MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
[email protected]
Şehir kuruyoruz diye tuzaklar kurduğumuzu hepimiz anlamış olmalıyız artık. Bütün Karadeniz bölgesi yıkılıyor, boğuluyor, sürükleniyor. Canları, malları, doğası. Bu felaketin sebeplerini hepimiz biliyoruz, sosyal medya bunlarla dolu: Dere yataklarına kurulan kentler, mahalleler, köyler. İhmal edilen çok önemli bir sebep daha var: Devlet Su İşleri’nin derelere yaptığı ‘taşkın koruma tesisleri’, ‘dere ıslahları‘, yani dereleri kanal içine alması. Bunun bugün yaşadığımız felakete nasıl yol açtığını, açacağını bir ay önce şurada yazmıştım.
DSİ’nin bu uygulamaları, derelerin kentler içinden geçen bölümlerindeki su yükünü aşırı yağışlarda olağanüstü arttırıyor; tartışma kabul etmez bir gerçek bu. Üstelik, DSİ bu uygulamalarıyla sanki taşkından korunulabileceği yanlış algısını yaratıyor. Dolayısıyla, taşkın riskini azaltmanın ilk adımı, yukarı kesimlerdeki derelerin özgür akmasını sağlamak, daha önce yapılan duvarları, kanalları yıkmaktır. Belediyeler, sakinlerini taşkından korumak istiyorsa, DSİ’nin bu uygulamalardan vazgeçmesi için baskı yapmalı, hatta davalar açmalı.
Bir de HES konusu var; sosyal medyada sanki HES’ler bu sellerden sorumlu gibi gösteriliyor. Yanlış. HES’lerin büyük doğa tahribatı yarattığı doğru, ama kapaklarının kırılmasıyla, havuzlarının patlamasıyla oluşamaz bu seller. Böyle bir patlama anında havuzun hemen önündeki alan derhal etkilenir, ama o su ‘devede kulak’tır oluşan selin yanında. HES’ler, şüphesiz, sellerin mağduru sayılamaz, ama doğru hedefi de saptırmamalıyız seller konusunda.
Peki, bu felaketin sorumlusu kim? Yasa ve yönetmelikten takip edelim.
Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu:
Madde 1, akarsuların taşmasıyla su altında kalan veya su baskınlarına uğrayabilecek olan alanların sınırlarının Cumhurbaşkanı kararıyla saptanıp ilan edileceğini söylüyor.
Demek ki, Cumhurbaşkanı Bozkurt’u, Ayancık’ı, Abana’yı, Azdavay’ı … ‘su baskınlarına uğrayabilecek olan alanlar‘ arasına katmamış. Daracık bir vadide, dere yatağına kurulmuş yeni Bozkurt su baskınlarına uğramayacaksa neresi uğrayacaktı ki? (Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bugün Bozkurt’ta yuvarladığı lakırdılar, en hafif deyişle, yavuz hırsızlıktır.)
Madde 2 ise bu sahaların sınırları içinde suların akmasına engel olan bina ve tesislerin istimlak edileceğine; fidan, ağaç ve asmalıklarla bent ve savakların da bedelleri sahiplerine peşinen ödendikten sonra kaldırılacağına ya da yıkılacağına, ama bu alanlar sahiplerince kullanılamaz duruma gelirse yine istimlak edileceğine hükmediyor.
Mesela Bozkurt’taki bina ve tesislerin suların akmasına engel olmayacaktı da ne engel olacaktı? Bu binaların istimlak edilmesi gerekirdi, edilmemiş. Valilik suçlu.
Madde 3, Cumhurbaşkanı’nın saptadığı bu alanlarda tesisat, inşaat, tadilat yapmanın yasak olduğunu söylüyor. Buralar için Su İşleri Müdürünün, Su İşleri bulunmayan yerlerde Nafıa Müdürünün yapı izni vereceğini söylüyor. İzinsiz yapıların bu müdürler kararıyla yıktırılacağını, masrafların da bina sahiplerinden alınacağını belirtiyor.
Demek ki, Bozkurt’ta sele sebep olan bina ve tesislere Su İşleri ya da Nafı Müdürü izin vermiş. Eğer izin vermediyse, bu izinsiz binaları yıkmayarak suç işlemiş.
Taşkın ve Rüsubat Kontrolü Yönetmeliği:
Madde 14:
“(1) (…) imar planlarının düzenlenmesi esnasında, DSİ tarafından belirlenen taşkın sınırları ile birlikte bildirilen diğer görüş ve öneriler dikkate alınır.”
Demek ki, ya DSİ görüş ve öneri vermedi, o zaman suç işledi; ya da mesela Bozkurt Belediyesi bu uyarıları dikkate almadı, suç işledi.
(2) “(…) DSİ tarafından verilen görüş ve önerilere uyulmaması halinde tüm hukuki sorumluluk, görüş ve önerilere uymayan kurum veya kuruluşa aittir.”
Bu madde biraz havada kalıyor, çünkü sorumlu kurum veya kuruluştan nasıl hesap sorulacağı belli değil. Ama bu işi akarsular üzerindeki tek yetkili DSİ’nin üstlenmesi gerektiği aşikar. Uyarılara uymayan belediyeler, mesela Bozkurt Belediyesi nasıl sorumlu tutuldu, hakkında dava açıldı mı, açılmadıysa niye açılmadı, DSİ bu kurum ve kuruluşları cehenneme kadar kovalamalıydı, neden kovalamadı, gereğinin yapılmasını neden sağlamadı?
Belediyeler de, tabii, birinci dereceden suçlu. Suçu DSİ’ye falan atamazlar. Şehir sakinlerinin güvenliğinden sorumludurlar. Yaptıkları imar planlarında, verdikleri yapı ruhsatlarında, her tür işte bu sorumlulukla davranmalıydılar, davranmadılar. Suçlular.
Tabii, bütün Türkiye’yi inşaat sahasına çeviren, ‘çılgın proje‘sinden yayla aparmanına, betonlanmış parklara, ‘millet parkı’ yapılan göllere kadar her tür inşaat faaliyetini kalkınma, zenginleşme sayan, Özal’la başlayıp Erdoğan’la gemi azıya alan neoliberal kibirli zihniyetin ürünü bunlar. Ormanlar, akarsular, denizler, kentler para sızdırma anlayışıyla yönetiliyor. Bir şey daha var; Erdoğan iktidarı hiçbir kurumda en küçük bir özerklik unsuru bırakmadı, ‘inşaat ye Resulullah‘ diyen bir liderin sultasında her biri, onun üstünden de müteahhitlerin.
Şimdi ne olacak, durumu nasıl düzelteceğiz? Geri dönüş o kadar zor ki. Eskiden hiçbir yol dere kenarından gitmezdi, hep yukardan. Evler de dere kenarına kurulmazdı, hep yukarılara. Bozkurt da böyleydi. O daracık vadiye yerleşim kurulamayacağını analarımız atalarımız gayet iyi bilirdi, evler yamaçlara kurulmuştu.
Şimdi Karadeniz’deki bütün yerleşimler dere yatağına ya da derenin taşkın alanlarına düşmüş durumda. Dere kenarlarına çekilen duvarların taşkını önleyeceğini sanmış DSİ ve belediye ve Bozkurtlular. Bozkurt’un şu hale gelmesi de son 20-30 yılın eseri. Zenginleşme diye, refah diye, rahatlık diye işte bunları yaptık ve şimdi çoluk çocuk feci bir ölümle ölüyoruz.
Bu felaketin elbirliğiyle nasıl yaratıldığını paleosismoloji, yapısal jeoloji uzmanı Dr Ramazan Demirtaş şöyle anlatıyor:
Dere yataklarına yerleşmenin ölümcül olduğu bilgisine, analarımızın atalarımızın bilgisine geri dönmüş, o bilginin kıymetini anlamış olmalıyız, ama hala anlamamış olanlar var. Bozkurt’un coğrafi yapısına çok benzeyen, yine dere yatağına kurulan Giresun’un Dereli ilçesini hatırlayın, geçen yıl da orayı vurmuştu sel, 12 kişi ölmüştü. Devlet ne yaptı? Yüz milyon lira harcayarak işte şunu:
Derenin yıktığı şehri yine dere yatağına kurdular. Eskisinden daha sağlam yaptıklarını söylüyorlar. Ne kadar sağlam olduğunu yeni bir selde göreceğiz. Ama zihniyet hala eski. Sırf ders alındığını göstermek için, ibret için bile olsa oraya yapılmamalıydı.
Sorumlular belli, dolayısıyla, Doğanay Tolunay Hocanın sık sık vurguladığı gibi, küresel ısınmanın yarattığı aşırı ve dengesiz yağışlara bütün suçu yüklemek, suçluların sırtından sorumluluğu sıyırmak anlamına gelir. Üstelik, bu dengesizlikler yıllardır biliniyordu, tedbir alınmalıydı. Yanlış uygulamalar aşırı yağışların etkisini katlıyor. Bu yanlışları yapanların yakasına yapışmalıyız.
Doğal bir felaketle karşı karşıya değiliz, siyasi iktidarın, yerel yönetimlerin, kurumların, insanların ürettiği bir felaket karşısındayız.