Umut MİHMANDAROĞLU
Şehirde günlük yaşam, insan kalabalığının ritmiyle atılan adımların, modern alışkanlıklarla geleneksel davranışların iç içe geçtiği bir düzen sunar. Sabahın erken saatlerinde başlayan hareketlilik, sokakların ışığıyla ve insanların telaşıyla bir şehir senfonisine dönüşür. Toplu taşıma araçlarının dolup boşalan kapıları, trafikteki yoğunluk, işine yetişmeye çalışanların hızlı adımları, şehir yaşamının temel ritmini oluşturur.
Gün içinde şehir, sürekli değişen bir akış hâlindedir. Ofislerde çalışanlar, esnafın dükkân açma telaşı, öğrencilerin okul yolları… Herkes kendi günlük rotasında ilerlerken şehir; seslerle, kokularla, reklam panolarıyla, satıcıların çağrılarıyla yaşayan dev bir organizmaya benzer. Kültürel çeşitlilik, şehir yaşamına canlılık katar. Aynı sokakta farklı diller duyabilir, farklı mutfakların kokusunu hissedebilir, farklı sosyal grupların ortak mekânları paylaştığına tanıklık edebilirsiniz.
Akşam saatleri yaklaşırken şehir biraz daha farklı bir ruha bürünür. Mesai çıkışı kalabalıkları, market alışverişi yapanlar, parkta yürüyüşe çıkanlar, spor salonlarına gidenler… Bu saatlerde şehir, hem yorgunluğun hem de sosyal hayatın enerjisini aynı anda taşır. Kafeler ve restoranlar dolmaya başlar, ışıklar yanar, şehir gece ritmini oluşturur.
Şehirde günlük yaşamın bir diğer önemli yönü, teknolojiyle iç içe geçmiş olmasıdır. Online alışverişler, hızlı ulaşım uygulamaları, dijital ödemeler ve iletişim platformları, şehir hayatını hem kolaylaştırır hem de hızlandırır. Ancak tüm bu hareketliliğin ve hızın yanında, şehir yaşamı çoğu insanda bir yorgunluk, zaman zaman da yalnızlık hissi yaratabilir. Bütün kalabalığa rağmen bireyin kendi içine çekildiği anlar, şehir psikolojisinin doğal parçalarıdır.
Yine de parklar, sahil yürüyüş yolları, kültürel etkinlikler, kütüphaneler ve toplu sosyal alanlar, şehirde yaşayanlara nefes aldıran önemli duraklardır. Şehir; yorucu olduğu kadar öğretici, karmaşık olduğu kadar ilham vericidir.
Öte yandan bir şehri ortaya çıkaran ana etmenin konut olduğu herhalde sağır sultanın malumu olsa gerek. Yani konut yalnızca bir insanın yaşadığı bir evi oluşturmaz, şehri meydana getiren tüm bileşenleri ete kemiğe büründürür. Konut ve ev kavramları çoğu zaman birbirinin yerine kullanılmakla birlikte, aslında farklı anlam katmanları taşır. Konut, fiziksel bir yapı; barınmayı ve mekânsal düzeni ifade eden teknik bir terimdir. Ev ise bireyin mekâna yüklediği duygusal bağ, kimlik, aidiyet ve yaşam pratikleri ile dolu olan sembolik bir yuvadır. Bu iki kavram arasındaki ilişkinin nasıl şekillendiği, büyük ölçüde şehirde günlük yaşamın yapısı tarafından belirlenir.
- Şehirde Günlük Yaşamın Ritmi ve Konutu Eve Dönüştüren Dinamikler
Şehir yaşamı hızlı, yoğun ve çok değişken bir ritme sahiptir. İnsanlar günün önemli bir kısmını iş, okul, ulaşım ya da kamusal mekânlarda geçirir. Dolayısıyla ev, şehir insanı için yalnızca “kalınan yer” değil, aynı zamanda dış dünyanın hızından uzaklaşılan bir güven bölgesi, dijital ve fiziksel yorgunluğun telafi edildiği bir durak, bireyin kontrol sahibi olduğu tek mekân ve kimliğini yeniden kurduğu özel alan hâline gelir.
Bu koşullar altında konutun işlevi, şehrin ritminin yarattığı stres türleri tarafından belirlenir. Şehir ne kadar hızlıysa ev o kadar sığınaklaştırılır; şehir ne kadar gürültülüyse ev o kadar sessizlik arayışıyla düzenlenir.
- Günlük Yaşam Pratiklerinin Konut Tasarımına Etkisi
Şehirdeki günlük yaşam, konutun mimari boyutunu da belirler. Örneğin uzun mesailer ve ulaşım süreleri, dinlenme odaklı iç mekânlara ihtiyaç doğurur.
Mesela küçülen aile yapıları, daha küçük metrekareli, kompakt konut tiplerini yaygınlaştırır.
Yine evden çalışma modelleri, “çalışma köşesi” ihtiyacını artırır.
Hakeza dijitalleşme; konutu yalnızca fiziksel değil, sanal bir yaşam alanına dönüştürür.
Böylece konut yalnızca barınma nesnesi olmaktan çıkar; bireyin şehirdeki yaşam ritmiyle uyumlu bir mikro-ekosistem hâline gelir.
- Aidiyet, Kimlik ve Ev Duygusunun Şehirle Etkileşimi
Şehirde yaşayan bireyler için ev, kimliğin önemli bir bileşenidir. Ancak bu kimlik; yaşanılan mahallenin sosyal yapısından, kentteki güvenlik algısından, komşuluk ilişkilerinin yoğunluğundan, tüketim kültürünün baskınlığından doğrudan etkilenir.
Örneğin, anonim ve hızlı şehirlerde birey “evini kişiselleştirerek” kendine aidiyet üretir; dekorasyon, düzen, özel köşeler, hobi alanları bu nedenle önem kazanır.
Buna karşılık daha geleneksel şehir dokularında ev–mahalle entegrasyonu güçlüdür; ev yalnızca kapalı bir kabuk değil, sosyal ilişkilerin sürekliliğiyle anlam kazanan bir mekândır.
- Şehirde Yaşanan Sosyal ve Ekonomik Baskıların Konut-Ev Bağlantısına Etkisi
Konutun eve dönüşme sürecinde şehirdeki ekonomik baskılar kritik bir rol oynar:
Mesela konut fiyatlarının yükselmesi, ev duygusunu geçicileştirir. Kiracılık oranlarının artması ise mekâna duygusal yatırımın zayıflamasına yol açar. Yoğun çalışma temposu evde geçirilen zamanı azalttığı için evi daha çok iyileşme mekânına dönüştürür.
Dolayısıyla ekonomik ve toplumsal baskılar yükseldikçe evin sembolik değeri artar; fakat onunla kurulabilen bağ zayıflayabilir.
- Kamusal Alan – Özel Alan Dengesi: Şehirde Günlük Yaşamın Belirleyici Rolü
Şehir yaşamı kamusal alanı yoğun kullanmayı gerektirir, fakat bu kullanımın niteliği ev algısını dönüştürür. Örneğin kamusal alanların yetersizliği insanları ev içinde daha fazla aktiviteye iter. Yaşam kalitesi yüksek kamusal alanlar ise evi daha çok “kişisel geri çekilme noktası” hâline getirir.
Sonuç olarak, şehirde günlük yaşamın niteliği, eve yüklenen anlamın sıkışmışlık mı yoksa özgürlük mü olduğunu belirler.
Sözün özü; şehir konutu eve dönüştüren ana bağlamdır.
Konut–ev ilişkisi yalnızca mimari veya psikolojik değil, aynı zamanda şehir hayatının sosyolojik ritmi tarafından şekillenen karmaşık bir süreçtir. Şehirde günlük yaşamın temposu, stres düzeyi, sosyal ilişkileri ve kültürel dokusu; konutun nasıl kullanıldığını, nasıl algılandığını ve bireyin onu ne kadar “ev” olarak hissettiğini doğrudan etkiler.
Kısacası:
Şehir, evi hem biçen hem de yeniden tanımlayan görünmez bir güçtür.
Ev ise şehrin yoğunluğuna karşı bireyin kurduğu en kişisel savunma hattıdır.
Konut-ev ilişkisinin analizinde önemli bir kol, konutun materyal değerine ve mülkiyetin rolüne odaklandı. Burada ev sahibi ile kiracılar arasındaki farklar görüldü. Ev sahipleri için konutun birikim potansiyeli vardır oysa kiracılar için konut sadece masraftır. Aynı zamanda bu toplumlarda kredi alma ve çağdaş tüketim fırsatı olanakları sınırlı olduğundan kiracılar çoğunlukla ‘kusurlu tüketiciler olarak görülür. Bu tartışmanın başlama noktası diğer mallardan farklı olarak konutların iki farklı değerinin olmasıdır. Bunlar barınak sağlama (kullanım değeri) ve mülk olarak depolanmış servet kaynağı olmadır (değişim değeri) ve diğer mallardan farklı olarak kullanımla tükenmez ve aslında gerçek değeri artabilir. Bir defa şu mesele üzerinde durmalıyız ki; konut birçok insan için özellikle orta sınıf ev sahipleri – en önemli zenginlik kaynağı ve sermaye birikimini ifade eder. Bu varlık, sadece masraf ifade ettiği insanların ve kiracıların ulaşamayacağı seçenekleri sunar.
Bu fark üzerinde çok çalışıldı ve konut sermaye birikiminin özellikle yüksek enflasyonda diğer birikim çeşitlerine göre daha büyük kazançlar sağlayacağı yönünde görüşler vardır. Ancak konut geliri oranı ve güvenliğinin şehirden şehire, ülkeden ülkeye ve dönemden döneme dalgalanmalar gösterdiğini unutmamak gerekir. Örneğin mülk piyasasının Londra ve Hong Kong kadar çeşitli olduğu şehirlerde 1990’ların sonunda düşüş meydana gelerek birçok konut için negatif net varlığın doğmasına yol açtı. Bu nedenle 21’inci yüzyıla girerken bazı ülke ve kentlerde ev sahipliğinin, ev sahiplerine yüksek kazançlar sağlamaya devam edeceğine daha az inanılmaktadır.
Birçok dünya şehrinde konut için negatif net varlık doğadursun modern şehirlerde konut krizi ise yüksek kira fiyatları, konuta erişim güçlüğü ve mekânsal eşitsizlikler giderek büyüyen sorunlar hâline gelmiştir. Bu meseleler dünyanın birçok ülkesinde tartışılırken, kadim İslâm şehircilik anlayışı, günümüz tartışmalarını besleyebilecek zengin bir etik, hukukî ve sosyokültürel birikim sunmaktadır. İslâm şehirleri yalnızca fiziksel dokudan ibaret siyasal organizmalar değil; aynı zamanda “yaşanabilirlik”, “hakkaniyet”, “komşuluk hukuku”, “kamu yararı” ve “sosyal denge” üzerine kurulu bir medeniyet tasavvurunun mekâna yansımış biçimleridir.
Bu nedenle, ev–konut–kira meselelerine İslam şehircilik perspektifinden bakmak, hem tarihî tecrübenin hem de şehir ahlâkının birlikte değerlendirilmesini gerektirir.
- Konutun Manevî ve Ahlâkî Konumu: “Beyt”, Sığınak ve Huzur Mekânı
İslâm geleneğinde ev (beyt), sadece bir barınak değil; insanın mahremiyetinin, aile düzeninin ve huzurunun korunduğu kutsal bir alan olarak kabul edilir. Kur’ân’da ev “seken” yani sükûnet ve emniyet bulma yeri olarak nitelendirilir.
Bu bağlamda İslâmi anlayış konutu erişim bir lüks değil, temel bir insan hakkı olarak görür.
Bu anlayışa göre konutun spekülasyon konusu yapılması (fahiş fiyat, talep manipülasyonu, stokçuluk) ahlâkî açıdan sorunlu kabul edilir.
Bir kişinin evsiz kalması veya kira yükü altında ezilmesi toplumsal sorumluluk doğurur.
- İslâm Şehirciliğinde “Mülkiyet Hakkı” ve “Kamu Yararı” Dengesi
İslâm hukukunda mülkiyet hakkı korunur fakat sınırsız değildir. Mülkiyeti toplum zararına kullanılabilir bir güç olmaktan koruyan ilkeler vardır:
a) “Zarar vermeme ve zarara engel olma” prensibi (Lâ darar ve lâ dirâr)
Bu ilkeye göre:
Konut sahiplerinin, kiracıyı sömürürcesine fiyat belirlemesi meşru değildir. Toplumun barınma hakkını zora sokacak tarzda konut stoklamak, fiyat şişirmek, keyfî tahliye yapmak ahlâkî sınırı aşar.
b) Fiyat istikrarı ve piyasa müdahalesi
Hz. Peygamber’in fiyatlara doğrudan müdahale etmeme tutumu bilinse de, fukaha “fahiş fiyat” ve “tekelci davranış” durumlarında kamusal otoritenin müdahalesini meşru sayar.
Konut piyasasında da bu yaklaşım geçerli olup, bu yaklaşıma göre yapay fiyat yükseltme, müdahale gerektirir. Bu yaklaşıma göre Spekülasyon yasaklanabilir. Yine bu yaklaşım nezdinde kamu yararı bireysel menfaatin önüne geçer
- İslam Şehrinde Mahalle, Komşuluk ve Sosyal Doku
Osmanlı ve diğer İslâm şehirlerinde konut sadece bireysel bir mesele değil; mahalle düzeni içinde anlam kazanırdı. Mahalle, kendi içinde bir sosyal dayanışma ağıydı. Mesela fakirlerin barınmasına mahalle halkı destek olurdu. Yine kiracı–ev sahibi ilişkisi ahlâkî normlara dayanırdı. Mahallede boş bırakılan ev, kullanılmayan mülk hoş karşılanmazdı. Mahalle “sosyal denge bölgesi” olduğundan, gelir uçurumları aşırı büyümezdi. Bugün gelir farklarının semtleri ayrıştırması, İslâm şehircilik geleneğinde kabul gören bir durum değildir. “Zengin mahalle – fakir mahalle” ayrımı şehir ahlâkını zedeler.
- Kira Meselesi: Ahlâk, Hukuk ve Sosyal Adalet Boyutu
Kira ilişkileri klasik fıkıhta “icâre” başlığı altında düzenlenir ve üç temel ilkeye dayanır:
1) Adalet:
Kira bedeli makul olmalı; taraflardan biri diğerine açık zarar veremez.
2) Belirlilik:
Kira bedeli, süresi, yükümlülükler açıkça belirlenmelidir.
3) Zararın giderilmesi:
Ev sahibinin bakım yükümlülüğü, kiracının evi koruma sorumluluğu vardır.
Keyfî tahliye yahut “fiyat arttı çık” mantığı, sosyal düzeni bozduğu için eleştirilir.
Modern konut krizinde fahiş kiralar, kiracıya baskı, ev sahiplerinin stokçuluğu ve konutun finansal bir yatırım aracına dönüşmesi İslâm şehir ahlâkı açısından sosyal zararı büyüten davranışlardır.
- Konutun Finansallaşması: İslam Şehirciliği Ne Der?
Bugün konut, özellikle büyük şehirlerde finansal bir yatırım aracına dönüşmüştür.
Bu durum kiraların yükselmesine, dar gelirlinin merkezden dışlanmasına, sosyal ayrışmanın artmasına ve evlerin boş kalmasına rağmen fiyatların yükselmesine neden olmaktadır.
İslam’ın mülkiyet anlayışı ise şunu vurgular:
“Mülkiyet topluma karşı sorumluluk yükler!”
Dolayısıyla:
Konutu ticaret metaı hâline getirip ihtiyacı olanları dışarda bırakmak doğru değildir. Evler yıllarca boş tutulamaz; mahalle düzeni bozulur. Kamu otoritesi boş konutlara vergi koyabilir; bu meşrudur.
- İslâm Şehirciliğinin Önerdiği Çözüm Yaklaşımı
İslam şehircilik geleneğinden hareketle modern konut krizine şu ilkelerle yaklaşılabilir:
1) Konut Hakkının Toplumsal Sorumluluk Oluşturması
Dar gelirli için sosyal konut üretimi bir “sadaka-i cariye” mantığıyla teşvik edilebilir.
2) Kira piyasasında adalet ve denge ise fahiş fiyat yasağı, spekülatif alım–satımın engellenmesi, kira artışında makul sınırlar ve kamusal denetim ile sağlanabilir.
3) Mahalle kültürünün korunması
Konut politikalarının sadece ekonomik değil, sosyal dengeyi gözetir şekilde tasarlanması gerekir.
4) Konutu yalnız yatırım aracı olmaktan çıkaran politikalara boş konut vergisi, kiralama teşvikleri ve sosyal konut kooperatifleri örnektir.
Kamu–vakıf ortaklı konut modellerine baktığımızda ise Osmanlı’daki vakıf evleri bu konuda tarihî örnektir.
Sadede gelecek olursak İslam şehircilik geleneği, konutun sadece duvarlardan ibaret olmadığını; adalet, paylaşım, komşuluk ve sosyal huzurun mekânsal karşılığı olduğunu vurgular.
Bugün yaşanan konut ve kira krizinin çözümü, yalnızca ekonomik araçlarla değil; aynı zamanda şehir ahlâkı, komşuluk hukuku, kamusal denetim, mülkiyetin sorumlulukları ve fahiş fiyat karşıtlığı temelinde yeniden düşünülmelidir.
Bütün bunların neticesinde çıkaracağımız netice aynen şudur:
Ev, konut ve kira meselesi eksenlerinden önümüze çıkan şey, İslam şehirciliğinde katiyyen kira meselesinin olamayacağıdır. Çünkü barınma, insana haktır. Hakk’ında, meta olarak karşılığı olmaz. Ayriyeten kira, servetin tek elde toplanmasına sebep olur ki, bu da haramdır.



