- Eşitçe Muamele
“Nankörlük edene de teşekkür edene de aralarında hiçbir ayrım yapmadan kolay yolu gösterdik; rehberliğimizi hiçbirinden esirgemedik.”[14] âyeti doğru ile eğriyi kimseyi ayırmadan öğretmenin gereğine vurgu yapar. Âyette insanlara rehberlik yaparken değerimizi bilen ile emeğimize nankörlük eden arasında eşit davranmak gerektiği, birine gösterilen ilginin diğerinden esirgenmemesi lüzumu vurgulanır. Çünkü insan her zaman gerçekleri duymalı ki yanlışta gidenlerin doğruya yönelmeleri, dürüst olanların doğruda kalmaları sağlanmalıdır. Ancak bu yönlendirme zorbalıkla değil vicdân, akıl ve sağduyuya seslenerek yapılmalıdır. Zor kullanmak sadece hukukun işletilmesi sırasında gerekir. Bir kâtilin yakalanması, bir cezanın verilmesi sırasında hukukun eli kolu kamu gücüdür ve gereklidir. Ancak bir fikri tanıtırken empoze etmeye çalışmak,[15] fikrin kabul edilmemesi durumunda kişinin hayatını karartıcı eylemlere girişmek asla kabul edilemez; din, mezhep, yaşam biçimi ve doktrin dayatılamaz.
- İnsan Onuru
“Sen değer ve onuru anarak yüceltensin, bu nedenle hatırlatmayı sürdür, şerefi yükseklerde tut. Onuru yücelteceğim derken kimsenin başını kesmeye kalkma, şeref için kimseyi satırla doğrama; bir göz hatırına başka gözlere diken olma.”[16] âyeti insanlık onurunun yükseltilmesini öne çıkarır. Onur, Arapça haysu’nun Türkçeleşmiş biçimidir. Haysiyeti anlatır. Haysiyet; duruş, durulan yer demektir. Nerede durması, nerede nasıl olması gerektiğini bilene haysiyet sahibi denir. Âyet, haysiyet budalalığı yapmaya da karşı olduğu gibi yeri ve zamanına uygun davranış sergileyeceğim derken veya sahip olduğu konum gereği uyarı ve hatırlatmada bulunurken baş kesme, satır sallama, kol kırma, yok etme, acı çektirme yöntemini seçenleri eleştirir.
Hiçbir hatırlatıcılık, uyarıcılık ve rehberlik kişilerin temel haklarını yok etme üzerinden gerçekleştirilemez. Onur adına onursuzluk, haysiyet hatırına haysiyetsizlik ve şeref namına şerefsizlik yapılamaz. Her bireyin şerefi yükseltilmeye çalışılır, kimsenin onuru çiğnenmez ve herkese haysiyetine sahip çıkma fırsatı verilir.
Hiçbir yasa, din, inanç ilkesi, lider emri, ahlâk kuralı, tarîkât virdi, şeyh sözü, töre, disiplin yönetmeliği, toplum baskısı, cemaat kararı, kamu gücü ve gelenek insanın değer ve onurunun üstünde değildir.
- Büyüklenmeyen Büyüklük
“Seni emek, barış, güven, özgürlük, paylaşım, dayanışma ve adâletten yüz çevirenlerin başına bekçi göndermedik; sen onlara karşı ne zâbıta ne polis ne jandarmasın. Senin işin vicdânın sesi olmak, sevgi ve acımayı diri tutmak, sağduyulu hareket edilmesi için gereken hatırlatmaları yapmaktır.”[17] âyetinde doğru, gerçek, güzel ve faydalıyı anlatırken kimsenin kimseye karşı bekçi, jandarma, polis, zâbıta gibi davranamayacağı; herkesin özgür tercihiyle hareket edeceği anlatılır. Öğretmenler, imamlar, ahlâkçılar; babalar, dedeler, nineler, anneler; ablalar, yengeler ve büyükler sağduyulu hareket ederek, vicdânın sesi olarak, sevgiyi içselleştirerek ve acıma duygusunu aktifleştirerek değerleri kazandırmalıdır. Polisiye tedbirler, jandarma kuvvetleri, zabıtalık ve mahkemeler problemlerin sorun ürettiği aşamada risk önleyici yapılardır. Tüm eğitim kurumları, eğitimciler, kanaat önderleri, rehberlik ve psikolojik danışmanlar, psikologlar, padagoglar vicdânı harekete geçiren ve görülemeyenleri gösterenler olarak sağduyunun hizmetkârları olmak zorundadır.
Devletler tarafından ortaya konan resmî kahraman, resmî ideoloji, resmî mezhep, resmî önder, resmî din, resmî dindâr, resmî düşman, resmî dost, resmî iyi, resmî kötü düşünce ve tiplemelerine asla itibar edilmemelidir. Devletlerin dayatmasına karşı çıkmak Kur’an’ın devrimci davranış biçimlerindendir. Çünkü iyi-kötü, güzel-çirkin, faydalı-zararlı, gerçek-yalan yaklaşımları oldukça sübjektiftir. Firavun’un değer yargılarına Mûsâ, Nemrut’un ölçülerine İbrâhîm, Roma’nın kabullerine İsâ, Mekke efendilerinin kıyaslarına Muhammed karşı çıkarak resmî görüşle çeliştiler ve devrimci başkaldırıyı başlattılar. İslâm denilen barış devrimi hareketi bu nedenle lâ (Hayır!) itirazı ile başlar ve İslâm öncelikle bir protest duruştur. Mezhepçi ve tarîkâtçı gürûhun afyonu/morfini değildir. Onların din zaptiyeliğine karşı çıkmak bizzat dindârlıktır.
- Dindâr Zâlimlik
“Ey Muhammed! Sen zorba biri değilsin, olamazsın da. Onuru yükseltirken, anılarla yaşatırken, öğüt verirken Kur’anla yürü.”[18] âyeti Peygamber’in bile zorbalık hakkı olmadığını doğrudan Hz. Muhammed’e söyler. Peygamber’in “söz, iknâ dili, vicdânlı davranış, rehberlik, hatırlatıcılık, güzellikleri müjdeleme, yanlışların sonunu göstererek korkutma” dışında bir yöntemi Kur’an’da kabul edilmez. Kur’anla yürümek, varlık ve canlılara sevgi ve adâlet temelinde yaklaşmaktır. Vicdân elçisi Muhammed bile dinini, yaşam biçimini, fikrini, sistemini dayatamazken onun adına sistem dayatanlar, din zorbalığına girişenler ve İslâm dışı inançları yaşayanları ölümle tehdit edenler Kur’an adına Kur’ansızlaşanlar, din adına zâlimleşenlerdir. Bu tiplerle mücadele etmek Kur’anla yoldaşlık etmektir.
- Özgür Birey
“Ey Muhammed! Seni kimsenin vekili yapmadık. Herkes kendinden sorumludur. Sen hiç kimse adına konuşan veya hareket eden biri değilisin.”[19] âyetinde Peygamber’in hiç kimseye vekil olmadığı söylenerek herkesin özgür olduğu ve kendi adına hareket etmesi gerektiği belirtilir. Hiç kimse “Peygamber benim adıma iş yapsın, sorunları çözsün, mücadele versin, koştursun, düşünsün, konuşsun, icraat yapsın.” diyemez. Kimse aklı ve tercihini -peygamber de olsa- bir başkasının aklı ve tercihine havale edemez.
Günümüz dünyasında milletvekillerine soru sormayan, onları sorularıyla terletmeyen, görev ve sorumlulukları konusunda köşeye sıkıştırmayan; onların icraatlarını sîgaya çekmeyen, onları savunarak onların zulümlerine ortak olan, onları çıkar makinasına dönüştüren kimseler kendi kişiliğini yok eden, kendine ihanet eden, seçtiği vekilini kendinden üstün gören zavallılardır. Hâlbuki vekil, asılın isteklerini gerçekleştirmek için seçilmiştir. Asıl’a ihanet eden vekil görevinden alınmalı ve yargılanmalıdır. Her vekil, seçmenine karşı sorumludur, genel başkanına karşı değil. Seçmenin talep ve beklentileri partilerin üstündedir.
Vekilini sorgulamayıp kurulu düzenin değiştirilmesi için elini taşın altına sokmayan bir asıl, ezilmeye mahkûm bir eziktir. Herkes, sesini çıkaracak, isyanını dillendirecek, önerisini sunacak, çözümünü anlatacaktır. Kimseden düşüncemizi anlatmasını beklemeyeceğiz. Kişilikli duruş, Kur’an’ın özgür ruhlu birey yaratma projesinin bir sonucudur.
- Köyün Delisi
“Ey Muhammed! Toplumda barış ve güveni oluşturmak için söylediğin sözleri kabul etmiyorlar diye kendini perişan etmene gerek yok.”[20] âyeti düşüncelerim kabul görmüyor diye kendi kendini yemeyi yasaklar. Çünkü bireyler gibi toplumlar da intihar edebilir. Sözün güzel, çözümün etkili, önerinin gerçekçi, sonucun isabetli olması çoğu zaman toplumlarda karşılık görmeyebilir. Hatta tüm yapıcı çıkışlara rağmen toplumdan tam tersi bir muamele görmek mümkündür. Toplumlar genelde sürü psikolojisiyle hareket ettiğinden söylemlerin doğruluğuna değil, sözlerin etrafındakilerin sayısına ve makamına bakarlar. Toplananların resmî makamları, zengin ve tanınmış olmaları toplum denilen sürü için daima ana ölçüttür. Sürüden ayrılanlar özgür düşünceleriyle hareket ettikleri için vicdânın çığlığını sadece özgür ruhlular kavrayabilir. Bu nedenle yüksek hakikatları daima çok küçük sayıda kalan özgür beyinler ve hürriyet şerbetini içmiş birkaç yüksek ruh sahibi idrak eder. Her üstün fikir sahibinin ilk kaderi köyün delisi ilan edilmektir.
Bu meseleyi “Vicdân değerlerine güvenmiyorlar diye kendi kendini yemene gerek yok.”[21] âyetiyle birleştirdiğimizde Kur’an, Hz. Muhammed’e “Sözünü söyle, anlamak isteyen anlar, kimi kulağını kapatır kimi yüreğini açar; isteyen istediği gibi davranır. Fakat herkes tercihinin sonucunu yaşar.” demek istemiştir. Bu söylemlerin hiçbir yerinde “Sözünü dayat, seni dinlemeyeni cezalandır, sana itaat etmeyeni tehdit et, öldür, sürgün et.” diye bir mesaj yoktur. Düşünce ve vicdân özgürlüğüne hiçbir sınırlama getirilmediği gibi yaşam alanına müdahale de edilmemektedir.
_____________________________________________________________________
[14] İnsan, 3/İn-nâ hedey-nâ-hu’s-sebîle immâ şâkiran ve immâ kefûr(an)
[15] Empoze: Zorla kabul ettirme/benimsetme girişimi
[16] Ğaşiye, 21-22/Fe-zekkir inne-mâ ente muzekkir(un) leste ‘aley-him bi-musaytir(in)
[17] Şûrâ, 48/Fe-in a’razû fe-mâ ersel-nâ-ke ‘aley-him hafîz(an) in ‘aley-ke ille’l-belâğ(u)
[18] Kâf, 45/Ve mâ ente ‘aley-him bi-cebbâr(in) fe-zekkir bi’l-gur-ân(i)
[19] İsrâ, 54/Vemâ ersel-nâ-ke ‘aley-him vekîl(en). Ayrıca Yunus-108’e de bakılabilir.
[20] Kehf, 6/Fe-le’alle-ke bâhi’un nefse-ke ‘alâ âsâri-him in lem-yu’minû bi-hâze’l-hadîsi esef(en)
[21] Şu’arâ, 3/Le’alle-ke bâhi’un nefse-ke ellâ yekûnû mu’minîn(e)