Ahmet Altan, Taraf’taki “Yeni CHP” başlıklı 19 mayıs tarihli yazısında Kılıçdaroğlu için “Türkiye’nin kendi rejimiyle hesaplaştığı, darbecileri saf dışı ettiği, orduyu ve yargıyı hukukun içine çekmeye çabaladığı, Kürt sorunuyla yüzleştiği ama çare bulamadığı bir dönemde ana muhalefet partisinin başına geçiyor” diye yazıyor ve devamında da “Yeni CHP” için şu soruları soruyor: “Ergenekon için ne diyor? Darbeler konusunda ne düşünüyor? Kürt sorununa çözüm önerisi ne? Avrupa Birliği’ne uyum sağlamamız için gereken yapısal değişimleri destekliyor mu? 12 Eylül Anayasası’nın değişimine karşı mı?”
Liberal demokratların en başı dik, en radikal ve de en etkili ismi olan Altan, CHP’nin yeni varisine bu soruları sorarken, bir kere AKP’yi daha baştan bu konularda sınavdan geçmiş sayıyor.
Altan’a göre Türkiye, AKP şahsında kendi rejimiyle hesaplaşıyor, darbecileri saf dışı ediyor.
Şüphesiz ortada rejimin ve resmi ideolojinin temel kurumları ve referanslarının tartışmaya açıldığı, hatta ciddi şekilde sarsıldığı bir dönemden geçtiğimizi kimse inkâr edemez. Ve kısmen bu sarsılmaya neden olan egemen klikler arasındaki çatışmadan demokratik birtakım kazanımlar sağlamak adına yararlanmayı da reddetmiyoruz. İşin bu yanı başka bir tartışmanın konusu.
Altan ve liberal ön adını kullanan-kullanmayan demokrat, solcu, sosyalist ve de Müslüman bilumum liberaller, bu rejimin geleneksel ve çürümüş olan yapılarının sarsılmaya başlamasında bütün kerameti AKP’nin demokratlığında ve emperyalist-kapitalist (başına emperyalisti koyunca pek gıcık oluyorlar ama gıcık olsunlar diye yazmıyorum, kusura bakmasınlar) sistemin ve ülkedeki egemen burjuva sınıfının çıkarları gereği daha demokratik, savaşların, darbelerin olmadığı, barış içinde bir dünya ve Türkiye’den yana olmasında buluyorlar.
Yani kapitalist sistemin dünya çapında içine düştüğü kriz ve tıkanıklığın bir sonucu olarak değişen güç dengeleri… Bu durumun bir çok yerde ve örneğin Türkiye’de aynı zamanda siyasal bir krize ve tıkanıklığa dönüşmüş olması, bu tıkanıklıkta bugüne kadar bir rejim sorunu olarak varlığını hep korumuş ancak çözülmemiş Kürt sorunu ve laisizm gibi sorunlardan kaynaklı toplumsal problemlerin artık taşınamayacak bir kangrene dönüşmüş olması… Devlet içinde kümelenmiş (ama devlete rağmen değil) darbeci, Ergenekoncu, JİTEM’ci karanlık yapılanmanın ve bu yapıyı sürekli besleyen ırkçı-şoven, milliyetçi ve tekçi resmi söylemin artık yama tutmaz bir biçimde iflas etmiş olması… Sistemin tıkanma noktasına gelmesinde ve bu sorunların en azından artık eskisi gibi devam etmesinin imkânsız hale gelmesinde başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi güçlerinin direnişi ve mücadelesi… Kısmen ve güdük de olsa bugün demokrasi ve özgürlükler konusunda bazı “açılımlar” yapmak zorunda kalan kesimin, iktidar mücadelesi veren egemen güçlerin bir tarafı olarak çıkarları gereği ve istismar amaçlı olduğu son derece açık olan bu “açılımlar”ının yarın güç dengelerinin ve dönemsel çıkarlarının değişmesi sonucu çok kolay terse dönebileceği… Şu son birkaç yılda bile bunu doğrulayan onlarca zik-zakların yaşanmış olması gerçeği… Ve hepsinden önemlisi de, gerçek anlamda demokrasi ve özgürlüklerin ancak buna ihtiyacı olanların ve ezilenlerin mücadelesi ve güçlü bir dinamik haline gelebilmesiyle güvence altına alınabileceği…
Her derdin Lokman’ı liberallere göre bütün bunlar hikâye.
Yani kısacası düne kadar bu egemen güçlere karşı kıyasıya mücadele etme pahasına savunduğumuz barış, demokrasi ve özgürlükler, bugün bu egemen güçlerin de çıkarları gereği savunduğu değerler haline gelmiştir! Dolayısıyla demokrasiye, barışa ve özgürlüklere asıl ihtiyacı olanların kendi dinamiklerine dayanarak bu değerler için mücadele etmesi artık anlamsız, aptalca bir uğraş haline gelmiştir. Hatta böyle bir mücadele, bu amaçlara ulaşmayı engelleyen bir ayak bağı haline gelmiştir!
O yüzden Türkiye’de demokrasi ve özgürlükler için mücadele eden güçlerin önünde artık tek seçenek vardır, o da demokrasi ve özgürlükler için rejimin gerici ve statükocu güçleriyle ölümüne hesaplaşan AKP’ye koşulsuz destek olmak!
Ama yinede haksızlık etmeyelim Sayın Altan’a. “CHP, Kürt sorununda, Ergenekon ve 12 Eylül Anayasası’nın değişmesi gibi konularda demokratik bir muhalefet yaparsa” diyor Altan, “AKP, bugün olduğundan daha demokrat olmak zorunda kalır”mış!
Peki, AKP’yi daha demokrat olmaya değilse de daha demokratik adımlar atmaya zorlayan ya da zorlayabilecek bir muhalefet zaten yok mu?
AKP’ye, Ergenekoncu, darbeci, Kızılelmacı ve “şeriat gelecek” paranoyası ile statükoya sarılan bir zeminden farklı olarak, gerçek anlamda özgürlükleri, demokrasiyi ve daha ileri ve demokratik bir anayasayı savunan bir zeminden muhalefet eden, başta Kürtler olmak üzere, sosyalistler, aydınlar, gerçek demokrat Müslümanlar, kemalizmle kafaları dumura uğramamış, gerçek laikliği savunan Aleviler ve emek güçleri yok mu?
Peki, bütün bu güçlerin biraraya gelerek oluşturabileceği bir bileşim aynı zamanda demokrat ve ilerici liberallerin de dâhil olabileceği gerçek bir demokrasi cephesine dönüşemez mi?
Yok! Altan için böyle bir ihtimal yok!
Örneğin BDP, yalnızca Kürt meselesinde bile olsa -ki, Kürt meselesi bu ülkede demokratikleşmenin en temel meselesidir- son derece makul ve Kürt halkının taleplerinin ve gördüğü baskılar karşısında mücadelesinin ülke kamuoyunda sağladığı meşruiyeti düşündüğümüzde son derece gerçekçi taleplerinin bile görmezden gelinmesine karşı gayet haklı bir muhalefet sürdürmektedir.
Üstelik AKP’nin “açılım”dan söz ettiği bir dönemde, savaş ve çatışma ortamının en zirvede olduğu dönemlerde bile olmadığı kadar binlerce Kürt çocuk insafsız gerekçelerle hapislere tıkılırken, binlerce yöneticisi ve seçilmiş Belediye Başkanları tutuklanırken, her şeye rağmen sağduyusunu kaybetmeden, barış ortamını ve birarada yaşamı savunmaktan vazgeçmeyen BDP’nin muhalefetini bile “AKP’yi yıpratma politikasına saplanıp kalmak” olarak değerlendirebiliyor sayın Altan.
Ahmet Altan ve aynı cephedeki diğer liberallere göre, güdük de olsa, samimi olmasa da, Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin örgütlü güçlerini tasfiye etmek, istismar ve yedeklemek amaçlı olduğu son derece açık olsa da, bütün ilericilerin ve demokrasi güçlerinin tek seçeneği AKP’yi desteklemektir.
Tıpkı laikçi cumhuriyetçilerin Kürt sorunu ya da askeri vesayet konusunda demokratik bir söylemde ya da talepte bulunan herkesi Amerikancı ve AKP yandaşı diye yaftalaması gibi bu kesim de AKP’ye halkçı ve demokratik taleplerle muhalefet edenleri çok kolay bir şekilde statükoya, Ergenekonculara yedeklenmekle yaftalayabiliyor.
Özet olarak “derdiniz demokrasi ve özgürlükse iki seçeneğiniz var” diyor Altan, “ya koşulsuz AKP’nin tarafında olacaksınız ya da yenilenmiş ve Baykalsız bir CHP’yle, AKP ile aynı şeyleri söyleyerek demokrasi konusunda yarışarak muhalefet edeceksiniz.”
Nitekim son yazısından da anlaşılacağı gibi, bugüne kadar ırkçılık konusunda MHP’yle yarışan, Ergenekon’un, darbeciliğin avukatlığını yapan, ama Baykal’dan kurtulmuş ve bugün AKP’ye çok daha geri ve gelenekçi noktalardan muhalefet etmekten vazgeçmiş bir “yeni CHP”, Kürtlerin, emekçilerin, diğer ezilenlerin, sosyalistlerin vb. oluşturabileceği gerçek bir demokrasi cephesinden daha çok heyecanlandırıyor ve umutlandırıyor Sayın Altan’ı.
Altan’a göre demokrasi ve özgürlükleri yok eden “Türkiye’nin siyasi dengesi”, bu dengenin altında ezilenlerin ve demokrasi güçlerinin mücadelesiyle değil, bu dengenin en gerici tarafında duran CHP’nin yenilenmesiyle “oynar”mış yerinden.
Bugünün asıl çözüm bekleyen, acil, en yakıcı ve güncel hiçbir sorununa çözüm getirmeyen, yargı konusunda, bu duruma gelmesine kaynaklık eden felsefeye ve mevzuata dokunmak yerine yalnızca laikçi ve vesayetçi kesimin yerini kendi yandaşlarıyla değiştirmeye olanak tanıyan, en çok parlatılan parti kapatma konusunda bile kapatmaya kaynaklık eden yasal mevzuatı değiştirmek yerine kapatmaya karar verecek mekanizmayı değiştiren, zaten halk nezdinde içinde debelendiği utanç çukurunda çoktan ölmüş olan bir cuntacıya yargılama yolu açılıyor cilasıyla 12 Eylül Anayasası’nı göstermelik değişikliklerle daha da meşrulaştıran anayasa değişikliğine karşı çıkmak mı?
Bugün bakımından böyle bir değişikliği en çok ihtiyaç haline getiren Kürt sorununun çözümü önündeki engelleri kısmen de olsa kaldıracak, daha demokratik, halkçı ve gelinen aşamada son derece gerçekleşebilir olan değişiklikleri içeren bir Anayasa istemek mi?