Eğer katıksız bir megaloman değilseniz, düşüncelerinizin eksiksiz ve kesin bir sistematik içerdiğini iddia edemezsiniz. Fakat etik olarak tüm özgürlüklerin bağımsız ve adanmış bir savunucusu iseniz, tiranlara ve firavunlara yani insanı, hayatın her tarafından kıskaca alan, doğal kalma ve doğallaşma çabalarına karşı zor kullanarak insan hayatlarını belirleyen zalimlere karşı çıkarsınız. Onların mevcut “doğrularının” aslında kısmen ‘eksik olan’ bilginin kuşatılmasına dayanarak ayakta kaldığını bilir ve bilginin sınırlarını zorlamaktan asla vazgeçmezsiniz. Kendi doğrularınızı ve kendi içsel doğuşunuzu, kendi meşrebinizce açığa çıkartırsınız. Çünkü bir insana yapılacak en büyük zulmün, doğruyu ve hakikati kendi gönlünce ve aklınca bulmasına engel olmak olduğunu bilirsiniz.
Öznellikleri kalıplara sıkıştırmak için, insanların özgür seçimlerini engelleyen, yanıltıcı algılara başvurmak, hem suç hem de günahtır. Kendinizi ve bir kısım insanı aldatabilirsiniz ama Hakk’ı aldatabilmeniz hem olanaksız hem de büyük bir hüsran ve azaptır. İnsanları köleleştirerek yönetmek için başvurulan hilekârlık yolları, bu dünyada ve ahirette cehenneme çıkmaktadır. Bu nedenle bu dünyada insanı insan kılan en değerli olgu, özgür karar alma ve özgür seçme hakkıdır.
İnsanlığın değişim ve dönüşüm macerasında; dini, felsefeyi, sanatı, hukuku, ekonomiyi, ‘vazgeçilmez dogmatik saplantılar’ içine sıkıştırarak değil de, ‘hayatın doğallığını özgürleştiren farklılaşma güçleri’ olarak ele alabilirsiniz. Bu birinci yoldur. Fakat bunun yerine, bu dinamiklerden herhangi birinin, (örneğin ekonominin veya dinin) merkez-tali ilişkisi içinde, şabloncu bir reçeteyle en belirleyici güç olmasını ve katı iradevi bir bakışla, herhangi bir dinamiğin diğer dinamiklerin önüne geçip tekleşmesini isteyebilirsiniz. İnsanlığın geleceğini belirli bir noktada tutmak için, zorlayıcı ve tutucu bir düşünceye sahip olabilirsiniz. Bu ikinci yol, insanlığın çok yönlü çoğullaşma dinamiklerinin kısıtlanıp sıkışmasına neden olacak ve yaşayacağınız hayat, durağan bir enerjiyle başlangıçta neyse sonunda da öyle olan, tekdüze ve sıradan bir hayat halini alacaktır. Ama birinci yolu seçerseniz en başta oluşan kişiliğinize, yeni doğal ilaveler yaparak, renkten renge geçme ve rengârenk olma iradesi kazanacak ve yükselen bir enerjiyle her zaman bir parça daha farklılık kazanan bir insan olabilme özelliğine açılacaksınız. İşte o zaman, kâinatın ve doğanın içinde, bütün insanlarla en doğal şekilde, geçişken ve çok yönlü rizomatik bağlarla ortaklaşarak yaşayabilmenin, bu doğal uyum ve dengeye katılmaktan ibaret olduğunu anlamışsınız demektir.
Gerçek aşkın, ilâhi güçten akan duygusal bir ilhamdan kaynaklandığını, her tür estetik ve etik yaratıcılığın, bir an bile durağan olmayan rengârenk dokusuyla ve sürekli değişim gücü taşımasıyla, fark edilebilir bir ayrıcalık taşıdığını hissedeceksiniz. Bu durum, kişiye özel ve her insandaki özgün farkındalığın ve bütünsel gerçeğin; kaçınılmaz bir şekilde ve herhangi bir yönü ile sizin hayatınızda da ergeç açığa çıkma iradesidir. Âşkı, ilâhi gücü, ilham ve sanatı, durağan kılıp bir kalıba dökemezsiniz. İnsanın sıkıştıkça kaçtığı ya da korumak durumunda olduğu tüm bu doğal alanlar; aynı zamanda insanın mevcut sınırları sürekli zorlayarak, kendini yeniden var edebildiği ve içsel özgürlüğün sınırsız arayış heyecanıyla yeni bir doğuşu ve karşılıksız yaratma şevkini koruduğu alanlardır.
Böylece insanın bizzat kendisi, doğrudan yaratıcı kaynakla bağ kurabilir ve sonuçta insan; hayatın, doğanın ve kâinatın mânâsını, aklı ve sezgisiyle kavrayabilir. Ama ne yazık ki insanda varolan ve binbir farklı yol ile açığa çıkan bu güç, dünyevi değerler hiyerarşisi ile bastırılmaktadır. Hâlbuki zora dayalı tüm hiyerarşileri aşabilen insan, özneyi yani kendisini, kendisine rağmen var eden bütün iktidar alanlarının dışına çıkararak, sadece en aşkın olan güce teslim olduğunda, hayatın doğallığıyla buluşabilir. Bu buluşma aynı zamanda, sınırsız ve sonsuz olan Hakk ve hakkaniyet ile iç içe geçen bir özgürleşmedir.
İnsanın, Hakk’ın doğal rizom ağı içinde, özgürce farklılaşmaya, yenileşmeye ve ilerlemeye açık kalması, yeni kaynaşmalara açık tutulması doğal ve meşru olandır. Aslında rizom ağ, bu kaynaşma olasılıklarını sağlayan ve koruyan ilâhi, doğal bir ağdır.
İnsanın hayata dönük tek bir yüzünün, yani kalıplaştırılan tek bir kişiliğinin olması, ona derin bir ısdırab verir. İnsanın iç doğası da, dış doğa gibi farklı renklere, yollara açılan bir çoğullaşmaya uygun bir yaratılış arz eder. Doğa ve hayat, her zaman çoğulcudur ve sürekli farklılaşmalarla beslenerek gelişir. İnsanlık macerası, yeri zamanı geldiğinde değişebilme gücü taşıyanlarla ilerler. İnsan bütün hayatını; kişiliğini oluşturma ve korumaya adayabilir ama bu kişilik, ya tarihsel bir süreçle sınırlı ya da evrensel bir kişilikle sonsuz olabilir. Çağının dışına çıkmak, ilk çağlardan beri gelip, çağlar ötesine bakabilmek ve sürekli değişime açık evrensel bir kişiliği hedeflemek, insanlaşmanın mihenk taşıdır.
İnsanın tek bir yüze sahip olması yerine, hiçbir yüze sahip olmaması, durağan tek bir kişiliğe sahip olmak yerine, sürekli değiştiği için aslında hiçbir kişiliğe tam sahip olmaması, insanın doğallaşma serüveninde en önemli geçiş aşamasıdır. Bu geçiş, insanların çok istediği ama bir yandan da korktuğu, kendini bulma ve kendi doğallığı ile karşılaşma ve her suret ile hesaplaşarak arınma ve özgürleşmeye geçiştir. Ürkütücü ve garip gelebilir. Zordur ama sonunda kazanılan mutluluğun kıymeti, hiç bir değerle kıyaslanamaz. Bu geçide girmekten kaçınan insanlarsa, sürekli kalıplaştırılmış maskeleri takarak yaşamak zorunda olduklarını sananlardır ve onlar, kurgusal mevcudun içine kendini hapsedenlerdir. Kişiliği eksiksiz tamamlanmış, günahsız ve masum-u pâk olan seçkin insanlarsa çok istisnadır ve genelleştirilmeleri olanaksızdır.
Mevcudiyet/varoluş sınırsızdır, sınırlanması olanaksızdır. Saplantılara kananlar, ne gerçekten gülmekte ne de gerçekten ağlamaktadır. Onlar, doğal renklerini yitirmiş bir donuklukta kapris, vesvese ve hırslarla şahlanarak her şeylerini; pazarda alınıp satılabilen çıkarlara ve gittikçe büyüyen yalanlara eklemlerler ve bu sanal döngüde, yani kurgusal bir cennette, mahkûm hayatı yaşarlar.
İnsanı köleleştirmek isterseniz, hayallerini kilitleyen eksiksiz bir değerler sistematiğiyle, insanı büyülemeyi seçebilirsiniz. Tek bir değerler sistemine bağlanan insan, böylece dünyanın geri kalanından yalıtılarak, diğerlerini ötekileştirebilme hakkı ve hukuku kazanır. Aslında bu hukuk, seçici ve dışlayıcı bir adaletsizliğin ve vicdani körleşmenin hukukudur.
21.Yüzyıl farklı seçimler yapabilme özgürlüğü ile tatmin olduğuna inandırılan insanların yüzyılına dönüşmüştür. Teknolojinin dev atılımları, kapitalist sistemin tahakküm ağını ve statü kazanma olanaklarını çeşitlendirmektedir. Plazma TV, Iphone telefon ve marka ürün kullanma merakı, insanlığı sahiplenme, kişilik ve statü oluşturma sevdasıyla, çılgınca yakıp kavurmaktadır. Günümüzde insanın doğallığa kapatılan öznelliği ve sınırlanan özgür seçim hakkı, sahte mutluluk kıskaçlarıyla yönlendirilip iyice sıkıştırılmaktadır.