Xezal ile Suriçi’ni görmek ve 103 gün yasağın olduğu sokaklarında yürümek istiyorum. Suriçi’nin ana caddesinde zırhlı araçlar dolaşıyor, her yer polis… Hasanpaşa Hanı’nı geçtiğimizde beton bloklarla kapatılmış sokaklar gözüme çarpıyor. Çatışmaların olduğu bölgeye girmek mümkün değil.
Sur’un her sokağı beton bloklarla kapatılmış! Büyük İskender gelip Amed’i ele geçirdiğinde kuçelerini beton bloklarla kapatmamıştı…
Bir katliam oyununun hazin ve kanlı bir sahnesi;103 gün sürdü, evleri top mermileriyle darbelendi ve kuçelerinde 16 yaşındaki Rozerin Çukur gibi onlarca insan bedeni parçalandı. Kuçeleri(Sokakları)’nin mahremi silahlı adamlarca kirletildi!
***
5 km uzunluğundaki Surların içine kurulu olan ilçe adeta Diyarbakır’ın kendisidir. Suriçi, Karacadağ’ın lavları üzerinde kurulu ve 30’a yakın uygarlığın izleriyle doludur.
Tarihi M.Ö 7500’lere kadar uzanır.
Sırasıyla Huruler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender ve Osmanlılar gibi dönemlerinin büyük uygarlıklarına beşiklik etmiştir. Bu zengin uygarlık geçişkenliği nedeniyle bugün adeta ‘açık hava yazıtlar müzesi’ gibidir…
Bugün, ‘açık hava yazıtlar müzesi’nde tank ve polis zırhlı araçları dolaşıyor ve insan yüzleri asık, gergin ve ürkek.
Onlarca kültüre ev sahiplii yapan şehir bugün yasaklı bir dilin mekanı… Kürt dilini modern edebiyatla dünyaya tanıtan tek edebiyatçı Mehmet Uzun’un aşık olduğu şehir… Uzun, kanser hastası olduğunda ‘yukarı Mezopotamya’nın şifa kaynağına’ gelmişti… Sur’da şifa aramıştı!
Surlar her yer gibi ahalisinin, kuçelerinde büyüyenlerin şifası…
***
Kazım Altıntaş’da Suriçi’nin aşıklarındandı… 1946 yılında Lice’ye bağlı mıstan köyünde doğru ancak daha çocukken Diyarbakır’da yaşamaya başladı. Suriçi’nde dayısının kızı Fatma ile tanıştı ve evlendi. 6 cocukları oldu. Yıllar sonra Suriçi’nden Diclekent’e taşındığında da Suriçi’yle bağını koparmadı. Her sabah evden çıkar gençliğinin, eşi Fatma’nın ellerini ilk tuttuğu, ilk çocuğu Makbule’nin doğduğu, ilk kez santranç oynadığı sokaklarına yürürdü. Bu onun rutiniydi ve onu mutlu ediyordu. Enerjikti ve hayatı seviyordu. Suriçi’ne gitmediği gün kendini hasta ve yalnız hissederdi.
Kazım Altıntaş’ın şifası Suriçi’ydi… O şifası Aralık 2016’da tanlarla kuşatıldı ve yürüdüğü sokaklara bir daha yürüyemedi. Rutini bozulmuştu ve evden çıkamaz olmuştu… sabah akşam Tv’nin karşısına kuruldu ve oradan gelecek haberleri izliyordu. Gelen her ölüm haberi ve kulaklarına kadar gelen patlama ve silah sesleri onu üzüyordu. DBP ve HDP’nin Sur’daki ablukanın kırılması için yaptığı sokağa çıkma çağrılarının tümüne uydu ve oraya yürümek istedi ancak panzerler ve toma’lar gitmesine izin vermedi.
Suriçi ve Cizre’den insan çığlıkları yükseliyordu… Cudi ve Sur mahallelerinin bodrumlarında yüzlerce Kürt kızı ve erkeği kuşatılmıştı. Gülistan Üstün, Mehmet Tunç, Derya Koç, Mehmet Yavuzer ve Rozerin Çukur o bodrumlarda aç ve yaralıydı; üzerlerine tanklar ölüm kusuyordu. HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız Cizre’de bodrumlarda kuşatılan Kürt gençlerinin avazını Med Nuce tv’den dünyaya duyurma çabasındaydı.
Kazım Altıntaş, Tv’den Faysal Sarıyıldız’ı dinliyordu. İnsanlar canlı yayında ölümü bekliyorlardı ve sokaklar sessizdi. Daraldı, nefes almakta zorlandı ve öfkelendi, Tv’nin fişini çekti. Tüm gece Cizre bodrumlarında ölümü bekleyen gençleri düşündü, bir an kendini orada hissetti onlarla empati kurdu. Yatağına uzandı uyuyamadı. Nefes almakta zorlandı. Sabaha karşı Fatma’yı uyandırdı, midesi bulanıyordu. Hastaneye gittiler. İlk muayene ardından acilen ameliyata aldılar. Beyin kanaması geçiriyordu.
***
Ameliyatı başarılı geçti ve iyileşti. Ancak hafızasının son bir yılı yoktu. Kazım hafızasını yitirdiğinde Suriçi’nin son bir yılına dair her şeyi silip atmıştı. Suriçi toplarla vurulurken, Cizre bodrumlarında genç kadın ve erkekler can çekişirken engel olamamanın acısıyla hafızasını da alıp gitti…
Kazım’ın annesi kardeşinin Şeyh Sait isyanında yakalanıp başı kesilince kardeşinin acısından akli dengesini kaybetti. Kazım ise kardeşlerinin katledilmesi ve evlerinin yıkılması karşısında hafızasını ve sağlığını kaybetti. Annesiyle kaderleri birdi…
Kızı Makbule, babasının Cizre bodrumlarını ve Sur’u hatırlamak istemediğini ve bu nedenle son bir yılı hafızasından sildiğini söylüyor. Eşi Fatma ise şöyle anlatıyor: “Kazım yemek yemeği reddetti. Yemek yemeyince vücudu zayıfladı ve yara enfeksiyon kaptı.”
Sanki yaşamak istemiyordu. Belli ki ruhu yaralıydı ve yaşama sevinci göçüp gitmişti. Yaşlı bedeni beslenemeyince Enfensiyon kalbine sıçradı… 12 Haziran 2016’da araştırma hastanesinde ölüme merhaba dediğinde şehadet parmağı havada son namazını kılmıştı.
***
Kızı Makbule anlatıyor: “Babam hümanist, müslüman ve devrimci bir adamdı. AKP ve Erdoğan’ın dini siyasete alet ettiğini ve Kuran-ı Kerim’e aykırı uygulamaları olduğunu söylerdi. (…) Sabah çıkıp akşam eve geliyordu. Ona ulaşamadığımız için bir gün telefon aldım, ‘çok gereksiz bir alet’ deyip duvara fırlattı. Kırıldı.” Kazım Altıntaş yaşlı bedenine rağmen şehir içi dolmuşa, otobüse binmiyordu. Sur’a, gençliğinin geçtiği sokaklara her sabah yürüyerek giderdi. Hayatı boyunca telefon kullanmadı ve teknolojiden uzak kaldı. Çevresine karşı duyarlıydı ve sağlıklı yaşamaya dikkat ederdi.
Sivil Cuma namazlarının ilk müdavimlerindendi. Her sabah Kuran-ı Kerim okurdu. Hacca gitmemişti lakin ibadete verdiği önem, bilge duruşu ve adil olmasından ötürü herkes hacı diyordu.
Kürt legal demokratik kurumlarının düzenlediği tüm aktivitelere katılmaya özen gösterirdi.
Emekçiydi ve Milli eğitim Müdürlüğünde hizmetli memurdu. Suriçi’nden çıkmıştı yine de evini satmadı, satmak istemedi. Evi ablasına oturması için verdi ve hiç kira almadı. Her yıl kendi elleriyle evin bakımını yapardı ve gözü gibi sevdiği evi yasak günlerinde yıkıldı.
Makbule’nin gözleri bir an kaydı, pencereden yüksek binalara baktı: “halamın küçük bir sandığı vardı. Aile arşivini orada saklıyordu. Suriçi’de çatışmalar başlayıp sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra halam evden hiçbir şey alamadan çıkmak zorunda kaldı. Çatışmalar süresince ev zarar görmedi. Ancak çatışmalar bittikten sonra polis ve askerler evimizi çevredeki onlarca ev gibi dozerlerle yıktılar. Evlerin harfiyatı içindeki eşyalarla Dicle kenarına döküldü.”
Evleri Kurşunlu Cami’nin hemen yanındaydı, sabah namazlarını orada kılıyordu ve kurşunlu camiyle birlikte ev de gitti…
***
Kazım’ın kızı Necmiye Sümerpark’da Sur ile dayanışma için yapılan fotoğraf sergisini gezerken biran durakladı, molozların arasında otuzlu yaşlarında bir adamın fotoğrafı…Fotoğraf renksiz ve epey eski. Dikkatlice baktı tanıdı; babasıydı. Aynı köşede bir başka fotoğrafı fark etti; Mehmet Altıntaş’ın fotoğrafıydı. Kazım’ın yeğeni, Necmiye’nin Kuzeni Mehmet… Mehmet de amcası gibi molozların içinden bakmıştı. Fotoğrafçı molozların içinden Mehmet ve Kazım’ın bakışlarını görmüş ve resmetmişti. Amca ve yeğen serginin aynı duvarında sergilenmişti…
Mehmet, inşaat mühendisiydi. Devlet Su işlerinde çalışıyordu. Evli ve iki çocuğu vardı. 1994 yılında sokakta yürürken silahlı saldırıya uğradı ve öldü. Binlerce faili meçhul gibi Mehmet’in de Failleri yıllarca bulunamadı. Ta ki 2000’li yıllarda devlet bağırsak temizliği yapma kararı verinceye kadar… Devlet hizbullah’ı tasfiye operasyonlarına başlayınca ölümüne ilişkin belgeler ortaya çıktı. Bir hizbullah itirafçısı ifadesinde, “Mehmet PKK sempatizanıydı, öldürdüm” dedi.
Birkaç amatör genç fotoğrafçı molozların içindeki yaşamları fotoğraflamıştı. Necmiye, genç amatör fotoğrafçıların çektiği iki kareyi –babası ve kuzeninin fotoğraflarını- 100 Tl vererek aldı.
Yeğen devletin beslediği hizbulkontra güçlerce katledilmişti amca ise devletin yıktığı sur’un acından gitmişti. İkisi o molozların içinde ve Sur sergisinde buluşmuşlardı…
Kazım yıllar önce yeğeni Mehmet’in defnedildiği Çifte Havuz Mezarlığına defnedildi. Kazım ve Mehmet yan yana yatıyorlar… Bir yanları Sur’a diğer yanları ise Hevsel Bahçelerine bakıyor…
Bütün aile albümünden Kazım ve Mehmet’in molozların içinden fotoğrafları kaldı. Altıntaş ailesinin ileri geleni, seveni, bileni olan APO’dan molozların içinden çıkan tek bir kare fotoğraf kaldı… Çocukların APO’su o molozlarlar birlikte göçüp gitti!
***
Sur’da kaç kişi hayatını kaybetti bilmiyoruz; 80 diyen de var 35 diyen de…
Rozer’in Çukur 8 Ocak 2016’da Suriçi’nde öldürüldü. Katledilen onlarca genç erkek ve kadın gibi Cenazesi aylarca ailesine verilmedi.
Amin maalouf ‘insanın anadiliyle bağını koparmak kadar tehlikeli birşey yok’ derken hakkıydı. Burada bağlar hem dille hem de tarihle kopartılıyor…
Suriçi’inin çocukları, ihtiyarları ve gençleri bu tehlikenin farkında oldular ve kültürleriyle bağ kurmayı sürdürüyorlar.
Sur’un genç kadın ve erkek Dengbejleri kuçelerinde ses vermeye devam ediyorlar… !