Sevgili dostlar,
“Savaşta ilk kayıp hakikattir” derler.
Yeni çağda bu söz biraz değişti:
“Seçimde ilk kayıp, hakikattir.”
İngiliz seçimlerinin hemen ardından bu başlıkla çıkan Economist dergisi yorumunda şöyle dedi:
“Seçmenlerin çoğu, bütün politikacıların yalancı olduğuna inandıkça, hepsi kendilerini temsil edecek bir yalancı seçmek istiyor. Boris Johnson birçok açıdan bu ‘gerçekötesi çağ’ın ideal politikacısı; çünkü kimse ondan sözünü tutmasını beklemiyor.”
Oxford Dictionary, bu “gerçek ötesi (post-truth) çağ” kavramını 2016’nın sözcüğü olarak seçmişti. Sözcük, aslen şahsi kanaatlerin, nesnel olguların yerine geçmesi anlamında kullanılıyor. Diyelim siz, ülkenize gelen mültecilerin işsizliğin nedeni olduğuna inanıyorsunuz, ama veriler bunu desteklemiyor. Yine de size işsizliğin nedeninin mülteciler olduğu yalanını söyleyen lidere oy veriyorsunuz. Böylece o oy kazanıyor, siz de kanaatinize uygun bir iktidara kavuşuyorsunuz. Arada kaybeden, gerçek oluyor. Tabii bir de onu savunanlar…
Türkiye örneğinden çok iyi bildiğimiz bu deneyim, 3 yıl önce Amerika’da sonuç vermişti. Amerikan başkanlık seçimi, dünyanın en büyük demokrasilerinden birinde bile yalanla seçim kazanmanın mümkün olduğunu kanıtlamıştı. Geçen hafta bunun bir yeni örneğine İngiltere’de tanık olduk. Mirror gazetesi, seçime 5 kala, Boris Johnson’ın kampanya boyunca söylediği 60 yalanı sıraladı.
Seçmenler bunu bildiği halde, ve muhtemelen Economist’in dediği gibi, bütün politikacıların yalancı olduğu inancıyla, “bari oyumu en çok yalan söyleyene vereyim” diye düşünmüş olsa gerek…
Önümüzde yalanla mücadele gibi yeni bir misyon var. Karşımızda ise o yalandan beslenen iktidarlar, siyasetçiler, medya…Gerçeği ortaya koymak biz gazeteciler için her zaman bir görevdi. Ama şimdi buna onu kararlılıkla savunma misyonu ekleniyor. Bu, gazeteciliğin ötesinde bir yurttaşlık ve demokrasi görevi artık…