Kuran’ın ve İslâm’ın politik perspektifi nedir ve nasıl olmalıdır? Bu konularda araştırmaları ile tanıdığımız teolog İlhami Güler politik teoloji diline son derece hâkim bir akademisyen. Yazarın politikayı teoloji ile birleştirirken her iki alana olan hâkimiyetini rahatlıkla hissedebilirsiniz. Yıllardır bu konularda çeşitli vesilelerle konuşmalar yapıp yazılar yayınlayan İlhami Güler, son kitabıyla da bu konuda bir kez daha söyleyecek sözünün olduğunu bizlere gösterdi. İslâm insanın hayatının her anına, her dönemine hitap eden bir dindir. Bunu Kuran‘da çok rahat görebiliriz.
İlhami Güler, özellikle politik açıdan birçok teologdan farklı düşünür. (Yazar kendisini teolog olarak tanıttığı için, ben de burada ilahiyatçıdan daha çok teolog unvanını kullanmak istedim.) O her şeyden önce düşüncenin sürekliliğinden bahseder. Özellikle techidden, ictihaddan bahsederek Müslümanların bugünkü geri kalmış durumlarından kurtuluşunu ancak bunları yapmaya bağlar. Bununla birlikte insanın en büyük sorumluluğunu ahlaklı olmak olarak tanımlar. Her şeyden önemlisi İslâm’ın her çağa söyleyecek yeni bir şeylerinin olduğunu daima vurgular.
Kuran‘i politik açıdan okuma ve bunun üzerine iddialı bir dil geliştirmenin kolay bir iş olmadığını bilmek gerekir. Bunu hakkını vererek yapabilmek için; öncelikle Kuran’ı çok iyi bilmek gerekir. Bununla birlikte dünyayı ve dünyada yapılan politikayı ve politikanın tarihi sürecini çok iyi okumak gerekmektedir. Ancak bu şekilde Kuranı politik açıdan iyi bir şekilde okumak mümkün olur.
Bugünlerde Türkiye‘de artan bir ilgi ile gelişen “Kurtuluş Teolojisi“ veya diğer adıyla “Direniş Teolojisi“ne artan ilgi önemli olsa gerek. Kurtuluş Teolojisi daha çok Latin Amerika da 60 ’lı yıllarda gelişmeye başlayan bir hareket. Bu hareket uzun bir süreden beri ilgi görmeye devam ediyor.
Prof. Dr. İlhami Güler tarafından kaleme alınan Direniş Teolojisi adlı kitapta, yazar daha çok bir teolog gözüyle, kendi sunmuş olduğu örneklerle ve çözüm yollarıyla direniş teolojisine olan ihtiyaçtan ve Türkiye’deki yerel direniş teolojisinin nasıl olması gerektiğinden bahseder.
Direniş teolojisine olan ihtiyacı su cümlelerle ifade eder: “Bugün ihtiyacımız olan şey, egemen iktidarlara yamanmış dogmatik teolojilerin (tuzu kuruların) ve dinsel kurumların ve söylemlerin arasındaki “diyalog“ değil; Güney Afrika ve İsrail ırkçı rejimlerine karşı, ezilen Müslümanların ve Hıristiyanların, Güney Afrika ve Lübnan’da ortaya koyduğu örneklikteki gibi, Dünya Sosyal Konseyi örgütlenmelerinde olduğu gibi, dinler arası ve halklar arası “dayanışma“ ve direniştir.“ (S.11)
“Dünya Halklarının bugün acilen ihtiyacını duyduğu şey, küresel kapitalizme, sömürüye karşı mazlumların ve mağdurların küresel bir, dinler ve hatta dürüst dinsizler ile dayanışmasıdır. Çünkü mazlumun dini sorulmaz ve dünya küfürle devam eder; fakat zulümle devam edemez; etmemeli.“ (S.12)
Yazar, Avrupa’yı dine bakışında daha dürüst ve açık olmakla överken, Avrupa’nın dinsizliğini Amerika’nın muhafazakârlığından çok daha ahlaklı ve modern bulur. İnsanlarla veya toplumla ilişki kurmanın ve kesmenin sadece ahlaka oturtularak oluşturulabileceği kanısındadır. Özellikle, siyasette Machiavelli her şeyi çıkar iliksisine dayandırdığı ve ahlaki siyasetten ayırdığı için Machiavelli tarz-ı siyasetinin amacını yalnızca iktidara sahip olmak, çıkar sağlamak seklinde özetler. Siyasette ahlaka olan ihtiyacı şöyle dillendirir: “Ahlaki olup olmadığına bakmaksızın ‚ulusal çıkarı gözetmeyi siyaset sananları Allah şöyle kınıyor: “Siz acil menfaati tercih edip ahireti bırakıyorsunuz 75/10”. ( S. 32) Siyasette ön plana çıkarılacaksa ve siyaset yapılacaksa Ahlaka dayalı siyasetin tek doğru bir siyaset tarzı olduğunu söyler.
Türkiye‘de yapılan siyasette üç tarz ve istismarı sürekli yapılan siyaset tarzı olduğunu ve bunların: Milliyetçilik, Dincilik ve Atatürkçülük olduğunu söyler.
Bunlardan kendisinin en çok eleştiriye tabî tuttuğu “dincilik” yapan daha doğrusu dini kullanan siyaset tarzıdır. Yazara göre siyasette ve kamuda din dilini kullanmamak gerekir. Ona göre ve daim vurguladığı ideal olan ise ahlaka dayalı bir siyaset tarzıdır.
Türkiye’de askerî bürokrasinin eleştirilemeyişinin tarihi teolojik kodları olduğunu söyler ve bunları şöyle açıklar: “Halkımızın büyük bir bölümü, hala “asker“ bir millet olmayı övünç kaynağı olarak görmekte ve her Türk’ün asker doğduğunu söylemektedir. Siyasetçilerimiz ise sürekli “Ordu milletin bağrından çıkmıştır“, “Ordu milletimizin gözbebeğidir“ sözleriyle şirinlikler yapmaktadır. Oysa sormak gerekmez mi, ordu milletimizin bağrından çıkmış da, zavallı öğretmenlerimiz, öğretim üyelerimiz, doktorlarımız, hâkimlerimiz, ziraatçilerimiz… Milletimizin neresinden çıkmıştır? Ordu milletimizin gözbebeği ise, adliye, üniversite, diyanet, defterdarlık… vs. milletimizin nesidir? “( S.118). İlhami Güler burada ister halk olarak ister siyasetçi olarak Türkiye’deki insanlardaki asıl problemin, zihinlerdeki Allah tasavvurunda ve itaat kültüründe olduğunu ifade eder.
Kitabın sonlarına doğru, yazar bir anti muhafazakâr olarak muhafazakârlık konusunu uzunca işlemiştir. Türkiye muhafazakârlığının övüp övüp bitiremediği Amerikan muhafazakârlığını örnek aldığını, Amerikan muhafazakârlığının ikiyüzlü olduğunu dile getirir. Yazar muhafazakârlık ile dinin ayrımını şöyle yapmaktadır: “Din, günaha ve baskılara karşı direniş; muhafazakârlık ise, bunlara boyun eğme ve katlanma anlamında “sabır“ dır. Din ( iman – ahlak) günesin aydınlığında yürümek için iken; muhafazakârlık, köre rehberlik etme, gece karanlığındaki ateş böceği veya gece fenerle yol bulmadır. Din, insanin saygı ve huşu ile kendini Tanrı huzurunda hissetmesi ve onunla daimi bir ahlaki misillemeler “beraberliği, meiyyet“ ve insanlara karşı derin ve daimi bir merhamet ve ahlaki sorumluluk iken; muhafazakârlık, paketlenmiş kurumlanmış, kurallaşmış, part – time ezberlenmiş-alışılmış davranış setidir. “(S.160) Bu tahlilden sonra muhafazakârlığın dini bağlamında ahlaksızlık ve imansızlığa mukabil olduğunu belirtir.
Türkiye’deki muhafazakârlığın ahlaki tabansızlığına da vurgu yapan İlhami Güler Türkiye’deki muhafazakârlığın politik ve ahlaki genetiğini de şöyle açıklar: Altmışta politik muhafazakârlığın lideri idama mahkûm edildiğinde kimsenin gıkının çıkmaması, politik muhafazakârlığın ahlaki karakterini ele vermesi açısından önemli bir gösterge olarak görür. “Allah hakkı” olan ibadetlerine ( oruç, hac, namaz, kurban, zekât) bağlılığını yüksek oranlarda yerine getiren Anadolu insanının, dürüstlük, hakkaniyet, adalet gibi “kul hakkı“ veya “kamu hakkı“ söz konusu olduğunda oralı olmaması, bu topraklardaki muhafazakârlığın genetiğidir. ( S.161)
Son yıllarda muhafazakârlığın prim yaptığı Türkiye’de, özellikle kendini muhafazakâr olarak tanımlayan siyasetçiler ve halk bunları iyi düşünmek zorundadır. İlhami Güler açık sözlü, ahlaklı bir entelektüel. Düşündüklerini ve yazdıklarını cesurca ifade etmesi onun söylediklerini daha da önemli kılıyor. Son olarak diyebiliriz ki, Direniş Teolojisi adlı kitap herkesin, her kesimin okuması gereken, faydalı bir eser. Bu eserinden dolayı İlhami Güler’ e toplum olarak bir teşekkür borçlu olduğumuz düşüncesindeyim.