Can Ertuna
Geçtiğimiz hafta ulusal ve uluslararası medyada şu başlığı görmüş olabilirsiniz: “Cambridge Sözlüğü’ne göre yılın kelimesi parasosyal”.
Ardından da tanıdık bir ritüel geldi: “Peki, parasosyal ne demek?” başlıklı, tık avcısı çoğu kopyala yapıştır üretilmiş haberler…
Antik Yunanca “para” (yanında, dışında, ötesinde) ve sosyal bir arada, sosyal ilişkiye benzer ama onun yanı, dışı, ötesinde işleyen ilişki anlamında kullanılıyor. Bir kişinin, hiç tanımadığı ünlü biriyle kurduğunu hissettiği ilişki anlamındaki bu kelime aslında yeni de değil. Cambridge Üniversitesi uzmanlarına göre bu kelimenin yeniden gündeme gelmesinin nedeni, sosyal medya ve yapay zekâ sohbet araçlarının artan etkisi.
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ VE SANAL İLİŞKİLER
Yaklaşık 80 yıl öncesine gidelim. Alman Filozof Theodor Adorno, Nazilerden kaçıp ABD’ye sığınır. Ancak vardığı ülke, alıştığı Avrupa’dan çok farklıdır. Amerikan medyasının tüketim odaklı kitleselleştirici gücü karşısında hem entelektüel bir tedirginlik hem de kişisel bir yabancılaşma yaşar.
Horkheimer’la birlikte Aydınlanmanın Diyalektiği kitabında ortaya koydukları “kültür endüstrisi” kavramıyla, kitle kültürünün metalaşmış, kitlesel olarak üretilmiş,
standartlaştırılmış ve formüle edilmiş olduğunu savunurlar. Onlara göre, özgün ve özerk sanatın yerini, tüketicileri yönlendirmek ve edilgenleştirmek üzere tasarlanmış ürünler almıştır.
Adorno’nun eleştirisi, nettir; kültür, kapitalizmde ideolojik bir tahakküm aracına dönüşmüştür. Sahte ihtiyaçlar beslenerek ve bireyler toplumsal gerçekliklerden uzaklaştırılarak sistem sürdürülebilir olur.
Adorno, kültür endüstrisinin o dönemdeki başat aktörü televizyon üzerine de özel olarak eğilir. Televizyona Nasıl Bakmalı makalesinde, bu aygıtın insanları öngörülebilir, dirençsiz ve zihinsel olarak edilgen öznelere dönüştürme işlevi gördüğünü yazar. Yani kültür endüstrisi insanları sadece uyutmaz, aynı zamanda yumuşak başlı tüketicilere dönüştürür.
İşte tam bu yıllarda gündeme parasosyal etkileşim tanımı da gelir.
Chicago Üniversitesi’nden Donald Horton ve Richard Wohl, medya tüketicileriyle medya karakteri arasındaki hayali ilişkiye bu adı verirler. Onlara göre kitle medyasının ve özellikle televizyonun bunda etkisi büyüktür. İnsanlar o ışıklı kutudan evlerine defalarca konuk olan ünlülerle sanal arkadaşlık, dostluk, aşk ilişkisi kurabilmektedir. Kültür endüstrisi kendi anomalilerini üretmektedir.
SOSYAL MEDYA: “SONSUZ BİR TELEVİZYON”
Bize farklı seslere sınırsızca erişebileceğimiz, çok seslilik, özgünlük ve eşitlik üreten bir internet vadetmişlerdi. Katılımcı kültürle birlikte daha da demokratikleşecektik.
Öyle olmadı.
ABD’li yazar Derek Thompson’un dediği gibi, sosyal medya, tanımadığımız insanların ürettiği video içeriklere maruz kaldığımız sonsuz bir televizyona dönüştü. Platformlar önce interneti ele geçirdi. Çevrim içi etkileşimimiz platformlara arzuladıkları kârı getirmeyince bizi dışarıdan ticari içerik bombardımanına tutmaya başladılar. Eş dostun, severek takip ettiğimiz insanların paylaşımlarını zar zor görür hale geldik. Sosyal medya “asosyalleşti”, bizi kendi yankı odalarımıza kapattı.
İnternete sarılırken televizyondan uzaklaştık belki ama şöhretler üzerinden yürüyen kültür endüstrisinin boyunduruğunu daha çok hissetmeye başladık. Eğlence burada da baskın içerik türü. Reklamların ve dolayısıyla paranın taşıyıcısı bu tür içerikler. Söyleyecek “ciddi” sözü olanın da “ilgi ekonomisine” uygun içerik üretmesi baskısı var.
SOSYAL MEDYA VE ŞÖHRET KÜLTÜRÜ
Sosyal Medya: Eleştirel Bir Giriş kitabının yazarı Christian Fuchs’a göre internet zaten kapitalist bir karakterle doğdu. Büyük medya şirketleri, ünlüler, reklamcılar ve platform sahipleri bugün de çevrimiçi söylemi merkezileştiren elitler. Büyük kurumsal ve siyasal aktörler, burada da söylemin oluşumunu büyük oranda belirliyor.
Geleneksel medyanın zirvesinde yer alan isimler sosyal medyanın da en çok izlenenleri. Instagram’ın takipçi rekorları, futbolcular Christiano Ronaldo, Lionel Messi, şarkıcı ve aktris Selena Gomez gibi isimler tarafından kırılıyor. X’te (Twitter) “dükkânın sahibi” Elon Musk’ı eski ABD Başkanı Obama, yeni Başkan Trump, Hindistan Başbakanı Modi gibi isimler izliyor. Aralarda yine Ronaldo ve şarkıcı Rihanna gibi ünlüler var.
Yani sosyal medya aslında kapanan küresel müzik kanalı MTV’nin ve eski popüler ana akım TV kanallarının yerini çoktan almış durumda. Geleneksel ve yeni medya arasında büyük bir geçişkenlik var.
Bugün sosyal medya sadece bir mecra değil, algoritmik bir denetim sistemi. Ne izleyeceğimizi, neyi beğeneceğimizi, neye kızacağımızı, kiminle bağ kuracağımızı belirliyor.
Ve bunu reklam gelirini artırmak için yapıyor. Üstelik iktidar sahipleriyle de iyi geçiniyorlar. Giderek artan şekilde otokrat liderlerin muhaliflerin sesini kısma talebine boyun eğiyorlar.
Duymak istediğimiz sesi güçlükle duyuyoruz ama “önerilen içerik” hiç bitmiyor. Güçlü olanın daha görünür olduğu, zayıf seslerin kaybolduğu bir düzende evde, okulda, işte aralarda, yolda, gece yatakta kültür endüstrisi 2.0 ile kuşatılmış haldeyiz.
“DİJİTAL DETOKS” İYİLEŞTİRİR Mİ?
Bir avuç şirketin denetimindeki internet, son yıllarda yapay zekâ araçlarını da kullanımımıza sundu. Deneyimimiz, akil insandan Güzin Abla’ya evirilen sohbet araçlarıyla şekillenirken ekranındaki yapay zekâ dil modeli ara yüzüyle duygusal etkileşime girenlerden bahsediliyor artık. Bir ünlünün ekranda sürekli karşımıza çıkan suretiyle başlayan sanal ilişki, her an muhabbete hazır, dalkavukluğa yatkın kişiselleştirilmiş yapay zekâ sohbet asistanlarıyla sürüyor.
Bu yüzden parasosyal etkileşim kavramının arşivden çıkarılıp yeniden gündeme sokulması sürpriz değil. Ancak sorunun kökenleri en az psikoloji kadar siyaset bilimi ve sosyolojinin alanına giriyor. Yaşanan süreç de ana hatlarıyla 70 yıl öncesinden çok farklı değil, fail “kültür endüstrisi”.
Sistem, bizi akıllı telefon ekranına daha çok baktırmak üzere işletiliyor. Orada ne kadar çok zaman geçirirsek o kadar reklâm tüketiyoruz. Burada da milyonlarca takipçili şöhretler baş rolde. Dizilere oyuncu seçilirken bile yeteneği kadar, hatta bazen daha çok, Instagram takipçi sayılarına bakılıyor.
“Dijital detoks” gerekiyorsa, bu, temelde dijital ortam zehir ürettiği için. Hal böyleyken kazancını ilgi ekonomisi üzerinden sağlayan farklı aktörler tek bir ağızdan haykırıyor: “Medya okur-yazarlığı eksik…” Ortadaki sistem sorunuyken suçu kullanıcıya atmak platform sahiplerinin en sevdiği kaçış yolu. Dijital medya okur yazarlığı kampanyaları düzenlemek kendi sistemlerini rehabilite etmekten daha masrafsız ne de olsa.
Yaşam pratiğimiz “beğenmezsen kullanma” denemeyecek kadar bu araçlara bağımlı halde. Dolayısıyla çözüm internetten ya da yapay zekâ modellerinden vazgeçmek değil. Tersine, onları kâr odaklı değil, toplumsal fayda odaklı işletecek sistemi düşünmek gerekiyor.




