Türkiye habercilik açısından artan oranda “karartılmış ülke” haline geliyor. 2016’dan bu yana yüzlerce yayın organının kapatılıp ana akım medyanın tamamen kontrol altına alındığı bir dönemde yabancı gazetecilerin işi de zorlaşıyor. Zaman zaman hükümet yetkililerinin doğrudan hedefi haline gelen ve farklı baskı mekanizmalarına maruz kalan yabancı gazeteciler, şimdi basın kartlarının yenilenmemesine bağlı olarak Türkiye’de çalışamaz hale geliyor.
Birkaç aydır var olan bu sorun, 28 Şubat’ta İstanbul’daki AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyalog Toplantısı’nda patlak verdi. Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Jyrki Katainen toplantıya bazı gazetecilerin alınmamasını eleştirerek “Bazı AB gazetecileri toplantıya alınmadı. Basın özgürlüğü temel bir haktır” dedi. Toplantıya giremeyen gazeteciler arasında Süddeutsche Zeitung, ZDF, Tagesspiegel ve ARD muhabirleri vardı.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ise Katainen’e “Bazılarının akreditasyonu yenilendi. Gördüğünüz gibi özgür bir şekilde soru sorabiliyorlar. Bazılarının akreditasyonları yenilenmemiş. Her ülkenin basın özgürlüğü, kendi içindeki kurallar çerçevesinde yürür. Bir kısmının yenilenebilir, gelecek sene gelir, belki yenilenmez” yanıtını verdi.
Mesele akreditasyonu yenilenenlerin soru sorma özgürlüğü değil, basın kartlarının yenilenmemesinde görülen keyfilik. Üstelik bu sorun birkaç kişiyle sınırlı değil.
22 yıldır Tagesspiegel gazetesinin Türkiye muhabirliğini yapan Thomas Seibert, ZDF’in İstanbul bürosu şefi Jörg Brase ve NDR kanalının muhabiri Halil Gülbeyaz şubatın başında başvurularının reddedildiğini öğrendi. Ancak Yabancı Basın Derneği’ne göre farklı ülkelerden yaklaşık 50 gazeteci basın kartlarının yenilenmesi için yaptıkları başvurulardan 31 Aralık’tan beri yanıt alamıyor. Bunlardan biri de 22 yıldır böyle bir sorunla karşılaşmadan Tagesspiegel’e Türkiye’den haber geçen Susanne Güsten.
Bu isimlerin ne kadarının kartlarına kavuşacağı belli değil. Bu, fiilen hem gazetecilik yapmalarını önleyen hem de Türkiye’de kalmalarını imkânsız hale getiren bir durum. Çünkü oturum izni almaları basın kartı sahibi olmalarına bağlı. Haliyle kartlarını yenileyemeyenler Türkiye’ye veda etmek durumunda. Başvurusu reddedilenlere e-posta yoluyla gelen yanıtlarda hiçbir gerekçe gösterilmiyor. Sadece şu veriliyor: “2019 yılı için basın kartı yenileme başvurunuz olumsuz değerlendirilmiştir.”
Kartı yenilenmeyince Berlin’e dönen Halil Gülbeyaz, Al-Monitor’a şunları aktarıyor: “Bana kısa bir mesaj gönderildi. Gerekçe bildirilmedi. Çalıştığım kanal protesto etti, yazı yazdı. Hukuk birimi de karara itiraz edecek. Sonuç alamazsak gazeteci olarak Türkiye’de çalışmamız mümkün olmayacak.”
Gülbeyaz karşılaştığı durumu hükümetin canını sıkan bazı haberlere bağlıyor: “İnsan hakları ihlalleri ve basın özgürlüğü ile ilgili yaptığım belgeseller rahatsızlık yaratmış olabilir. Ancak bizim işimiz bu, yaptığımız haber olumlu da olabilir olumsuz da. Sadece yaptığımız kritik haberleri göze alarak bize yaptırım uygulanıyorsa bu hatadır. Ben Türkiye’nin tanıtımına katkı sunan çok sayıda kültür programı da yaptım. Bunlardan dolayı çok olumlu tepkiler aldım.”
Gülbeyaz diğer Alman gazetecilerden farklı olarak eski bir Türkiye vatandaşı olarak taşıdığı “mavi kart” sayesinde Türkiye’de yaşayabilir. Ancak Gülbeyaz’ın beklentisi 12 yıldır yaptığı Türkiye muhabirliğini sürdürebilmek.
Gazetecilik örgütleri Alman hükümetinden Ankara’ya açık ve net baskı yapmasını talep etti. Almanya Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert Türkiye’ye basın mensuplarının çalışmalarının engellenmemesi çağrısında bulunurken eleştirel haberciliğin başvurunun reddine gerekçe olamayacağını vurguladı. Tagesspiegel Genel Yayın Yönetmeni Mathias Müller von Blumencron da “Bu basın özgürlüğüne ağır bir müdahaledir” diye çıkıştı.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün Türkiye temsilciliği henüz bu kararlar çıkmadan başvurularla ilgili değerlendirmelerin açık ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi talebiyle kartlardan sorumlu Cumhurbaşkanlık İletişim Başkanlığı’na bir mektup yazmıştı. Ancak bu mektuba da yanıt verilmedi.
Hükümet kanadı resmi gerekçe sunma gereği duymazken iktidara yakın medya, yabancı meslektaşlarına karşı karalama kampanyası yürütüyor. Sabah gazetesi bünyesindeki Daily Sabah Deutsch, Ankara’daki yetkililere dayanarak akreditasyonların reddedilmesinin arkasında bu gazetecilerin FETÖ bağlantılarının olduğunu iddia etti. Gazete, Thomas Seibert’in de Türkiye’de erişim yasağı konulan Ahval internet sitesinde yazdığını öne sürdü. Hâlbuki Seibert Ahval’in yazarları arasında değil. Seibert “Ahval’e hiç yazı yazmadım. Ahval bilgim dışımda bazı yazılarımı The Arab Weekly’den alıp yayımlıyor” diyerek gazeteyi yalanladı. The Arab Weekly de Seibert’in kendi yazarı olduğunu ve Ahval’le ilgisinin olmadığını açıklama gereği duydu.
Peki hükümet Türkiye’yi neden yabancı gazeteciler için bir nevi mayın tarlasına dönüştürüyor?
Özellikle son yıllarda Türkiye ile siyasi ve diplomatik gerilimler yaşayan AB ülkelerinden gazetecilerin üstünün çizilmesinden hareketle bunu, “dolaylı bedel ödettirme yöntemi” olarak değerlendirmek mümkün.
Berlin-Ankara hattında fırtınalar yaşanırken 2017’de Türkiye asıllı Almanyalı gazetecilerden Deniz Yücel bir yıl, Meşale Tolu da sekiz ay tutuklu kalmıştı. Siyasi pazarlık konusu edilen her iki gazeteci 2018’de Almanya’ya dönmüştü.
Meselenin AB ile hesaplaşma boyutu bir kenara, hükümet “bekâ sorunu” haline getirdiği içerideki kötü gidişatla yüzleşmek yerine “hakikati karartma” yolunu seçiyor. Burada kontrol altına alınamayan medya iktidar için ciddi problem.
RSF Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu da hükümetin kart düzenleme prosedürünü bir yaptırıma ve caydırıcı araca dönüştürdüğünü düşünüyor. Al-Monitor’a konuşan Önderoğlu’na göre hükümet başvuruları yanıtsız bırakma ve bekletme taktiğiyle “Haberlerinizden memnun değildik, düştünüz elimize” mesajı veriyor. Önderoğlu şöyle diyor: “Özellikle Almanyalı gazetecilere yönelik muamele, Türkiye iktidarının Almanya’da hoş karşılamadığı durumlara yönelik misillemeyi andırıyor. Ancak akreditasyon ve basın kartı problemi, habercilere yönelik memnuniyetsizliği dile getirmenin genel ve gizli bir yolu. Sonuçta kart başvurularının yerel seçimler öncesi reddedilmesi veya beklemede tutulması medya kuruluşlarını oldukça zorlayacaktır. Diğer yandan ana akım medyayı denetimi altında tutan iktidarın, zorlu geçen bir seçim sürecinde bir de uluslararası medyanın hareket alanını kısıtlaması şaşırtıcı gelmiyor.”
Hükümet 2016’daki darbe girişimini fırsat bilerek dayattığı olağanüstü hâl uygulamasıyla 31 televizyon, 34 radyo, beş haber ajansı, 62 gazete ve 19 dergi dâhil yüzlerce yayın organını kapatırken ana akım medyayı da kontrolü altına almıştı.
Ekonomik kriz korku salarken ve sürpriz gelişmelere açık 31 Mart yerel seçimleri yaklaşırken iktidar şimdi kamuoyunu etkileyecek bütün mekanizmaları gözetim altında tutma gereği duyuyor. İktidar ulusal medyada kontrol dışında kalanların durumu etkileme kapasitesine sahip olmadığından emin. Ya dışarısı? Ulusal sansür mekanizmaları dışarıda işlemediğinden yabancı gazetecileri kapı dışı etmek bir çözüm olarak öne çıkıyor. İçeride kalmayı başaranlardan da gidenlerin akıbetiyle yüzleşmemek için “uyumlu” olmaları bekleniyor.
Türkiye’de sıkıntı yaşayan gazeteciler, bugüne kadar “sessiz kalırsam belki sorunu aşarım” ümidiyle kendi sorununu yüksek sesle dillendirmekten kaçındı. Sınır dışı edilme korkusu çok belirleyici. Türkiye uzmanı olarak bilinen bazı gazeteci ve yazarlar da gözaltına alınma ya da sınır dışı edilme korkusuyla Türkiye’den uzak durmaya çalışıyor. Özellikle Kürt sorununu takip etmiş olanlarda korku büyük. Bu durumda olup da yakından tanıdığımız gazetecilerden bazıları Türkiye ve bölgeyi İstanbul’dan değil Atina ya da Lefkoşa’dan takip etme yoluna gitti. Bu gazeteciler de bağlantılarını ve kaynaklarını kaybetmemek için bu durumu açıkça anlatmaktan kaçınıyor.