ifadesinin anlamı aslında “inkâr ediyorlar” demektir. Kişinin dedesi/ninesi ve babası/annesi var, kendinden önce yaratılan. Bunu bilmeyen, görmeyen, anlamayan insan var mı, olur mu? O halde neden şüphe ediliyor? Demek ki, işin içinde yalanlama var. Nineni, dedeni, anneni, babanı ve seni de Allah yarattı. Bu yaratılış yeniden yeniye devam edip duruyor. Yukarıda itikat, tevhit, nübüvvet ve ahiret inancından söz etmiştik. Aslında yalanlama bu kavramlara yöneliktir. Ama müşrikler konuyu saptırarak yeniden yaratma konusunda şüphe uyandırmaya çalışıyorlar. Gerçeği olduğundan başka türlü gösterip zulüm yapıyorlar. Dünyada her çocuğun ve hayvan yavrusunun doğuşu, yerden her yeni bitkinin bitmesi ve tüm varlıklarda yenilenen enerji, sürekli yeniden yaratmadır. İşte bu Allah için hiç zor değildir. Ne var ki iş burada bitmiyor, bir de ölüm sonrası ve yeniden inşa meselesi var. Bu anlamda yalanlayıcılar, özellikle de onlardan tam olarak müşrik olanlar; Velid b. Muğire, Ebu Cehil, Ebu Leheb ve onların çağdaş versiyon tipleri hepten çuvallıyorlar. Çünkü onlar ahrete inanmıyor, ama bir tanrının varlığına inanıyorlar. Şöyle bir soru kafama takılıyor: acaba geçmiş dönemlerin gerçekleri yalanlamayan insanları gelip günümüzde bir inceleme yapsalar; o zamanki yalanlayıcılarla şimdiki yalanlayıcı olmadığını söyleyenlerin çoğu arasında ne gibi farklılıklar bulabilirler?
Bütün Resuller tarih boyunca kendilerine verilen görevleri yerine getirmeğe çalıştılar. Ancak, bu görevlerin yerine getirilmesi, insanların çoğunun kendi heva ve heveslerine uymalarından ötürü hiç de kolay olmadı. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Resulleri de Allah yarattı, Resullerin uyarıp Hak Dine davet ettiği insanları da. Öyle ise; neden Resullere zorluk çıkarıldı? Bu bağlamda son Nebi Hz. Muhammed(s)’e çıkarılan büyük zorluklar ve “muhasara” olarak bilinen ölümüne sıkıştırma olayını hatırlayalım. Yalanlayıcılar, Resulullah(s) ve yakınlarını üç yıl boyunca kuşatma altında tutup onlara çok zor “muhasara günleri” yaşattılar. Muhasara üç yıl sürdü. Aynı dönemde bir de Habeşistan hicreti vardı. Her bakımdan zor durumda olan Resulullah(s)’e teselli ve teşvik anlamında şu ayetler indirildi. “Onlardan önce Nuh’un Kavmi ve onlardan sonra gelen topluklar da yalanlamıştı. Her ümmet, kendi peygamberini yakalayıp cezalandırmaya azmetmişti. Hakkı yok etmek için batıl şeyler ileri sürerek tartışmışlardı. Bu yüzden onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasılmış gördüler! Böylece Rabbinin, inkâr edenler hakkındaki, “Onlar cehennemliklerdir” sözü gerçekleşmiş oldu.”(Mümin, 40: 5, 6). “Allah’ın ayetleri hakkında tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Onlar, Kur’an’ı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlardır. Onlar bilecekler. O zaman onlar, boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde kaynar suda sürüklenecekler, sonra da ateşte yakılacaklardır. Sonra onlara, “Allah’ı bırakıp da ortak koştuklarınız nerede?” denilir. Onlar da “Bizden uzaklaştılar. Hayır, demek ki, bizim önceleri taptıklarımız bir hiçmiş” derler. İşte Allah, inkârcıları böyle saptırır. Bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarmanızdan ve böbürlenmenizden ötürüdür. Onlara, “Ebedi kalmak üzere cehennem kapılarından girin. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür” denir” ( Mümin, 40: 69, 76). Ayetlerden şu mesajı çıkarabiliriz: önceki yalanlayıcılar tıpkı Kureyşlilerin Peygamber’i muhasara altına alarak yapmaya çalıştıkları gibi, kendi dönemlerindeki resullere ve müminlere eziyet etmişler ve bu nedenle hak ettikleri cezaları tatmışlar.
Allah Teâlâ insanlık tarihi içinde gerekli gördüğü zamanlarda Resuller göndermiştir. Resuller çeşitli zaman dilimlerinde görev yapmalarına rağmen, hep aynı durumlarla karşılaşmışlardır. Kendilerine uyan çok az insan olmuş, çoğu ise onları yalanlamışlardır. Şunu da belirtmek gerekir: Bu yalanlamaları sadece sözle olmamış, her türlü güçlerini kullanarak resullerin görevlerini engellemeğe çalışmışlardır. Silahlı saldırı, siyasi propaganda, psikolojik olarak etkileme, inanç ve düşünceyi zehirleme, ekonomik ambargo, toplumsal baskı, iletişimi engelleme, özgürlükleri kısıtlama, ölüm ve sürgün ile tehdit etme ve daha neler, neler! Ancak, en göze çarpan saldırıları ise sürekli ahret hayatına yönelik olmuştur. “Biz, ilk yaratılışta yorulduk mu? Boşu boşuna onlar yeni yaratılıştan kuşku duyuyorlar.” Ahrete inanma ise, İslâm’da çok önemli bir yer tutar. Hatta Kur’an’ın bir insana yol göstermesindeki şartlardan birisi ahrete kesin imandır. Bu durumu Bakara suresinin ilk ayetlerinde görüyoruz. “Ve onlar ahrete kesin olarak( gitmiş, görmüş, gelmiş gibi) inanırlar”(Bakara, 2: 4).
Kur’an’ı Kerim’in birçok yerinde bütün resullerin kendi toplumlarında yalanlandığı vurgulanırken, aynı zamanda yalanlayıcıların ortak özellikleri de bize anlatılmaktadır. “İşte böyle, onlardan önce de ne kadar resul geldiyse mutlaka: “büyücü ve cinlenmiş” dediler. Bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler? Doğrusu onlar azgın bir topluluktur.” (Zariyat, 51/52, 53). “ Ve elbette Musa’ya kitabı verdik, arkasından resuller gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya da açık deliller verdik ve O’nu Ruhul Kudüs ile destekledik. Ne zaman ki, bir Resul size canınızın istemediği bir şey getirdi ise büyüklük taslamadınız mı? Kimini yalanlıyor, kimini de öldürüyordunuz.” (Bakara, 2: 87).
Yazının başından beri açıkça görülebileceği gibi, insanlık serüveninin başlangıcından günümüze kadar yalanlama ve yalanlayıcılığın var olduğunu; yalanlama ve yalanlayıcıların da tarih boyunca birbirine çok benzediklerini vurgulamaya çalışıyorum. Günümüzde ve çevremizde olan bitenler için, “büyük bir olay”, “Hiç böyle bir şey beklemezdim, doğrusu şaşırdım”, “Vay be! Şu hale bak!”diyorlar. Neden? Oysa her şey ayan beyan ortada! “Öyleyse, yalanlayanlara itaat etme! (Kalem, 68: 8).