Taamüden’,’Kökünü arayan Çınar’,’Yele Yazılan Çınar’,’Tosbağa Avcısı’,’hasut’,’Faili Meçhul’ ve ‘Namekan’ adlı kitaplarıyla tanınan A. Sırrı Özbek, bu kez de İletişim Yayınları tarafından yayımlanan ‘’Söyle Zilan’’ romanıyla okurun karşısına çıktı.
Hukukçu kimliğini, daha çok insan hakları savunuculuğu mecrasında dillendiren A. Sırrı Özbek, iki dönem (17 ve18) milletvekilliği de yapmış üretken bir yazardır.
İsyanın çığlığı, şiirleşerek büyüdü
Özbek, Kürt tarihinde önemli bir kesit olan Ağrı Dağı İsyanı’nı tüm boyutlarıyla anlatırken bir çok şair ve yazarın özdeyiş ve şiirini; isyan günlerine,toplum vicdanında kabuk bağlamamış yaralara tanıklık etmeleri için ‘’Söyle Zilan’’a davet eder. Böyle yapmakla da romanı nasıl titiz bir çalışma ve hasas bir ruhun imgeleminde yazdığını hissettirerek gözler önüne seriyor.
‘’Söyle Zilan’’ı okuduğumda A. Sırrı Özbek’in; yaşanmış acı, hüzün, aşk, sürgün ve isyanı, okurun belleğinde canlı tutmak için zengin anlamlar barındıran bir anlatım yolunu tercih ettiğine tanıklık ettim. Olaylar ve karekterleri anlatırken, gündelik hayatlarının ayrıntılarına girmiş, bugünden düne; hünermend ve dengbejlerin sesinden yolculuk yapmış.
A.Sırrı Özbek,‘’Sese şekil vermenin, sesin ruhunu ortaya dökmenin zamanı.’’ diyerek, Gelîyê Zîla sürgünlerinin acı, özlem ve hüznünü Akbük’ten, Ege’nin mavi sularına bıraktığında Ağrı Dağı İsyanı çığlığı ‘’Söyle Zilan’’ da,şiirleşerek, kılamlı yüreklerde bir kez daha büyüyerek karşımıza çıktığını göreceksiniz.
O ses, bir halkın öyküsüdür
A. Sırrı özbek,’’ Zilan’ın hikayesini destansı bir dille, yüreklere dokunan bir sesle anlatıyor.’’ Romandaki kahramanlar, kaygılı olmalarına rahmen asla korkak değiller. Kadın-çocuk demeden aileleriyle birlikte Ağrı Dağı’nın en yükseğine çıkıp kendilerine yeni bir yaşam alanı yaratmışlar. Düşmanın saldırısına karşı kendilerini savunmak için değişik irili- ufaklı cephelerde savaşmanın yanı sıra; Ağrı Dağı’ndaki her mevsimin hüzün, acı ve mutluluğunu bir arada hissederek yaşamayı başarmışlar.
‘’Söyle Zilan’’, Osmanlı ve Cumhuriyet İktidarları döneminde devletin yanında yer alarak bir çok ülkeyle değişik cephelerde savaşarak, zaferler kazanmış Bıro Heski Telli’nin (İbrahim Ağa) 1926 tarihinde uygulamaya konulan Kürt liderlerinin Sürgün Yasası’na karşı çıkarak, Ağrı Dağı’na sığınıp başlattığı direniş hareketiyle başlar.
(…) Bıro’dan daha iyi kimse bilemezdi, diğer bütün dağlar gibi Ağrı Dağı’nın mazlumları nasıl sevdiğini, onlara kucak açtığını ve tıpkı ilk çocuğunu bütün sevgi ve şefkatiyle bağrına basan bir ana gibi olduğunu. Dağlar ister aman bilmez, ister yol vermez olsunlar, her zaman muhakkak bir bildikleri vardır.(…)
1926-1930 yılları arasında yaşanan Ağrı Dağı İsyanı, zamanla amaç ve hedeflerini değiştirir. 5 Ekim 1927 tarihinde lübnan’da kurulan Xoybûn (Bağımsızlık) Örgütü’nün İhsan Nuri Paşa’yı görevlendirip Ağrı Dağı İsyanı’na yeniden yön vermesiyle isyan, el değiştirerek ulusal kurtuluş mücadalesi hareketine dönüşür.
Bu isyanın en belirgin bir başka özelliği de kadınların, erkeklerle birlikte silahlı mücadeleye fiilen katılıyor olmalarıdır.
Bir çok yenilginin yanında büyük başarılar da kazanan bu isyan, uluslararası bir boyut kazanmasından sonra teleşa kapılan Türk Cumhuriyeti iktidarı, salih (Omurtak) Paşa’yı olağanüstü yetkilerle görevlendirip sayısız savaş uçaklarıyla birlikte bölgeye göndermesiyle 13 Temmuz 1930 tarihinde; Zilan Deresi bölgesinde‘’Gelîyê Zîlan’’da 44 köyün ateşe verilerek, resmi kayıtlara göre 15 bin, gayri resmi kayıtlara göre çocuk-kadın demeden 50 bin kişinin katletmesiyle isyan bastırılır.
‘’Söyle Zilan’’ı okuyup bittirdiğimde kanayan o yaranın sesini bir kez daha duydum.
O ses; ‘’Kürtlerin Glîdax ya da Agirî, Ermenilerin Ararat dedikleri Ağrı dağı zirvesi(…)’’nde, Gelîyê Zîla’da; asimile edilmeye çalışılmış,kendi kültüründen yoksun bırakılmış, kendi toprağından sürgüne zorlanmış bir halkın öyküsünü hep anlatır!
Söyle Zilan, A. Sırrı Özbek, İletişim Yay, 2019