Erdoğan-Davutoğlu yönetimi 7 Haziran seçiminde kaybettiği oyları, 1 Kasım seçiminde; 1) Biz tek başımıza iktidar olmazsak “Beyaz Toroslar” sokaklara iner, çatışmalar yeniden başlar iddialarıyla halkın sırtına silah dayayarak; 2) Biz tek başımıza iktidar olmazsak, istikrarsızlık olur, kimsenin yarın ne olacağını bilmediği, ekonomik ve siyasi bir kaos ortamı doğar propagandasıyla geri aldı.
AKP, daha doğrusu Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin, iktidarı tek başına aldıktan sonra Türkiye’yi getirdiği yer; “terörle mücadele” adına özgürlüklerin, insan haklarının ayaklar altına alındığı, kentlerin top ateşine tutularak halkın boyun eğmesi için sokak savaşlarının yürütüldüğü, bir Kürt-Türk savaşına doğru koşar adım gidildiği, dış politikanın bir yandan bölge ülkelerinde istihbarat örgütleri ve örtülü operasyonlarla yürütüldüğü, öte yandan Cumhurbaşkanının bir gün ABD’ye, öbür gün Rusya’ya, AB’ye, BM’ye “savaş” ilan ettiği, ekonomide de bozulma sinyallerinin arttığı bir Türkiye olmuştur.
Onun içindir ki; “Ne olacak bu memleketin hali?”, “Memleket nereye sürükleniyor?” sorusu hemen her çevrede giderek büyüyen bir soru haline gelmiştir.
HALK GİDİŞATTAN ENDİŞELİ!
Kısacası “barış ve istikrar” vaadiyle halktan oy alan AKP, geçen beş ay içinde, ülkeyi bir “iç savaş”ın ve bölgedeki çatışma ve mezhep savaşlarının tarafı haline getiren girişimleriyle, ülkenin geleceğini düşünen her vatandaşı endişeye sevk etmiştir.
“Ülke nereye sürükleniyor?” içerikli sorular sadece bir endişe düzeyinde kaldığında elbette ki, ülkeyi böyle bir badireye sürükleyen politikaların sahiplerini hiç rahatsız etmemektedir. Tersine onların kendi amaçlarına varması için bu sisli hava, savaş ve çatışmaların yarattığı karamsarlık ortamı bir fırsat olmaktadır. Çünkü onlar yarattıkları alacakaranlığı, kendi amaçlarını tüm halkın çıkarı olarak yutturmak için kullanmaktadırlar.
Bu yüzden de zaman sadece “Ülke nereye sürükleniyor”, “AKP iktidarının amacı nedir?” gibi sorular sormakla yetinme zamanı değil. Zaman bu soruların yanıtlarını açıklamakla yetinmenin zamanı da değil.
‘BİZ NE YAPMALIYIZ’ SORUSUNUN YANITI ÇOK ÖNEMLİ!
Elbette bu soruların yaygınlaşması, bu sorulara herkesin anlayacağı kadar açık yanıtlar vermek de çok önemli ama daha önemlisi; bu gidişata nasıl dur deneceğidir. Nitekim, “Memleket nereye sürükleniyor?” tartışması az çok istikrarlı biçimde yürütüldüğünde, hemen her zaman, “Öyleyse bu gidişata nasıl müdahale edilmelidir”, “Öyleyse biz ne yapmalıyız?” sorusuna gelinmektedir.
Türkiye’nin demokrasi güçlerinin mücadele birikimi içinde, birbirine sıkı sıkıya bağlı bu üç sorunun da yanıtı vardır. Bu yüzden bu üç soru etrafında tartışmayı işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, her çevrede tartışmaya açmak; ülkeyi bir yandan iç savaşa öte yandan bölgedeki mezhep savaşlarına sürükleyen Erdoğan-Davutoğlu yönetimi ve arkasındaki güçlere karşı Türkiye’nin özgürlük, demokrasi, barış isteyen tüm diri güçlerini birleştirmek yani “Öyleyse biz ne yapmalıyız?” sorusunun yanıtını pratikte vermek hayati önemdedir.
Evet ülkemizde barış ve demokrasi güçlerinin bir “barış ve demokrasi cephesi” için girişimleri var. Bugüne kadar edindikleri deneyimlerin yol göstericiliğine dayanarak, “ortak bir mücadele cephesi” oluşturulması için her şeyi yapacaklardır. Buna inanmak için hayati nedenler vardır. Bu ortak mücadele birliğinin engeli olarak çıkan grupçuluk, dayatmacılık, ideolojik kimi itirazların bir yana bırakılması için de çok fazla neden olduğu apaçıktır.
ORTAK MÜCADELEYE KATILMA ZAMANI!
Elbette merkezi olarak “ortak bir mücadele cephesi”nin oluşturulması önemlidir ve yerellerde de pek çok sorun çözülebilir. Ama “yukarıdan” bir sonuç almayı da beklemeden, yukarıdaki üç soru etrafındaki tartışmayı yerellerde açmak, yerelin özelliklerini ve imkanlarını da değerlendirerek; illerde, ilçelerde, emekçi semtlerinde, hizmet ve üretim birimlerinde bu mücadeleyi örgütlemek, yığınların mücadelede yer alması için belirleyici önemde olacaktır. Hele de ülkemizde yukarıdaki tartışmaların, “temsili girişimlerin” yığınları harekete geçirme alışkanlığı olmadığı dikkate alındığında!
Zaman karamsarlığa düşme, olup biten üstünden sonuçsuz tartışmalar yapma zamanı değildir!
Zaman, iktidardan ya da yereldeki olumsuzluklardan yakınma zamanı değildir!
Zaman, Türkiye’nin bütün diri güçlerini, hizmet ve üretim birimlerinden başlayarak, ülkeyi savaşa, özgürlüksüzlüğe, Orta Çağ karanlığına sürükleyen güçlerin karşısına dikmek için ortak mücadeleyi ilerletme zamanıdır!
Zaman “Öyleyse biz ne yapmalıyız?” sorusunu “Öyleyse ben ne yapmalıyım”a kadar götürerek, ortak mücadeleye elindeki bütün imkanlarla katılma zamanıdır!