Zordur internette köşe yazmak… Sağlam sinirlerin ya da büyük dertlerin sahibi olmanız gerekir.
Suya sabuna dokunmaktan korkmuyor, velhasıl temizliği seviyorsanız; içinizden geldiği, aklınıza düştüğü, ruhunuzu titrettiği şekilde yazmak, derdinizi anlatmak ihtiyacı içindeyseniz, taşın altına yüreğinizi sürmüşseniz yani ve porselen mağazasına giren file bayılıyorsanız, çok zordur bu meydanda at koşturmanız…
Zordur çünkü internette yazmak ulusal basında nutuk irâd etmeye benzemez. “Ez cümle” diyip bir özet geçtikten sonra, “hadi şimdilik bu kadar” diyerek kürsüyü terkedemezsiniz. İnternette son sözü okuyucu söyler ve sizin cevap hakkınız yoktur. Fikri ve ilmi selametiniz de, sefaletiniz de yazdığınız sitenin editörünün vicdanına bırakılmıştır. Ya onaylar bütün yorumları ya da -eğer uykusunu almışsa ve iyi günündeyse- seçici davranır ve onaylamaz yazara sataşanları. Sizin cevap hakkınızın olmadığını bilir sonuçta… Şu an benim yaptığım gibi yeni bir yazı yazarak cevap vermek zorunda kaldığınız zaman okurla polemiğe girmekle suçlanırsınız nitekim…
Ama inanın, hiç umurumda değil. Okur bilgisayarın arkasına sığınıp ileri geri savurabiliyorsa ve kimse dur demiyorsa, siz savunacaksınız kendinizi tabi.
Sopa yemek için yazmıyoruz biz arkadaşlar…
Tabi ki yazdıklarım Habertaraf’a yönelik bir tenkid değil. Bu durum İnternetteki bütün haber sitelerinde aynıdır. İnterneti de ayrıcalıklı kılan zaten okurlara sağladığı, “yorum yazma”, başka bir ifadeyle; yazarı iğneleyip incitebilme veya takdir edip yüceltebilme; her halûkarda, mutlaka ama mutlaka fikrini beyan edebilme avantajıdır.
Tabi, özgürlüğün tadına ilk defa bilgisayarda bakmış, diline vurulan asırlık kilidi ilk defa internet vasıtasıyla kırıp atmış bir kitle sizin okur profilinizi oluşturuyor. Kaşınızla gözünüzle ilgileniyor önce çünkü aklına düşen her kırıntıyı ifşa etmeyi fikir özgürlüğü sanıyor. Sizi merak ediyor, ne yazdığınızla ilgilenmiyor. Eğer bilge google amca önüne yazılarınızı, araştırmalarınızı dökerse sadece, suratı asılıyor. Adınızı taşıyan bir site mi kurmuşsunuz ve yazılarınızla mı çıkmışsınız sahneye? Hiç kıymeti harbiyesi yok. Öyle ya, şöyle cafcaflı bir mazisi olmayan insan ne diye çarçaf çarşaf cv sini sermez ki internete? Ya bakkalsınızdır ya da ev hanımı ve bir ev hanımının diplomalı şahitlerin yek bütün onayıyla ne çok şey bildiği tasdiklenmiş, tiril tiril titreten titre sahiplerine anlatacağı hiç birşey olamaz bu okura göre.
Ev hanımıyım her kadın gibi, ama yazıyorum aynı zamanda ve şimdi, bu özelliğimin dile getirilerek yazımdaki (sözde) yanlışlara vurgu yapılmasının ne kadar cemaat ruhuna uygun bir davranış olduğunu yazmak zorundayım. Hayatlarının mühim bir kısmını diplomaya vakfetmiş insanlardan daha ince bir analiz beklemek ne kadar doğru olur? Onlara takip ettikleri insanın ilkokul mezunu bir vaiz olduğunu hatırlatmak yeter mi bilmiyorum.
Uzatmayayım diyorum evet, ama ömrünüzün 18 yılını Almanya’da geçirmiş, üniversitelerinde yuvarlanmışsanız ve yine bu eğitim sistemi içinde çocuklarınızı okutuyorsanız; bilgisizlikle, insafsızlıkla, şunla bunla suçlanmak, eh biraz koyuyor insana sevgili okur. Hele bir de cemaatin yayın organı olan Zaman gazetesinin Berlin temsilcisi konuyla ilgili yazısında sizinle hemen hemen aynı gerçekleri dile getiriyorsa…
Almanca bilen okurlara google’e „migranten kinder, schulsystem“ yazıp, karşılarına çıkan linkleri okumalarını tavsiye ediyorum.
***
Göçmen kökenli çocukların sistemden olumsuz etkilendikleri gerçeği Almanya’da çok bilinen ve artık kabul gören bir gerçektir. Cemaat okulları mevcut sıkıntıların panzehiri olamıyorlar, böyle bir kaygıları da yok zaten. Daha büyük ideallerin peşindedirler onlar. Bu yüzden Avrupa’ya Afrika’dan daha geç adım atmışlardır. Avrupa’da kurulacak okullardan Türk çocukları faydalanacaklardı ve bu çok ses getirmeyecekti. Üstelik, burada yaşayan gurbetçi sayısı hesaba katıldığında okul kurmak çok büyük bir zafermiş gibi durmayacaktı. İmkansızı başarmak, biraz reklam ve şov yapmak gerekiyordu. İyi bir lobi faaliyeti lazımdı. Dünyanın dört bir tarafına dağılan eğitim fedaileri sayesinde Türkiye’nin adı evrenin her metrekaresine gergef gergef işlenecekti.
Kulağa ne kadar büyüleyici geliyor, değil mi? Gambialı çocuğa mehter marşını öğretmek nasıl bir adanmışlığın resmidir, değil mi?
Sadece dil problemlerinden dolayı IQ testlerine tabi tutulan Türk çocuklarıyla karşılaştıkça, Türk gençleri arasında meslek eğitimi alanların sayısının son 10 yıl içinde % 34’den % 24’e gerilediğini öğrenince, bu resim bana çok itici geliyor, üzgünüm. Zindanlarda gün sayanlardan, senatoryumlarda yaşam savaşı verenlerden hiç bahsetmek istemiyorum. Bir de Türkiye’nin Doğu gerçeği var tabi…
Bütün bu faaliyetler milliyetçi duygularla ifa ediliyorlarsa ve “Milliyetçilik”, milletini sevmekse sadece… Eğer maksat Türk milleti adına ve onlar için birşeyler yapmaksa. Amaç eğitim vererek infakda bulunmaksa, önce bu milletin çocuğu düşünülmelidir. Bugün Türk insanının Tanzanyalı çocuğa götürdügü eğitim, eğitim alamayan Türk çocuğunun gasbedilen hakkının vesikasıdır sadece. Türk çocuğu hakkından bile isteye feragat etmiş olsa bile; hizmetin bir usulü, çerçevesi vardır.
Kur’an yapılan iyiliği başa kakanları çok şiddetli bir uslupla uyarıyor (Müddesir, 6). Bu şu demektir: bir karşılık umarak iyilik yapamazsın. Bu da şu demektir; sen misyoner olamazsın, Kur’an arası gelecek dağıtamazsın. Çocuklarda bir İslam veya Türkiye sevdası oluşturma beklentisi içinde yapılan iyilik, iyilik değil yatırımdır. Burada iki türlü suistimal söz konusudur;
Kulağa ne kadar büyüleyici geliyor, değil mi? Gambialı çocuğa mehter marşını öğretmek nasıl bir adanmışlığın resmidir, değil mi?
Sadece dil problemlerinden dolayı IQ testlerine tabi tutulan Türk çocuklarıyla karşılaştıkça, Türk gençleri arasında meslek eğitimi alanların sayısının son 10 yıl içinde % 34’den % 24’e gerilediğini öğrenince, bu resim bana çok itici geliyor, üzgünüm. Zindanlarda gün sayanlardan, senatoryumlarda yaşam savaşı verenlerden hiç bahsetmek istemiyorum. Bir de Türkiye’nin Doğu gerçeği var tabi…
Bütün bu faaliyetler milliyetçi duygularla ifa ediliyorlarsa ve “Milliyetçilik”, milletini sevmekse sadece… Eğer maksat Türk milleti adına ve onlar için birşeyler yapmaksa. Amaç eğitim vererek infakda bulunmaksa, önce bu milletin çocuğu düşünülmelidir. Bugün Türk insanının Tanzanyalı çocuğa götürdügü eğitim, eğitim alamayan Türk çocuğunun gasbedilen hakkının vesikasıdır sadece. Türk çocuğu hakkından bile isteye feragat etmiş olsa bile; hizmetin bir usulü, çerçevesi vardır.
Kur’an yapılan iyiliği başa kakanları çok şiddetli bir uslupla uyarıyor (Müddesir, 6). Bu şu demektir: bir karşılık umarak iyilik yapamazsın. Bu da şu demektir; sen misyoner olamazsın, Kur’an arası gelecek dağıtamazsın. Çocuklarda bir İslam veya Türkiye sevdası oluşturma beklentisi içinde yapılan iyilik, iyilik değil yatırımdır. Burada iki türlü suistimal söz konusudur;
1) Afrikalı yoksul insanların bir takım acziyetleri
2) Türk insanının aşağılık kompleksi ve milliyetçi yapısı
Ayrıca, sadakada önce en zaruri ihtiyacı gidermek esastır ve yoksul insanların eğitimden önce işe ve aşa ihtiyaçları vardır.
Önceliklerimizi ve başkalarının önceliklerini iyi tayin ve tesbit etmek, Kur’an’ın vaaz ettiği yüksek ahlakla donanmak, iyi niyet taşlarına aldanıp cehenneme doğru yol almamak, daha geniş ve detaylı düşünmek zorundayız.
habertaraf