‘Diken’ okuru olup da malum videoları seyretmeyen yoktur. Büyük çoğunluğu o kadar da sır olmayan, ancak geleneksel riyakârlık pratiğimiz nedeniyle bazı kesimlerin ‘sürpriz’ muamelesi yaptığı, berbat hikâyeler, iddialar.
Üzerine çok yazılıp çizilir nasıl olsa, ancak yeri gelmişken, Marx’ın, Hegel’in yargısına yaptığı o meşhur ‘ekleme’yi anmadan geçmek olmaz: “Büyük tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez tekrar eder (Hegel’e göre). Hegel eklemeyi unutmuş, ilkinde trajedi, ikincisinde fars olarak.” Bu kez, hem tarih hem bilişimdeki ilerleme nedeniyle, yorucu bir ‘fars’la yüz yüzeyiz.
Başarılamayan sevecen görünme çabası, laubalilik, tedirginlik, tedirginliğe eşlik eden halinden memnuniyet, ‘yüksek yerlerde tanıdıklar‘ı olmaktan kaynaklanan güç ilüzyonu, temelsiz özgüven, hırs…
Sembolik değeri olan o ‘kaykılma‘, yalnızca bedenin görünümüyle ilgili bir hal değil, devasa cüssesiyle hayatlarımızın orta yerine ‘çöken’ bir zihniyet ve üslup. Çok ciddi işleri, hiçbir ciddiyet kaygısı olmaksızın ele alma ve ‘idare etme’ eğilimi. Bir dili bilmeden o dilde yazar olmak gibi. Neyi yönettiğini umursamadan, yönetme isteği gibi. Habersiz olduğu konu üzerine konuşma tutkusu, gibi.
Gazetecilik? “Ben gazeteciyim ve köşe yazıyorum.” Neden? Çünkü gazeteci görünmek, yazmak, yorum yapmak istiyorum. Nasıl yapacaksın peki? Kaykılarak. Gerekli eğitime, birikime, bakış açılarına vs. ihtiyaç yok. Yapabilir, çünkü yapabileceğini düşünüyor, kaykılmış. Güzel para var, işini bilirsen akıyor, yaa olur be abi, yazı mazı takılmamak lazım onlar ayrıntı, sıkıntı yok, atacağımız manşet geldi mi, bugün neyi savunuyoruz, canımsın…
‘Kaykılan’ın alameti olan yol yordam, akla gelebilecek her alan ve konuda geçerli. Akademiyen olabilirim, tez yazabilirim, ders anlatabilirim, bürokraside en üst düzeyde yönetebilirim, siyaset yapabilirim, tüm özel ve kamu kurumlarının yönetim kurulu üyesi olabilirim, her yerden huzur içinde huzur hakkı alabilirim, kitap yazabilirim, hatta yeteri kadar laiksem yüzlerce sayfalık biyografileri dahi tek kaynak göstermeden yazabilirim, ‘çok satan’ olabilirim, gazetecilik yapabilirim, TV yorumculuğu ha keza, rektör olabilirim, büyük servetler edinebilirim, ben her yerde her şey olabilirim! Misal, büyükelçilik yapabilirim, deneyime, meslek bilgisine gerek yok, biraz dil ve harita bilgisi yeter de artar, gerisi Allah kerim! Sor, sor bak Fransa’nın yerini, nasıl hemen gösteriyor haritada, kaykılan.
Ayrıcalıklı olduğuna samimiyetle inananların, bir işin gerektirdiği hiçbir niteliğe sahip olmayıp o işin üstesinden gelebileceğini düşünenlerin, ürkütücü ve bezdirici ruh hali. Emek harcamak, ellerinin kiri. Bize, topluma, çabayla hak edilmesi gereken ne var ne yoksa tümüne, kaykıldıkları zaviyeden bakıyorlar. Mabatlarının kenarıyla. Olur yaa, yapılır abi, ne gerekiyor, çözeriz sıkıntı yok, o görev bitince şu kurumda bir yönetim kurulu üyeliği, hallolur, canımsın, dava noktasında…
İdare anlayışı ile o anlayışın çevresindeki dalkavuk halesinin ‘kaykılma’sı arasında, birbirini besleyen bir ilişki var. Yalnızca bir iki yıl içinde çok sayıda geleneksel kurumun varlığına son vermek, yüz yıllık ‘hükümet biçimi‘ni çöpe atmak, yerine benzersiz bir sistem getirmek, bürokrasiyi altüst etmek, asırlık bir üniversiteye bir gecede rektör atayıp diğer gece iki yeni fakülte açabilmek… Kaykılarak.
Ne demişti o rektör, “Altı ayda çözülür.” Olur yaa, hallolur, alışırlar, neye alıştırmadık ki. Sıkıntı yok, rahat olun biraz rahat, hadi bilemedin yedi ay, çözülüüür, bak aklıma ne geldi, yönetimde çoğunluk için üç fakülte açıp eleman mı getirsek biraz, hay yaşa, ya da iki fakülte, tamam iki olsun şimdilik, gerekirse üçüncü dördüncü, hallolur. Nasıl, o ‘kaykılma’yı hayal edebildiniz mi?
En güzel, en mükemmel, harikulade bir anayasa değişikliğiyle memleketi uçuracak sistemi getirdikten iki-üç yıl sonra, yeni bir anayasa önermek! Şöyle hafifçe kaykılarak.
Bir anda, bir kişiyi yüzde 50’ye ve olmadık ittifaklara mahkum ettiğini fark etmek, örneğin. Kimler ‘halletmişti’ o anayasa değişikliğini, nasıl bir ruh haliyle, isimlerini biliyor musunuz müelliflerin? Ne düşünmüşlerdir yazarken? Biraz ‘kaykılarak’ hazırlanmış hissi uyandırmıyor mu sizde de?
On binlerce insan KHK’ler ile işinden atıldı ve atanların tabiriyle ‘sivil ölüm‘e terk edildi. O KHK’lere bakınca, listeleri hazırlayanlardaki ‘kaykılmışlığı’ fark ediyor musunuz?
Ya imzaları atanlar? Hatırlayın, “Canım biz tüm listeleri tek tek kontrol edemeyiz ki” demişti kimi iktidar mensupları; “Kurumlar gönderiyor, yetki onlarda, on binlerce isim nihayetinde.” “Tabii kurunun yanında yaş da yanmış olabilir” cümlesini ekleyenler olmuştu, kaykılarak. “Biz listelere bakmadık ki, önümüze geleni imzaladık” incileri hakkında ne düşünmeli? Kaykılarak, yana, şöyle hafifçe…
Çok muhtemeldir ki yasa dışılıkla en ‘iltisaklı’ tipler, büyük korkuları olanlar, en vahim kıyımları yaptı kamu kurumlarında, üniversitelerde. Onca insanın adını yazıverdiler listelere. Nasıl bir rahatlık gerekiyor sizce, bu işleri yapabilmek için? Yaz yahu yaz, sayın beyefendi çok mu oldu böyle, oğlum elini korkak alıştırma yaz, sayı çok olsun dolgun görünür, haklısınız kimseyi atmazsak dikkat çekeriz, ya tabii ya dert etme sen yaz gitsin, şunları da ekliyorum o zaman, ekle yav ekle sayıyla mı verdiler bu teröristleri…
Haltlarını örtbas etmek için önüne gelenin canını yakmaktan, muhalifleri hedef göstermekten bir an olsun geri durmayan idareciler, akıl almaz kararlara imza atan bağımsız yargı, yalan dolanı manşet yapan basın mensupları, her düzeyde vıcık vıcık ilişkiler. Neyse ki yalnızca kurnazlar, hepsi bu. Eh, kurnazlıkla bir yere kadar.
Şöyle hafifçe yana kaykılarak… Nargile şart değil, sağlığa zararlı nihayetinde.